Hasan ve Patrik Sobe!

Büşra Baysal

İçimde çürümüş şeylerden bir sepet. Çürümemişlerden bir nokta. Bir koku sarmış her yanı. Çürümüş yalnızlığımın kokusu. Benden başka kimsenin alamadığı bir koku ama etrafımda bir kalkan oluşturmuş kimseyi yaklaştırmıyor bana. "Her sabah yanımıza bir hemşire gelip 'nasılsın' diye soruyor ya!"

O sayılmaz, mızıkçılık yapma! Zaten onun işi, hastalara 'nasılsın' diye sormak. Hem verdiği ilaçlarla aklı sıra beni iyi edeceğini zannediyor. Hâlbuki bana uzatmaları oynatıyor, başka bir şey yaptığı yok. Gerçi o, bunu benden daha iyi biliyor ya! Çocuk eyler gibi oynuyorlar benimle. Güzel sözler, nasılsınlar, taş gibisin maşallahlar, al bu çikolatayı ye, yüzünde güller açsınlar…

Ahh ahhh. Koşa koşa kaçıp gitmek vardı buradan. Ama nerdeee! Dermansız bacaklarımla ve nerede ne yapacağını bilmeyen kalbimle bu imkânsız. Ben koşamasam da ölüm dörtnala koşuyor peşimden. Baksana, az önce biri daha ölümün pençesine düşmedi mi? Ne kaldı ondan geriye? Az kullanılmış bir oda! Peki, ne gitti onunla birlikte? İpsiz sapsız düşünceler, gerçekleşmemiş kimi iyi kimi kötü istekler, savrulmuş bir ruh, yamuk bir beden ve daha nicesi.

"Söylesene biz gidince bizden geriye ne kalacak Patrik?"

"Bir hoş seda. Şaka şaka bir boş hevâ."

"Şakacı seni, bu lakırdıları kimden öğreniyorsun?"

"Laklak Sezai'den."

"O kim Patrik?"

"Az önce ölen yamuk bedenin içindeki mahluk."

"Adama öyle diyorsun ama senin ve o Laklak Sezai'nin bir bedeni bile yok, nabeerrr?"

"Koskoca bir simetri hastanesinde yaşıyorsunuz. Hepiniz simetrik, mükemmel görünümlerin, muazzam hayatların peşindesiniz. Bunca çabaya rağmen insanlar yamuk, pencereler ve biz nizamiyiz. Sizler gibi olmaktansa bedensiz olmaya razıyım!"

"Senin dilin fazla sivrilmiş, dikkat et keserler!"

"Dilimin kesilmesi demek senin hiç oksijen alamaman demek."

"Zaten alamıyorum ya atmosferde yüzde yirmi buçuk olan oksijen bu az kullanılmış odada yok. Tüple veriyorlar, görmüyor musun?"

"Görmez olur muyum, benim kastettiğim bu tüpün bile sana nefes almak için yeterli oksijeni sağlayamaması."

"Allah senden bin kere razı olsun Patrik, yarama tuz oluyorsun!"

"Her zaman efendim, siz buyurun yeter ki."

*********

Kapı açılıyor içeri Nasılsın Hanım giriyor. Hoş geldin Nasılsın Hanım. Hoş bulduk, nasılım canım? Bugün kaç doz vakit yazacaksınız ömrüme?

"Nasılsın?"

"İyiyim, sağ olun. Çikolatamı verin de yüzümde güller açsın."

"Buyrun, koca bir dilim çikolata size. "

Nasılsın Hanım, çikolatamı verip nizami pencerenin yanına gidiyor, mermerin üstündeki çiçeklerimi şöyle bir eliyle yokluyor.

"Bu çiçekler ölmüş, baksanız ya kupkuru!"

O çiçekleri burada kalıcı olduğumu öğrenince evimden getirmiştim, çiçeklerim bensiz ne yapardı? Benimle de yapamamışlar ya, neyse! Öldüklerine çok sevindim, tabutuma -aman ne tabutu canım, masama- sığmıyordum şimdi biraz daha sıkışacağız. Olsun sıkışırız canım.

"Öyle mi? Öldüklerine çok üzüldüm, onların yerini neyle dolduracağım ben?"

"Üzülmeyin, aynılarından aldırırım size."

Olmadı şimdi yeni ölü çiçeklere nasıl yer bulacağım, ben bu tabutta. Hay Allah, yine iç sesimin dili sürçtü!

"Çok naziksiniz, sağ olun. Mutlu olurum."

"Ne demek. Gelin sizi biraz dışarıya çıkarayım. Tekerlekli sandalyeye oturmanıza yardım etmemi ister misiniz?"

Dışarı mı? Benim dikişlerim var yahu. Dikişlerimin yeri bu denli sancırken ben tekerlekli sandalyeye binip dışarıya mı çıkacağım? Dışarının varlığını unutabilirim ama dikişlerimin varlığını asla!

"Sağ olun, kendimi dışarıya çıkacak kadar iyi hissetmiyorum. Başka zaman inşallah."

