İhsan-ı Hayat

Yasemin Karabacak

İHSAN_I HAYAT

“Heyy ! gidi günler” diyerek kolundaki -tam 35 yıldır çıkarmadığı emektar yol arkadaşı- saate baktı. “ Bizim zamanımızda öyle kolay değildi saat almak, ne saati doğru dürüst ayakkabı bile bulamazdık. Zor yıllardı zor.“ diye anlatırdı saatin hikâyesini. Saat dokuz buçuğa yaklaşmıştı. Birazdan tüm daire bir çay molası verecekti. Elinde yılların eskitemediği çay tepsisiyle Hatice Hanım girecek, alışkanlıkla dairenin en büyüğü diye ilk ona getirecekti çayı… Az demli, şekersiz, duble bardakta… 20 yıldır çayına şeker atmaz olmuştu. Bir sabah vapur iskelesinde Vesile -onun pantolonundan yaramaz çocuklar gibi çıkmaya çalışan göbeğine baktığı anlaşılmasın diye -öylesine karşı sahile bakarken söyleyivermişti. ”İhsan Bey yediklerinize biraz dikkat mi etseniz..” Ona belli etmedi ama kaç gün kendine gelemedi. ”Yaşlandık mı yahu..Daha dur bakalım önümüzde ne yıllar var. Şimdiden perhize mi gireceğim...” Ama o günden sonra da çayına attığı iki kesme şekeri bir daha almadı.

“Koca mühendis gidiyon mu sen?”

Elinde bir pasta içeri girdi Mehmet Şef. İçi ısındı onu görünce. Oğlu olsa bu kadar severdi. Çok emeği vardı üstünde, ona işi kendisi öğretmiş, ne zaman başı sıkışsa maddi manevi yardımda bulunmuştu. Allah var vefalı çocuktu Mehmet. O da onun hiçbir iyiliğinin altında kalmamıştı. Evlendiğinde kendisini nikah şahidi yapmıştı örneğin. Her bayramda da mutlaka elini öpmeye getirirdi hanımını, çocuklarını. Çocuklar kendisine dede der, İhsan Bey de bundan çok büyük keyif alırdı.

“Hadi bakalım bunca yıldan sonra seni boş mu göndereceğiz. Bir kutlama pastası yiyelim değil mi?”

Dairede bir alkış koptu. Gözleri doldu İhsan Bey’in. Alt dudağını ısırdı, gözleri Vesile’yi aradı. Ondan medet umar gibi baktı. Vesile koşarak geldi, elini tuttu sımsıkı. İhsan 30 yıl öncesine gitti.

“Ben kızımı dağ başlarında ömür tüketsin diye doğurmadım. Bu iş ol-ma-ya-cak . Kimse kusura bakmasın. Hadi oğlum gençsin unutursun bulursun seninle ömür çürütecek birini. Benim sana verecek kızım yok.”

2 yıllık nişanlısı hiç itiraz etmeden getirip eline bırakıyor yüzüğü. Gözleri kızarmış belli ki ağlamış ama yok işte onun da eli kolu bağlı. Ailesine karşı çıkamamış besbelli.

“Ben de gurur yaptım ha. Yanımda olmayanın ömrümde ne işi var diye düşündüm. Hemen ilk trenle atlayıp gittim yeni görev yerime. Elazığ’ a... Bir daha gönül defterimi açmadım kimseye.”

Vesile’nin elini elinde hissedince ince bir pişmanlık sarıyor içini... ”Keşke önceden karşılaşsaydım seninle...”

Yenilen pastalardan içilen çaylardan sonra bir sessizlik çöktü aniden. Eee iş beklemez. Herkes masasına döndü, hepsinin ağzında bir veda cümlesi:

“Tekrar hayırlı olsun abi.” “Eee artık rahat rahat uyursun.”

“Sabahları iskeleye koşmana da gerek kalmadı artık” dedi Türkan Hanım. Dedi de kadıncağız hemen pişman oldu söylediğine. Bunca zamandır yüzüne vurmadığını anlayınca bir kez daha terliyor İhsan Bey. Artık gitme zamanı geldi hissediyordu. Saatine baktı.

Saat ona geliyor. Ya da sona geliyor dedi içinden. Hızlıca vedalaşıp kaçarcasına çıktı ordan. Vesile’ye son bir bakışı da ihmal etmedi...

Ertesi gün akşam üstü iskelede bekledi İhsan Bey. Taa kii kalabalıktan Vesileyi seçene kadar gözleri...

Kolundaki saat tam yeniye* beş varı gösteriyordu..

*yeni bir ömür anlamında..