Hasan Bozdaş-Simetri Hastanesi
AKORDEONCU
İnsanların gönlünden kopan küçük meblağlara talip olmam, beni bir kısmının nazarında dilenci profiline yerleştiriyor. Üstelik elime geçen üç beş bozukluk karşısında sanat icra etmem de bu yargıyı kırmama yetmiyor sanki. Bunun yanında takdirden ziyade bir nevi minnet yüklü bakışlarla, elindeki parayı şöylece yerdeki kılıfa bırakanlar da yok değil. Her şey bir yana kucağımdaki akordeondan Kalvinoluk kentin semasına melodiler yollarken, dinleyenlerin ayaklarını olsun ritme bırakması, aradığım şeye çok da yabancı gelen bir iş yapmadığımı gösteriyor.
Kimi zaman elimi ayağımı gözden geçirip kendince daha tutarlı bir iş yapmaya yatkın olduğumu çıkaran Markovaldolardan biri tavsiyede bulunuyor:
-Yav mesaili, sigortalı bir işe girsene. Soğukta, zemheride sokak sokak şarkı çığırıyon.
Hatta bir keresinde, tam böyle bir tavsiye aldığım sırada zabıtalar dibimde bitti. Asayiş güçlerinin vazife ve salahiyetlerinin tartışmaya ne kadar kapalı bir mevzu olduğunu anlamam bana az kalsın bir akordeona mal olacaktı. Dinleyici gençlerden biri zabıtayla tartışmamızı canlı yayından paylaşırken az önce akıl veren Markovaldo, “Dedim ben sana değil mi?” diyordu.
Neyseki olay, önünde çaldığım il başkanlığı binasından çıkan kadirşinas bir partilinin el atmasıyla tatlıya bağlandı. Kılıfta biriken paralarla birlikte akordeonumu kapatıp metro istasyonuna daldım. Bulutlara olta atanları gördükçe, köye yerleşip hayvan gütme, toprak belleme fikri iyiden iyiye bastırıyordu. Turnikelerden geçerken kart okuma cihazındaki uyuşuk ses “yetersiz bakiye” diye mırıldandı. Gişeye gitmek istemiyordum; istifamın üzerinden aylar geçmesine rağmen, gidişatımı metronun raydan çıkması gibi yorumlayan eski iş arkadaşlarımdan biri duruyor olabilirdi gişede.
Sahanlıktaki devasa para yükleme otomatının önünde düzensiz bir kalabalık bekliyordu. İhtiyar bir kadın, ne yaptığını bilen bir tavırla ekranı tuşlayan güvenlikçiye yakınıyordu:
-Az buz para değil, yüz liramı yuttu.
-Tamam, hemen hallediyorum,dedi kadına kontralto sesini tizleştiren personel.
El mahkum gişeye yöneldim. Pinpade eğilmiş yeni bir yüz seçiliyordu beton kovuğunda. Sıra bana gelene kadar küçük camekânın imkan verdiği nispette içeriyi, eski iş yerimi gözden geçirdim. Yeni demirbaşlar eklenmişti. Önümdeki yolcu işini bitirip çekilince Yakup’la yüz yüze geldik. Sevinçle iyice doğrulduktan sonra el edip içeri çağırdı beni. Camın boğarak dışarı bıraktığı kısık ses “Gel, gel hele. Nerelerdesin?” diyordu.
Yana kaykılıp anahtarı çevirdi, kapıyı çekti.
-Hoş geldin. Ne kadardı efendim. Peki. Beş lira. Nerelerdesin ya?
-Kolay gelsin. Buralardayım şimdilik.
-Buyurun. Çay içeriz değil mi? Şu ketıla bassana.
Eliyle, bizzat kendim alıp buraya koyduğum ketılı işaret etti.
-Vizesi dolmuş kartınızın. Karşı bürodan yenileyebilirsiniz. İyi günler.
Yolcularla afaki konuşmasına bakılırsa işe yeni başlamış olmalıydı Yakup.
-Ne kadar oldu başlayalı?
-Tabii tabii, kısa sürüyor zaten. Beyaz Masa’ya dilekçe yazmanız yeterli. On gündür gişedeyim.
