Şairin Ölümü

Elif Ezgi Bektaş

Dalgalar, şiddetle çarpıyordu kayalara. Çarptıkça yükselen su sahil yolunu ıslatıyor, rüzgârla dans eden damlalarsa kızın gözlüklerinin camına vuruyordu. İleri görüşü bulanıktı, ayaklarının nereye bastığını göremiyordu, sadece kendine yaklaşan cisimlerden kaçıyor, yoldan çıkmadan yalpalayan adımlarla yürümeye çalışıyordu. İki şarkılık bir liste kulağında tekrara takılmış, ilerlediği yolu her beş dakikada bir kalbine çıkarıyordu. Onun için kalbinin durağında durup soluklanmak, saatlerce koşar adım kaçmaktan daha zordu.

Durmayı düşünmüyordu, listeyi değiştirmeyi de düşünmüyordu ama yüzüne vuran damlalar zamanı mekânı değiştiriyordu. Kendini bir anlığına eski bir şehrin ışıldayan gecesinde buluyordu. Çiseleyen yağmurda koşarken… Sağ elindeki soğukluğu anımsıyor, sol elini hatırlamayı reddediyordu. Sol omzuna değen sıcaklık, görünmez ve bilinmez birine aitti. Bilinmezlikten korkuyordu. Şarkı tekrar tekrar tekrara düşüyor, o her seferinde başka bir hikâye dinliyordu. Ritmin kontrolü altında adımlarını hızlandırıyor, yavaşlatıyor; gözlerini dolduruyor; ellerini birbirine kavuşturup ayırıyordu. Farkında değildi. Başı cama yaslı saatlerce otobüste gidiyor ama bir tren garında iniyordu. Tren garı o inince kalabalıklaşıyor. Kollarında tanıdık bir sıcaklık beliriyor, ardından sıcaklık yerini buz gibi balçığa bırakıyor. Şarkının biri bitiyor öteki başlıyor. Tren garı kalabalık, ellerinde çamurlar, üstünde, başında, saçlarında. Herkes ona bakıyor. Çamurları ceplerine sığdırmaya çalışıyor, birazını çantasına atıyor, birazını yutuyor, birazını... Ama yetmiyor, işte herkes çamurla kaplı bedenini izliyor. Öylece durduğu yerde kalıp biri peçete uzatsın diye bekliyor, biri seyrini yarıda kesip ellerine su döksün istiyor. Çamurla kaplı, kirli elbiselerini biri çıkarsın ve herkes kendi payına düşen çamuru evine götürsün istiyor.

Şarkı bir öncekine geçiyor. Bu sefer de kalbinin bir başka yüzüne ağrı çöküyor. Terleyen ellerini yağmurluğunun ceplerine sokuyor. Sol eli bir cismi kavrıyor. Çakmak. Anında, olduğu yerde, durup, en yakın kayanın üzerine çöküyor. Dalgalar şimdi daha yakın… Çantasındaki paketi iki saniyede buluyor. Üçüncü, dördüncü ve beşinci saniye kara kaplı ajandayı da gün yüzüne çıkarttırıyor. Paketten bir dal, parmaklarının arasındaki yerini alıyor. Çakmak. Çak. Rüzgâr söndürüyor. Çak. Yine rüzgar. Titreyen elini kalkan yapıyor ve tekrar… Çak. Kırmızı bir ışık, tutuşan sigara, tek bir nefes… Sızlayan boğazdan geçip nefese susayan ciğerlere ulaşıyor. İkinci bir nefes, çakmak düşüyor kayaların arasına, üçüncü bir nefes, öksürükle çıkan duman, dördüncü nefes, denizde bir gemi var, beşinci nefes, kara kaplı ajandalar lanetlidir, altıncı nefes, bu bitmeden diğerini yakmak gerekir, bir dal daha, kimse aradığını bulamaz anılar defterinde, düşünceler de eller gibi uyuşabilir, gemi yaklaşıyor mu uzaklaşıyor mu, kim bilir. Yedinci nefes.