"Peki, siz bilirsiniz."

Nasılsın Hanım, bana bozuldu galiba. Çıkma teklifini kabul etmedim ya ahaahhahahahaha. Ahhhh! Gülünce birazcık sarsıldım diye dikişlerim iyice acımaya başladı.

"Hayat, şuncacık mutluluğu bile bize çok görüyor Patrik!"

"Senin dikişlerin neredeydi?"

"Kalbimde Patrik kalbimde."

"Laklak Sezai derdi ki kalpteki dikiş hiç iyileşmezmiş. Hele bir de yama gibiyse sızlar dururmuş."

"Laklak Sezai de çok bilmiş! Doğru da bilmiş. Benim sızım da dinmiyor."

"Hem de ne çok bilirdi. Dedim ya çoğu lakırdıyı ondan öğrendim ben."

"İyi halt etmiş sana öğretmekle, dır dırdan başka bir şey yaptığın yok!"

"Hıhhh. Paşazadeyi memnun edemedik mi? Af buyurunuz beyim!"

"Neyse az ses etme de uyuyayım, biraz da kalkınca sataşırşın. Çok yorgun hissediyorum kendimi. Aaaa, durr! Az kalsın unutuyordum."

"Neyi?"

"Listeyi okumayı."

"Aa, seninde ağzından cımbızla laf alınıyor. Ne listesi olduğunu da söylesene!"

"Geçen gün Nasılsın Hanım dedi ya, "Uykunuzda hep bir şeyler sayıklıyorsunuz ama ne dediğiniz tam anlaşılmıyor." Ben de uykumda sayıklanmayacak şeylerden bir liste yaptım. Uyumadan önce listeyi tekrar tekrar okuyayım ki olur olmadık şeyleri sayıklamayayım."

"Bu fikir tutmaz. Uykudayken sayıklayacaklarını seçemezsin. Çünkü bilincin de uykudadır. Laklak Sezai derdi ki: "Uykudayken bilinç uyur, bilinçaltı gün yüzüne çıkar." O yüzden boşuna vakit kaybetme, en iyisi sen yırt at o listeyi."

"Bu Laklak Sezai filozof falan mıydı? Eğer değilse yazık olmuş doğrusu. Neyse Patrik, uyuyorum ben."

"Uykunda uçurumlardan düş, denizlerde boğul, yangınlarda yan, bilinçaltındaki kokuşmuş arzularınla yüz göz ol, hiçliğinin ayırdına var, ölümün ölmediğini anla!"

"Seni lanet, cüretkâr pislik! Hadsiz, yüzsüz şeytan! Tüm sinirlerimi hoplattın, damarlarımı atlattın, kalbimi yerinden sıçrattın!"

Ahhh kalbim! Bir hadsizin yüzünden niye bu denli hızlı atıyorsun? Peki ya saatimin tiktakları niye kalbim kadar hızlı çarpıyor? Hâlbuki dedemden kalmaydı bu saat. Onun kalbi gibi yavaş atmalıydı. Şimdi, benim kalbime bakıp mı bu kadar hızla ilerliyor bu saat? Sen kalbime bakma, o ne zaman duracağını bilir. Yoksa… Yoksa sen de mi ne zaman duracağını bilirsin? Bu denli hızlı olman ömrümün de bu kadar hızlı akıp gideceğini mi gösteriyor, sen durduğun zaman kalbimde mi duracak? Ölüm sana yakın mı demek istiyorsun? Ölüm kime uzak ki? Ama… Ama ben ölümü bunca istememe rağmen niye ölmekten bu kadar çok korkuyorum? Ahhhh! Kalbimdeki sızı gittikçe artıyor! Patrik! Patrik! Nasılsın Hanım'ı çağır! Patrik'in sesi soluğu çıkmıyor, hiç susmuyordu oysa ki. Can havliyle yatağın başındaki acil durum butonuna basıyorum, Patrik'in bana bir faydası yok! Ben ağrılardan inlerken içeriye Nasılsın Hanım ve bir doktor giriyor. Doktor kalbimi dinliyor, merak etmeyin hiçbirimizi ele vermiyorum. Ahh! Nasılsın Hanım, bakma bana öyle hastalıklarım sana da geçmesin! Ne o doktor kalbim sana bir şey söylemedi diye şimdi de kalp masajına mı başladın? Oksijenimi mi arttıracaksın? Yetmez! Laklak Sezai doğru söylemiş kalpteki dikişler iyileşmez. Benim kalbim iyileşmez doktor! Al şu hüznümü koy cebine, benden geriye bir boş hevâ ve bir de bu koskoca hüzün kalacak çünkü. Ama sakın, onu reçete yazarken kullanma! Başkalarına da bulaşmasın.

"Patrik! Gidiyorum ben bir şey diyor musun?"

"Hasan ve Patrik sobe!"

"Yine mi dalga peşindesin Patrik, son anımızda bile mi?"

"Ölüm bizi sobeledi."

Hasan ve Patrik sooobbbeeeeeeeeee!