Henüz insanlardan bıkmamıştı. Yeni bir başlangıçla doğan heves ve özveri, insani sürtüşmelerin ya da rutinin törpüsüyle iyice güdükleşmeden yerini vurdumduymazlığa bırakmıyordu.
-Af çıkmış, başlamaya niyetin var mı tekrardan? Teyzecim karşıdan yapıyorsunuz buradan değil. Yok ben bir şey yapamıyorum teyze. Karşıdan karşıdan.
Yakup’un sabrı kireçten olduğu için törpü kolay işliyordu. Karşı büroya yolladığı teyze ikinci defa gişeye gelince sabrı zorlanmaya başlamıştı. Onuncu gün için erken sayılırdı bu. Okuldaki tartışmalarda da muhatabına önce zoraki bir anlayış azmiyle sükûnet vaat eder, sonra kızması gereken onca meseleler konuşulduktan sonra olmadık yerde parlardı. Bankonun altındaki dolaptan iki tane karton bardak çıkarıp uzattı.
-Bi saniye beyefendi. Sana zahmet kanka.
Bardaklara kaynar suyu doldururken,
-Af çıkmış diyorum, dedi.
-Aga okul defterini kapattım ben.
Eli henüz alışmıştı işlem yapmaya. Kartı yerleştir. Tuşlara basarken para üstü hazırla. Kartla birlikte fişi koparıp para üstünü, kartı, fişi aynı anda yolcunun önüne koy. Yolcuya bakmayı bıraktığında işi zorlaşacak. Bir kere artık yolcu değil bilekler olacak karşısında. Kadın, erkek, tüysüz, kıllı, ince, kemikli bilekler. Abonman kartları, fotoğraflı ve kimlikli, indirimli kartlar, tek binişlik, sınırlı binişlik kartlar. Ama Yakup bıkmaz bundan. Okula gelmekten, Sevgi Meydanı’nda bir liraya latte içmekten, hava kararırken koltuğunda içinden çıkılmaz kitaplarla geri dönmekten, hatta kürsüdeki Don Kişot tıynetli sofistike akademi müritlerinin modernizm eleştirilerinden bile bıkmayıp okulunu bitirmişti neticede. Çay zarfını bana uzattı:
-E naptın sonra? Numaranı da değiştirmişsin.
-Kasten değiştirmedim inan, kaybolmuştu sim kart, eldeki hattı kullanmaya başladım.
-Benim sınavlarımda istediğin sorudan başlayamazsın, ne yaptın diye sordum.
Hem yolculara hem bana laf yetiştirmeyi bırakmış, yarı bana dönmüştü.
-İşe girdim, burada.
Tam dönüp sordu:
-Nerede burada mı?
İlk o zaman bacağıma dayadığım akordeon çantasına göz attı.
-Burada, işte bu gişede.
-Eee.
-Kardeşim metro kaçacak, hadi biraz ya, diye araya girdi fodul tipli, beyaz yakalı bir adam.
Yakup işini hızlandırırken içimde yumuşak bir ağırlık belirdi. Buraya, yani eski işime, hatta okula karşı bir özlemdi bu. Gelgelelim işte ya da okulda yaşadığım kısıtlı özel hâllere dair bir istekle birlikte, ıskalanmış şeylere karşı bir hayıflanma da içeriyordu bu özleyiş. Sıra seyrekleşince Yakup tekrar bana göz atmaya başladı.
-Benim de birkaç ay oldu işte burayı bırakalı, diye girip sustum. Devam etmen için sormama gerek var mı, der gibi bakış attı.
-Bu gişede çalışıyordum ben de.
-Yapma be! Selefimsin yani.
-Dert etme, bir süre sonra etin alışınca ne zamandan beri yumruk yediğini umursamıyorsun.
Bıkkın bir bakış attı bu sefer.
-Niye bıraktın peki?
Şimdi varoluşsal gerekçelerimi arz etsem gişeyi kapatır ağzına geleni püskürtürdü bana. Hep koşmuş, hep yorulmuş, neden, nereye koştuğunu doğduktan sonra hiç sormamış insanların birikmiş öfkesine hedef olmak istemezdim. Yine de kaşımak istedim:
-Sen memnun musun bari hâlinden? Hiç istifini bozmadan cevapladı beni:
-Tut ki değilim.