Yalnız bir kadın, sahil kenarında, görünmeyen bir ufku ancak bu kadar kederli seyredebilir. Sisler arasında kaybolan geminin sarı güvertesi, ancak bu kadar davetkâr olabilir. Arkasından geçen insanlar, yanından akıp giden zaman, kayalara vuran dalgalar, onun varlığını ama hiçliğini kabullenen her şey ancak bu kadar tepkisiz kalabilir. Pakette son beş dal. Ajandanın üstünde biriken on nemli izmarit. Yutkunamayacak kadar kurudu boğazı ama parmaklarındaki ateş sönmemeli. Kendine zarar vermenin, akla gelmeyen hataların kefaretini ciğerlere ödetmenin, saniyelerle ölçülecek huzuru hatrına o ateş sönmemeli. Hâlâ aynı şarkı çalıyor. Gitarın art arda üç hamlesi çocukluğundan bir anın fonuna yerleşiyor. Her şey nasıl da cıvıl cıvıldı o büyümeden önce. Geceler kedersiz, komşular geveze, karanlıklar gürültülü muhabbetlere ev sahibi… Bahçede pembe güller, akşam sefaları… Herkesle birlikte uyanmanın herkesle birlikte uyumanın verdiği güven… Herkes gibi olmanın verdiği rahatlık…

Şarkı yine diğerine geçti. O geçişteki iki saniyede büyümek, serpilmek, yaşamak ve beklemek fiilleri kızın üzerinden geçti. Zaman, kimsenin düşündüğü kadar uzun değil veya kimsenin düşündüğü kadar kısa. Bu kız, kimsenin düşündüğü kadar yaşlı değil ya da kimsenin düşündüğü kadar genç. Bir kelebek ömrüne sahip görüyor kendini. Yağmurlu bir günün bağrına doğan bir kelebek. Kaderin iklimini değiştirmek mümkün mü diye hiç düşünmedi. Sadece yaşadı, bilmediği yollara saparak. Eli yine pakete gidiyor. Son dal. Onu da bir önceki sönmeden tutuşturuyor. Sigarayı dudaklarına götürürken sisler arasında kaybolan sarı güverteli gemiye el sallıyor. Sahi gemi nereye gidiyordu? Peki ya kendi şu an neredeydi? Şehrin hangi semtinde, hangi kıyısındaydı? Kızıllık da çöktü denize, gün batıyor, birazdan evin bahçesindeki akşam sefaları açardı. Sahi evine nasıl gidecekti? Gitmese yokluğunu ilk kim fark edecekti? Son sigaranın son nefesi doldururken içini, birinin onu merak ettiği en son anı düşündü. İçi ısındı, sigaradandı.

Şarkı yine değişti, ayağa kalktı. Ajandasını aldı yerden, izmaritler etrafa saçıldı. Sarı sayfaları açtı, bir şiir, yırttı sayfayı. Diğer sayfaları da yırttı, hepsini… Arkasını döndü, simitçi vardı, gidip eline tutuşturmak istedi sayfaları. Yürüyüş yapan bir çift vardı, en güzel aşk şiirini fırlatmak istedi yüzlerine. Bir anne, çocuğunun elinden tutmuş aceleyle ilerliyordu, iki üç mısrayı önlerine yuvarlamak istedi. Yapamadı. Yalnızca titreyen ses telleri, kuruyan ve sızlayan boğazından cızırtılı bir ses çıkardı: "Ah Tanrı'm," dedi. "Yaşamak faslı biraz uzun sürmedi mi?"

Dizleri titriyordu, iki eli de buz kesmişti, kolları kimsesiz ve soğuktu. Fark etti. Gözlüklerini silmeye tenezzül etmedi. Sıkı sıkı tuttuğu siyah kaplı ajandanın parçalarını içindeki son hışımla denize fırlattı. İsimsiz, kimliksiz şiirler denizin dalgalarına karıştı. Dizlerinin ipi çekildi, yere çöktü, yüzünde şaşkınlık belirdi, bir anlığına elini cebine götürmek istedi, birkaç dakika, yalnızca birkaç dakika yaşamak saklamış olsaydım keşke, diye düşündü. Ama ceplerine varamadı eli. Ve zaman, bu sefer yanından geçip gitmedi, köşe başında durdu. Şimdi, dedi. Şimdi herkes kalbini benim için çıkarıp birbirine fırlatabilir. Gün battı. Gözlerinin parlaklığı söndü. Şarkı bitti. Uzaklarda bir yerde bir evin bahçesinde akşam sefaları açıyordu.

bazı şarkılar vardır

kanatlarında yağmuru taşıyan kelebeği anlatır*

Didem Madak