Çıkış

İrem İlayda Karkı

Armağan kol saatini almanız için belirtilen yerde belirtilen günde bulunmanız gerekmektedir.

Geçip giden zamandan yadigar bir kol saati. Kolundaki saate bakıp saniyenin ne kadar uzun ve ne kadar kısa olduğunu düşündü. Dilekçesine gelen yanıtı okurken çok uzundu. Vesile ile vedalaşırken kısacık. İskeleden ayrıldığından beridir öylece yürüyordu İhsan bey. Her zamanki geçtiği güzargahtan ilerlemedi bugün. Küçük kızın sevdiği çörekotu kokulu sıcacık ekmekten almayacaktı. Bugün dün değildi. Yarın bugün olmayacaktı. Ama bugün yarına ne kadar benzerse o kadar kolay alışacağını düşündü. Neye alışacaktı? 7:50 vapuruna yetişmesine gerek olmamasına mı, yoksa vapurda arka güverteye koşar adım giderken hissettiği nefes darlığının olmayacak olmamasına mı? Yarını düşünmek istemedi. Gökyüzüne baktı. Güneş batmak üzereydi. Bugün biraz fazla oyalanmıştı dışarıda. Zehra Hanım meraklanacaktı. Adımlarını hızlandırdı. Eve birkaç adım kala fırından 2 ekmek aldı. İlk defa adımları onu geriye sürüklüyordu. Akıntıya kürek çekercesine eve attı kendini. Zehra hanım kapıda karşıladı. İhsan beyin elinden ekmekleri alırken içini kitap gibi okudu. Burukluğu buldu. Alışacak dedi içinden ancak burukluğu fark ettiğini yansıtmadı İhsan beye. Ayak üstü hoş beşten sonra sofraya yöneldiler birlikte. Büyük kızın evliliğine alışamamıştı İhsan bey, gözleri sofrada onu aradı. Seda, sedasız bırakmıştı yüreğini. Semra da yoktu. Yine üşütmüş dedi Zehra hanım. İçten içe sinirlense de kalbi sızladı. "Nane çayı mı yapsan hanım?"

Ertesi gün saat 06:25 gibi uyandı İhsan bey. Kalktı, hazırlandı, iş kıyafetlerini giydi. Zehra hanım henüz uyanmamıştı, onu uyandırmak istemedi. 07:43 gibi evden çıktı. Yine vapuru kaçıracağım düşüncesiyle biraz hızlansa da çok çaba sarf etmedi. Bir an duraksadı. Uzunca bir andı. Önceki gün emeklilik yazısını okuduğundaki an gibi uzun bir an. Mutlu mu olmalıydı, üzülmeli mi bilemedi. Sadece durdu. Zaman aktı, insanlar yürüyüp yanından geçti, vapurlar geldi gitti. O sadece durdu. Tüm hayatını gözden geçirdi. Özellikle çalışma hayatını. Hatalarını, başarılarını, dostluklarını... Vesile'ye düşündü. Çalışma arkadaşı değil de kızı gibi olmuştu. Sanırım en çok onu özleyecekti. Üzülüyor muydu? Evet üzgündü. Alışık olduğu bir hayatı bırakıp, bilmediği bir hayata geçiş yapmıştı adeta. Emekli insanlar kaçta uyanır, gün içinde neler yaparlar hiç bilmiyordu. Kafasının içindeki labirentte yolunu bulamadı. Zehra hanımı özledi sonra. Böyle anlarda en çok onu dinlemek isterdi. Ses tonunun sakinliği onu da sakinleştirir, duygularını anlatmasa da onun her halükarda bunu biliyor olmasını şaşkınlıkla izlerdi.

Güneş tepeye çıkmıştı, artık rahatsız ediyordu. Oturduğu banktan kalkıp eve doğru yol aldı. Eve yaklaştığında balkonda Zehra hanımın endişeli bekleyişini gördü. Ne açıklama yapacağını düşündü, bir şey bulamadı. Zehra hanım da soru sormadı. Sadece kahve yapayım, dedi ve uzaklaştı. Zehra hanım mutfağa geldiğinde derin bir nefes aldı. Emekliliğinin ilk gününde ve sabahın bir vakti İhsan beyin haber vermeden dışarı çıkması endişelendirmişti onu. Ama şimdi anlıyordu. Kıyafetleri ve iş çantası saklanan bu sırrı ele vermişti. Alışacak dedi içinden. Kahvesini içerken derin düşüncelere daldı İhsan bey. Şimdi ne yapacaktı? Zehra hanım bu soruyu duymuş gibi bir tavırla sessizliği bozdu.