-Memnun değilsen bir şeyleri değiştirmek istemez misin? Ya da en azından sesini çıkarmayı.
-Kimseye ibret olmak istemem. Buyrun. İyi akşamlar küçük hanım. Sıradaki. Buyur aslan parçası!
Sesi adamakıllı neşeliydi, kışkırtmak için müsait tava gelmişti.
-Eskiden böyle değildin. Yoksa düzenin bozulacak diye miydi öfken, garezin?
-Çarka çomak sokarsan, çomağın kırılır, dedi değişmeyen bilmiş tavrıyla. Ama çark başka tarafa dönerse bu sefer sistem başka türlü işler.
Sinirlenen ben oldum:
-Bırak şimdi metaforla geyik yapmayı! Makine nasıl çalışırsa çalışsın neticede makinedir. Makinenin olduğu yerde anlamın işi ne?
Kart bekleyen yolcuya parmağını kaldırıp “bir dakika” diyerek bana döndü:
-Peki senin anlamın nerede? Mağara döneminde mi ya da köyünde mi? Sana anlamayı öğretenlerle seni anlama muhtaç bırakanlar farklı efendiler mi?
-Kimse kim. Sistemin içinde yer alacak kadar kendimden geçmedim. Sistemin dışıysa işine yarasın ya da yaramasın içinden daha havadar.
Beklettiği yolcuya kartını verdi. Bu tür tartışmaları bitirecek tek şey zaman kıtlığıdır, ki sıra tekrar uzamaya başladığına göre bu tartışma da usulünce devam edemeyecekti. Akordeonumu alıp ayaklandım. İş çıkışı okuldan arkadaşlarla okeye gitmek için sözleştik.
Turnikeye gelince kartı doldurmadığımı hatırladım. İstasyondan çıkıp meydandaki büfeden doldurdum kartımı. Bir iki sefer müzik yapıp bir şeyler toplasam iyi olurdu.
Metronun gelmesine on dakika kalmışken peron tekrar kalabalıklaşmaya başlıyordu. Hâlâ hıncımı bastıramamıştım. Akordeonu çıkarırken kılıftaki bozukluklar yere saçıldı. Sağ olsun üç dört çocuk toplamama yardım etti yerdeki kuruşları. Elimi klavyeye geçirip körüğü hafif yokladım. Az evvelki çocuklar merakla bana dikmişlerdi gözlerini. Alıştırma niyetine kısaca bir girizgâh yaptıktan sonra acemi bir yükselişle Hatırla Sevgili’ye geçtim. Kulaklarım yanmaya başladı. Demir banklarda oturan yaşlı çift yavaşça toparlanıp ayağa kalktı. Karşılıklı el ele tutuşup dansa benzemeyen hafif git gellerle oynamaya başladılar. Ritmik adımlarla onlara doğru yaklaştım. Dans bitince adam, eşine doğru karıncalı bir kahkaha bırakıp yerine oturmasına yardım eder gibi eğildi. Çocuklar şen şakrak kılıfı bana getirirken,
-Hadi yine iyisin abi, dediler. Kılıfta tek bir şarkıya göre oldukça iyi para birikmişti. Çocukların avucuna birer çikolata parası bırakırken az önceki ihtiyar teyze bir cam şeker uzattı bana. Şekeri alıp tam arkamı dönmüştüm ki peron güvenliğini karşımda buldum.
-Maşallah. Allah bereket versin.
-Teşekkür ederim.
-Müzik aleti çalmak yasak beyefendi. Buyurun. Çıkışa inen merdivenleri işaret etti.
O akşam dört partiden sonra okeyi batağa çevirdik. Yedi elin yedisini de aldım.
Ertesi gün dedemin köyüne gitmeyi tasarlarken gidip partiye üye oldum. Üyelik başvuru formunda meslek kısmına "iş arıyor" yazdım.
Yakup'un yerine gişede çalışmaya başladım. Yakup da karşıdaki seyahat kartı ofisine geçti.