Kalabalık cadde. Orta yaşlı bir kadın. Sevgi H. Üst komşum. Caddedeki insanlara karışıyor. Uzaktan onu izliyorum. Yüzünü bir tarafa çevirmiş, gülümsüyor. Gözlerim, onun baktığı tarafa kayıyor. Geçip giden insanların arasından bir çocuk görüyorum. Bir dükkânın kapı eşiğinde, vücudunun yarısı görünüyor. O da gülüyor. Tekrar Sevgi H.’ye bakıyorum. Gülerek yoluna devam ediyor. Sırtındaki sepeti doluyor. O da nesi? Allah Allah.
Gözden kayboluyor Sevgi H. Şaşkınım.
Size biraz kendimden bahsedeyim. Ben de siz gibi biriyim, diyecek başka bir şey gelmedi aklıma.
Size biraz da Sevgi H. kişisinden bahsedeyim. Kendisi üst komşum olur. Gerçi bunu söylemiştim. Dünyada bir melek vardı ise o, üst komşumdu galiba. Ev sahibim de kendisi. Ama kira almıyor benden. Neden bilmiyorum. Belki de gerçekten melektir. Her gün bu caddeden geçer. Bu cadde dediğim yani demin kalabalık cadde dediğim cadde. Nereye gider bilmem. Ben de onun gibi her gün bu caddeye gelirim ve bu banka otururum. Bugün, diğer günlerden farklı bir şey oldu, Sevgi H.’nin sırtında bir sepet gördüm. Gözümün önünde sepeti bir şeyle doldu. Anlam vermek biraz zor, biraz değil de çok zor. Eve gidip bunu düşünmeliyim.
Eve geldim. Farklı bir şey düşünmedim. Gördüğüm bir sepet değildi belki de. Belki de sıyırmaya başlamıştım. Olabilir. Demin mutfağa gittiğimde lavabodan Sevgi H.’nin sesini işittim. Ne dediğini anlamadım. Aslında sesini işittiğimde çok da şaşırmadım. Tam o şaşırmadığım sırada kapı çalındı. Gittim baktım, kapının önünde güllaç. Sevgi H.’nin her gün yaptığı şey; yani bana yemek getirmek. Her gün güllaç getirmiyor. Bazen pilav getiriyor. Bazen başka yemekler filan. Bana neden yemek getirdiğini bilmiyorum. Belki de boş buzdolabımı görmüştü. Ama evime hiç girmemişti ki. Sahi ya, o sepet neydi?
Yarın.
Sabahın köründe gözlerim açılıyor. Ağzımda garip bir tat. Sanki kerahat vakti uyudum. Çıktım evden. O caddeye gittim. İn cin top oynuyor, bazıları saklambaç. Turuncu kıyafetli insanlar ellerinde süpürgelerle fış fış yapıyor. Sırtlarında sepetler. Allah Allah. Bazılarının gerisinde ambalaj kalıyor, bazılarının ardında yaprak dahi kalmıyor. Ardında yaprak kalmayanların sepetleri doluyor. Öbürlerinki aynı.
Cadde kalabalıklaşıyor. Takım elbiseli insanlar görünmeye başladığı sıralarda simitçiler de cadde başında görünüyor. Bu insanlara ne olmuş böyle? Hepsinin sırtında sepetler. Allah’ım, gerçekten sıyırıyorsam bana bir işaret gönderir misin? Tamam.
Kiminin sepeti doluyor kimininki aynı kalıyor. Neye göre doluyor, neye göre aynı kalıyor onu anlamaya çalışıyorum. Anlayamıyorum. Sevgi H.’nin caddeye geleceği saati beklemeden oradan ayrılıp eve gidiyorum. İyi hissetmiyorum.
Yolda Kasap Nuri’yi görüyorum, onun da sırtında bir sepet. Allah Allah. Artakalan kemikleri kedi köpeğe veriyor. Sepeti doluyor. Yutkunuyorum. Hemen eve gitmeliyim, diye düşünüyorum. Adımlarımı sıklaştırıyorum. Kasap Nuri bana bakıp gülüyor, sepeti doluyor, ben de zoraki gülüyorum, bırakdagideyimdergibi, eve zor düşüyorum.
Çekyata uzanıyorum. Karnımda bir ağrı, karnımın üzerine yatarsam geçer, diye düşünüyorum. Dört beş yaşlarımdayken annem söylemişti. Annemi düşünüyorum. Açlıktan ölmüştü. Midesinin açlığından değil ama. Doktor, kalbinin aç kaldığını söylemişti. Nasıl olur böyle bir şey demiştim o zamanlar, dört beş yaşlarında; budoktorlardabirşeybilmiyor.
Annem öldüğünde böyle karnım ağrımıştı. Ama açlıktandı o zamanki ağrım. Hay Allah, aç mı kaldım acaba? Uyumaya çalıştım. Mutfak lavabosundan ses geldi yine. Kalkıp bakmadım. Taş mı bağlarmış birileri karnına, annem öyle bir şeyler de demişti. Ama annem ölmüştü. Açtı, ama karnı değil.
Annemi görüyorum. Ölmemiş. Aç değil. Gülüyor. Sepeti sırtında. Güldükçe sepeti doluyor. Yavrum, diyor. Gül, gül ki çok belayı def et üzerinden. Anne diyorum aç mısın? Değilim diyor. Ama ben açım diyorum. Karnım değil ama. Güllaç vereyim mi yavrum, diyor. Olur anne. Al yavrum. Üzerine nar mı istersin yoksa ahududu mu? Fındık anne. Afiyet olsun yavrum.
İyi akşamlar!!!
Annemi rüyadan rüyaya görüyorum. Annemi görünce ağrılarım geçiyor. Açlığım da. Ama karnımınki.
Size annemden bahsetmemiştim değil mi? O bir melekti, hep gülerdi, bana hep güllaç yapardı, hep üzgündü, ama hep gülerdi. Şimdi yoktu. Bu olayı dramatize etmenin bir anlamı yok. Bu kelimeyi de nereden duydum bilmiyorum. Ama gözünü kaşır gibi yaparken akan yaşları, gözünü kaşıdığı için akıyor, gibi düşünebilir insan, yalnızken bile.
Bak, yine lavabodan sesler geliyor. Sevgi H., ne diyorsunuz anlamıyorum. Biraz daha yüksek sesle lütfen. A, bir dakika. Lavabonun yanına gidip söyleyeyim bunları. SEVGİ H., NE DİYORSUNUZ ANLAMIYORUM, BİRAZ DAHA YÜKSEK SESLE LÜTFEN! Sesim yankı yapıyor. İnsan kendi sesini işitince de bir garip oluyor.
Lavabodan boğuk bir ses yükseliyor: ÜZERİNE NAR MI İSTERSİN YOKSA AHUDUDU MU?! O sırada kapı çalıyor. Gidip açıyorum. Eşikte güllaç, üzerinde fındık. Tabağı alıyorum. Lavabonun yanına gidip sesleniyorum: FINDIK, DIK, DIK, DIK, DIK, DIK, DIK…
Hacer Noğman
Haftanın görevi: Üç kelime ile öykü yazma: açlık, sadaka ve güllaç. Ek zorluk: Konu Ramazan ayında geçmeyecek.