Yine Düştün

Feyza Nur Çalık

Hasan Bozdaş’ın Simetri Hastanesi adlı şiirini öyküleştirmeye çalıştım.

şiir: https://we.tl/t-lzpWrd1skq

Yine Düştün

Not: Öykü sarı duvarlı bir hastane odası kadar dar.

“Nasılsın?”

Sesin sahibi uzun saçlı bir kadın. Gözlerini, burnunu, dudaklarını görmüyorum. Görmemişim hiç. Bir de elleri var, “nasılsın?” Kalkıyorum, elli dört gündür kalkamadığım yataktan kalkıyorum. Ayaklarımın yere temasıyla unutmaya yüz tuttuğum ürpertiyi hatırlıyorum. Uzun saçlı kadın durmadan tekrar ediyor “nasılsın, nasılsın, nasılsın…” umursamıyorum onu. Odadan çıkıyorum. Kadının sesi kesilene kadar uzun koridorda koşuyorum. Ses kesilmiyor. Temiz, düzenli ve bomboş bir hastane koridoru. Duvarlar sarı, duvarlar çürük sarısı. “Nasılsın?” hastaneden çıkıyorum. Üzerimde nasılsın önlüğü. Beton merdivenler kaybolmuş, asfalt yok, heykeller nerede? “Nasılsın?” Önümde ovalar, tepeler, dağlar, yeşil yollar. Önce sağ ayağım sonra sol ayağım. “Nasılsın?” Birinci adım, ikinci adım, üçüncü adım… Ayaklarımı çimenlere sürterek koşuyorum tepelere kadar gidiyorum, dağları tırmanıyorum. “Nasılsın?” Düşüyorum. Önce güçten sonra dağlardan. Kesiliyor ayaklarım. Sahiden kesiliyor, ellerimle yokluyorum. Dizlerimden ötesi yok. Kalbimi yokluyorum. Kalbim konuşuyor. Tembihliyorum “nasılsın geliyor, sakın ses etme.”

Elli beşinci gün, gözleri yine aynı yavaşlıkla aralanıyor. Hükümlüsü olduğu odaya uyanıyor. Sarı duvarlar burada, tepeler ve çimenler yok. Elleriyle bacaklarını yokluyor. Dizlerinden öteside burada. Doğruluyor, sol tarafındaki komidinin üzerinde duran saate bakıyor, saat: 06:36. Ali'den önce odayı kullanan ihtiyar hastadan kalmış, içinde horoz ve civcivler var ayarlayınca ötüyorlar fakat burada yasak. Çekmeceye doğru eğiliyor, açıp defterini ve kalemini alıyor. Rüyalarını yazıyor Ali. Bir önceki sayfaya bakıyor önce.

Elli dördüncü günün sabahı: Oksijen yok, tavandan asılıyor sentetik ipler, sürükleniyorum öylece soğuk bir odaya. Nasılsın yine başucumda duruyor. Burada sarı duvarlar yok. Soğuk duvarlar. Yeşil önlüklüler, önümde bir perde. Sağa dönüyorum, sağ tarafımda bir sepet sepetin içine doldurulmuş çürük sarısı duvarlar. Oksijen kesiliyor. Tüpler asılıyor tavandan. Dizlerimden ötesi yine yok. Uyandım, saat: 06:24.

Sayfayı çeviriyor Ali. Hızla karalıyor rüyasında gördüklerini. Elli beşinci günün sabahı... Sonuna bir not düşüyor. Yine düşmeden uyanamadım.

Odanın kapısı açılıyor. Uzun saçlı kadın içeri giriyor. Önce serumu değiştiriyor, sonra "Ali Bey kalbinizi dinleyelim isterseniz" diyor. İstemem diyemiyor Ali. Yapması gereken neyse onu yapıyor. Dikişlerine bakıyor kadın. Dikişleri konuşuyor Ali’nin, kalbi susuyor. Uzun saçlı kadın getiriyor iki tekerlekli sandalyeyi. Ali’ye yardım ediyor. "Bir saat sonra gelirim Ali Bey" diyor ve çıkıyor odadan. Sandalyeyi pencerenin önüne kadar sürüyor Ali. Uzanıp pencereyi açıyor. İçeriye hava girsin istiyor, peşinden insanlar, otobüsler, duraklar, çocuklar giriyor odaya. Her sabah pencereyi açtığında dünya Ali’ye karışıyor. O dışarıyı dinlerken kapı açılıyor tekrardan sabah kahvaltısını getiriyorlar, öyle böyle bir şeyler yiyor Ali. Sonra uzun saçlı nasılsın geliyor. Ali yatağa yatıyor. Odadan çıkıyor insanlar, otobüsler, duraklar, çocuklar pencere kapanıyor. Gözlerini kapatıyor Ali ciğerlerine buhar veriyorlar her sabah ve her akşam. Uzun saçlı kadın yapması gerekenleri yapıp çıkıyor. Saatin sesi kalıyor odada, kesiliyor. Uyuyor Ali. Uyanıyor. Buharı alıyorlar Ali’den. Uzun saçlı kadın “Nasılsın?” diyor. Sayfayı çeviriyor Ali.

Zamanın geldiğini söylüyor kalbi. Duyuyor Ali, defterine atıyor elini uzatmaları düşüyor sayfaya. Altmış altıncı günün sabahı başlıklı sayfayla tamamladığı defterinin sonuna bunları yazıyor. Ali ve Ali’nin iki tekerlekli sandalyesi. Sığmıyor. Masanın üzerinde solmuş çiçeklere, dikişlere, sarı duvarlara ithaf ediyor defterini ya da hayatını.

Dipnot: Yine düştün Ali, nasılsın?

Feyza Nur Çalıkoğlu