Beyaz

Meryem Aytaş

Haftanın görevi: Bir şiiri öyküleştireceğiz.

Seçilen şiir: Hasan Bozdaş – Simetri Hastanesi

BEYAZ

Her sabah aynı sesle uyanıyorum. Beni önce beyaz bir tavan, sonra her sabah duyduğum sesin sahibi olan beyaz önlüklü doktor karşılıyor. Çoğu insan için ne güzel bir renktir beyaz, masumiyetin, saflığın, aydınlığın rengidir. Benim için beyaz içinde bulunduğum zindan demektir. Beyaz duvarlar, beyaz tavan, beyaz önlük, beyaz sadece zindan rengidir. Soluktur, soğuktur, renksizdir.

İşini büyük bir ciddiyetle yapar, elindeki hasta dosyasını incelerken başını kaldırmadan sorardı beyaz önlüklü doktor:

- Nasılsın?

O, işi gereği bu soruyu sormak zorunda ama ben bu soruya nasıl cevap verilir bilmiyorum. İyi miyim? Benim için iyi olmak dilediğim gibi yaşamak demek ve ben hiçbir zaman iyi olamadım. Dilediğim gibi kırlarda koşamadım, ağaçların yeşiline, gökyüzünün mavisine doyamadım. Kötü müyüm? Her şey zıddıyla varsa ve ben hiçbir zaman iyi olamadıysam kötü olmak ne demek bilebilir miyim?

- Beyaz ve acıyım.

Evet, bu soruya verebileceğim tek cevap bu olur. Bu dünyaya dair en iyi bildiğim iki şey.

Beyaz önlüklü doktor bu cevabıma alışık, bu yüzden genelde herhangi bir tepki vermez. İşi gereği sorar ve işinin diğer gerekliliklerini yapmaya devam eder. Şu hastane denilen zindanda en çok korktuğum şey, beyaz önlüklü doktorun kalbimi dinlemesidir. Kalbimin derinliklerinde sakladığım her şeyi dinleyecek diye tedirginim yine. Doktor kalbimi dinliyor, kalbimdeki kimseyi, en çok da sarı bukleleri, cam mavisi gözleriyle kalbimi yakıp kavuran güzeli ele vermiyorum.

- İlacını 25 miligram daha artıralım.

Tanrım kalan ömrüme bir 25 miligram daha ekler misin? 25 miligram daha yaşayabilir miyim?

Doktorun yanındaki stajyer doktor, sarı bukleleri, cam mavisi gözleriyle tebessüm ederek, beyaz önlüğünün cebinden çıkardığı çikolatayı mutlu olayım diye bana veriyor. Sabah rutinim burada sonlanıyor, gün içi belirsiz, gün içi Allah Kerim.

Anacığım yanı başımda, gözlerindeki hüznü benden kaçırmaya çalışıyor. Anacığım zor tuttuğu gözyaşlarını akıtıp silebilsin diye pencereden dışarı bakmak istiyorum. Beyaz taştan yapılmış sevimsiz bir heykel bana bakıyor. Ben ona bakınca, tüm sevimsizliği kayboluyor, bana gülümsüyor sanıyorum. Bu heykel eskiden yoktu, yeni yaptılar. Doğduğumdan beri aşinayım buraya. Burası dünya, burası simetri hastanesi. Her ikisi de bir zindanın farklı isimleri. Simetri hastanesinden ayrılırsam bile geri gelmek zorunda olduğumu biliyorum. Peki, dünyadan ayrılırsam geri gelebilir miyim? Geri gelmek ister miyim?

İnsan ölmek için doğar. Ben ölümümle doğmuşum. Hayatım boyunca ölümü bir çanta gibi yanımda taşıdım. Ölüme, doğduğumdan beri aşinayım ama yaşamı hiç bilmedim. Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Annem peşimde dolanıyor, “Dur oğlum, koşma yavrum, bak bir şey olacak.” Okula başlıyorum, beden eğitimi dersinde ben de arkadaşlarımla koşu yarışı yapmak istiyorum, öğretmenim üzülerek reddediyor. “Sen bir iyileş, atletizm yarışmalarında yarıştıracağım.” diye ekliyor. On ikinci yaş günümü hatırlıyorum. Ne kadar mutluyum, pastam da kocaman. Bir sürü hediyelerin arasında ilk defa iyi ki doğdum diye düşünüyorum. Amcamın oğlu, bana gelen hediyelerden birini alıp dışarı kaçıyor. Arkasından fırlıyorum, annemle, babam da arkamdan fırlıyor. Sonrasında kendimizi şu baktığım meydanda buluyoruz. Ben babamın kucağındayım, babam sağa sola koşturuyor. Annemin çaresizliği gözlerinden okunuyor. Doktorlar bir şeyler yapıp geri gönderiyorlar, yine geleceğimizi bilerek şu meydandan geçip gidiyoruz. Liseye başlıyorum, kapkara gözleriyle gülümsüyor ilk aşkım. Zayıf dedikleri kalbimi ilk defa güçlü buluyorum. Onu görünce öyle güçlü atıyor ki hasta olduğumu unutuyorum. Ona duygularımı söyleyemediğim için pişmanım. Üniversite sınavına hazırlanıyorum. Anacığım meyve hazırlayıp gelmiş, saçlarımı öpüyor. Üniversite sınavına bir hafta kala birden fenalaşıyorum. Sonra kendimi yine burada buluyorum. Doktorlar bu sefer süre vermiyor, “Bir süre hastanede tedavi etmemiz gerekli.” diyorlar. “Ölüm sebebim belliydi, ölüm yerim de belli oldu.” diye geçiriyorum içimden. Aylardır buradayım, burada yaşadıklarım canlanıyor gözlerimin önünde demeyi çok isterdim ama sabah rutinimden başka bir şey canlanmıyor gözlerimin önünde. Bir de kalbimin ele vermediği kişi geliyor gözlerimin önüne.

Sonra bir sancı geliyor. Anacığımın çığlıkları kulağımda yankılanıyor. Etrafımda beyaz önlüklü doktorlar beliriyor. Beyaz önlüklü doktorlardan biri telaş içinde bağırıyor:

- Oksijen tüpünü getirin.

- Oksijen atmosferde oranı yüzde yirmibuçuk, o da benim odamda yok, tüple veriyorlar, diye geçiyor zihnimden.

Sonra bir sancı daha geliyor. Anacığım feryat figan ağlıyor. Beyaz önlüklü doktor bağırıyor:

- Ameliyathaneyi hazırlayın.

Sonra bir sancı daha geliyor.

Sonrası beyaz ve aydınlık. Sonrası beyaz ve acısız.