"Kapının önündeki bahçeyi düzenlemek istiyordum uzun süredir. Ev işlerinden vaktim olmuyor. Onu beraberce düzenlesek nasıl olur? Bir şeyler ekeriz."

Olur dedi İhsan bey. En azından bir iş. Meşguliyet.

Sonraki bir ay bahçe ile uğraştılar. Maydonoz, nane vs ektiler ve göze de hitap etsin diye rengarenk çiçekler. Bir de küçük masa ile 2 sandalye koydular. Kahvaltıdan sonra burada vakit geçiriyorlardı artık. İhsan bey bu düzene alışmaya başlamıştı ancak hala bir eksiklik hissediyordu içinde. Biraz da eski yaşamını özlüyordu. O zamanlar bir işe yaradığını daha çok hissediyordu. Daha üretken, daha faydalıydı. Şimdi köşesine çekilip uzaklaşmak... Alışacaktı. Bu dalgınlıkla, bu yaşta çalışmak iyi sonuçlar getirmeyebilirdi zaten. Geçen gün zaten gözlerinde takılı olan gözlüğünü aramıştı iki saat. Aynada kendini görene kadar fark etmemişti. Eşyalarını koyduğu yeri unutmaya başlıyordu artık. Oysa eskiden ne güçlü hafızası vardı. Yaşlılık diye geçirdi içinden. Ama Zehra hanımın içi hiç de rahat değildi. İhsan beydeki bu değişimleri uzaktan izliyordu ve sadece yaşlılıkla açıklayamıyordu. Doktora gidelim demişti de ikna edememişti İhsan beyi. O akşam yine konusunu açtı ve yine hayır cevabı aldı.

Ertesi sabah saat 06:25 gibi uyandı İhsan bey. Kalktı, hazırlandı, iş kıyafetlerini giydi. Zehra hanım henüz uyanmamıştı, onu uyandırmak istemedi. 07:45 gibi evden çıktı. Vapuru kaçıracağım düşüncesiyle biraz hızlansa da yetişemedi. Bir sonraki vapuru bekledi. Arka güverteye ilerledi Vesile'nin de orada olabileceği düşüncesiyle ama yoktu. Vapurdan inince biraz telaşlandı. Bugün her zamankinden daha da geç kalmıştı. Türkan Hanım bu kez kırmızı G harfini işaretlemiştir diye düşünüyordu. Hızla binaya girdi, koşar adım merdivenleri çıktı. Nefesinin daraldığını hissetti. Biraz soluklandı, sonra devam etti. Türkan Hanım odasında değildi. Bekleyip masasına geçmek arasında kararsız kaldı. Biraz bekledikten sonra masasına yöneldi. Masanın üzerinde başkalarının eşyaları vardı. Yavaş yavaş odadaki bakışların kendine yöneldiğini fark etti. İhsan abi gelmiş, hoş gelmiş laflarını duydu. Yanına gelip nasıl olduğunu soruyorlardı. Sonra Vesile'yi gördü. Tüm bu anlamsızlığı unutup gülümsedi. Vesile'nin de gözleri ışıldadı. O da gelip hoş geldin, dedi. Vesile'nin de böyle davranması tuhaftı. Durdu, düşünmeye çalıştı. Kafasındaki labirent bu kez çok karışıktı. Anlamaya çalıştıkça daha da karışıyordu. Vesile bir şeylerin ters gittiğini anladı ve İhsan beyi müsait bir yere götürüp neyi olduğunu sordu. Asıl sizin neyiniz var dedi İhsan bey. Vesile anlamasa da tebessüm edip emeklilik nasıl gidiyor dedi.

"Emeklilik mi?"

İhsan bey hiçbir açıklama yapmadan çıktı. Zehra hanıma gitmek istiyordu. Bu kez farklıydı. Bu labirentin çıkışı bir başka labirente açılıyordu. Düşünmek istemedi. Bahçe kapısında karşıladı Zehra hanım onu. Tek bir bakışla anladı. Küçük bir çocuk vardı karşısında sanki. O küçük çocuğun ellerinden tuttu, yüzünü sevdi. Evet, şimdi İhsan bey tüm labirentleri yıktığı yerdeydi.

İrem İlayda Doğan