Flanör

Beyza Betül Özcan

FİLANÖR

Bakakalıyor. Bir an. Çok kısa bir an. Şimdi elinde Personel Müdürlüğü’nden gelen yanıt. Bir an. Emekliliğe hak kazandığı an. -Ana alarm. Sorumluluk bilinci görev namusuyla karmakarışık, fırlıyor güç kaynaklarına doğru. Göstergeleri gözden geçiriyor hızla, sonra güç dağılım barasında yer alan sigortaları; ölçü aygıtlarını koşturuyor. O an, donup kaldığı an gerilerde kalmış, şimdi elleri tüm organlarından bağımsız, salt beyniyle işbirliğinde çalışıyor. Beyni ve elleri, işin ve emeğin yücelttiği saygın yapıcılıkta bir arada, aynı anda, sessiz, savsız ama becerikli, akıllı. - Armağan kol saatini almanız için belirtilen günde, belirtilen yerde bulunun.-

Aşırı akımdan kaynaklanan bir sorun oluşmuştu belli ki ve bara korumasını kapatması için gerekli sistemi çalıştırmıştı. Sesler kesilmişti. İlk gece nöbetini sorunsuz tamamlamanın haklı gururuyla alnındaki teri silmişti.

Akşam olmak üzereydi. İhsan Bey bir kolundaki saate baktı bir de avucundaki saate. İkisinde de zaman farklı akıyordu onun için. Kimse aksini iddia edemezdi. Ona göre zaman öznel bir şeydi. Saniyelerle değil anlarla ölçülmeliydi değeri. Yaşadığının farkında olmadığın anlar da ömürden sayılıyordu ya en çok da ona içerlerdi. Bu yüzden hayatı boyunca hep anlara, anılara değer verdi. Gençliğinde herkes bir şeylerin koleksiyonunu yapardı. Pullar,kalemler,zarflar,çakıl taşları, hepsi bir gün yok olacaktı. İşte taa o zamanlar karar verdi; anı koleksiyoncusu olacaktı. Varsa yaşanacak bir ömür, güzel anılarla süslemeliydi. İleride torununu dizine oturttuğuda anlatacak bir şeyleri olmalıydı. Telefonu çaldı, arayan kızıydı. Merak etmiş, akşama yemeğe geç kalma, diyordu. Peşine soruları sıralayacaktı ki İhsan Bey kolundaki saate baktı; birazdan vapur geliyor kapatmam lazım, dedi. Kolundaki saat tam otuz üç yıldır vapurun saatine göre ayarlıydı. Hayat İhsan Bey için tam otuz üç yıldır vapurun kalkış saatine göre şekilleniyordu. Zaman kavramı vapura binmeden önce ve indikten sonrası içindi. Geri kalan o anlarda vapurun keyfini çıkarmaya çalışırdı. Zamanı unutur kâh içeride kâh dışarıda geçirirdi yolculuğu. Genellikle geç kaldığı için kapıya yakın yerlere oturmaya gayret ederdi. İhsan Bey avucunu açtı. Edıfıce modeli gümüş kordonlu Casıo marka bir saatti orada duran. Saate baktı ve bir kez daha neden oraya gittiğini sorguladı. Emeklilik kararı alelacele verilen bir karar değildi onun için. Üzerine bolca düşünmüştü. Fakat mektup eline geçer geçmez kararından pişman olmuştu. O son cümle ‘’ Armağan kol saatini almanız için belirtilen günde belirtilen yerde bulunun.’’ Her şey için çok geç dedi içindeki ses. Ee daha geçen gün “İhsan tam zamanıdır “ diyen de o ses değil miydi? Ne olursa olsun içindeki burukluğun adını koyamıyordu. Sadece avucundaki saate bakıyordu. İlk defa iyi bir iş ettin ve gideceğin yere geç kalmadın be İhsan, diye mırıldandı yarım ağız. Personel İdaresi Başkanlığına çağrılmıştı. Günlerden pazartesiydi. Haftanın ilk iş gününde sanki hiç emekliliğe ayrılmamış gibi - henüz iki gün olsa da - erkenden kalkıp takımlarını giymiş güzelce hazırlanmıştı. İçinde yirmi üç nisan çocuğu coşkusu ve de heyecanı vardı. Sanki az sonra tüm stadın önünde şiir okuyacaktı. Daha hediyesi takdim edilmeden gururlanmıştı. Bir an durdu. Aynadaki silüeti ile karşılaştı. Beklenmedik bir andı onun için. Hadi hadi kandırma şimdi beni, için buruk biliyorum, diye söylendi. Ne yapacaktın ya? Kolay değil otuz üç sene bu vatana millete hizmet ettin. Her yeni yaş kendi ile beraber hastalık getirdi. İş yerine de yeni iş arkadaşları. Hepsi çocuğum yaşında. Fişek gibi delikanlılar var aralarında. Gözleri parlayan genç kadınlar. Pırıl pırıl hepsi. Ben onları evladım bildim bilmesine de çağı yakalamak da çok zormuş be. Hep bir koşturma. Baksana kaç kere geç kaldım da sağolsun Türkan Hanım yine de anlayışla karşıladı beni. Gözleri dolmuştu İhsan Bey’in. Eeh tamam artık alt tarafı bir saati teslim almaya gideceksin ne bu hüzün? Sanki devlet nişanı takacaklar! Evet devlet nişanı takacaklardı. İhsan Bey'in dedesi gaziydi. Onun savaş anıları ile büyümüştü. Her daim yanında taşıdığı devlet nişanesine bakar bakar iç geçirirdi. Çocuk aklıyla dedesinden koparmaya çalışmış hemen yakalanıvermişti. Ne yapacaksın bunu, sorusuna yakama takıp okula gideceğim, demişti. İşte o zaman dedesi; sen de büyü vatanına hizmet et iyi bir insan ol sana da takarlar elbet, demişti. O gün belki de bugündü. Devletin hizmetlerine karşılık takacağı saat ona kendini değerli hissettirmişti. İhsan Bey kapıya doğru yöneldi. Girişte boyası eskimiş duvarda asılı olan çerçeveye baktı. Karısı Nalan her zamanki gibi tebessüm ediyordu. Güle güle git bey der gibi. En çok da o mutlu olmuştur diye iç geçirdi. Ah be İhsan Beyciğim akşama kadar çalışıyorsun, çok yoruluyorsun sana kıyamıyorum. Emeklilik gelse de şöyle beraber güzel bir tatile çıksak. Hem o zaman kızımız da birini bulmuş evlenmiş olur. Böyle konuşmuştu karısı yıllar önce. Ah be Nalan Hanımcığım ne tatile gidebildik ne de kızımız birini bulup evlendi. Bak görüyorsun ya sonunda emekli oldum. Keşke sen de bugünleri görebilseydin. İhsan Bey dün geceden boyayıp hazırladığı ayakkabılarını giydi. İçeride uyuyan kızını uyandırmamak için kapıyı usulca açıp dışarı çıktı. Vapura doğru yol aldı. Bu kez geç kalmamıştı. Vapurdan inince Eminönü’nü gezdi. Öyle telaşsız öyle sakin. İyi oldu ya böyle gönlümce gezeceğim artık. Hafta sonu çok kalabalık oluyordu. Ne o öyle sırt sırta. Gündüzler çuvala mı girdi diye hayıflandı. Kendi kendine kararlar aldı. Yine kendinden başkasına duyurmadı. Her gün işe gider gibi vapura binip karşıya geçecek aylaklık yapacaktı. Flanör İhsan diyeceklerdi. Sokak sokak anı toplayacak dost meclislerinde caka satacaktı. Haketmişti ya bu kadarcık olmasa mıydı. Yıllarca her sabah hazırlanıp vapura binmiş karşıya geçmişti. Bunca yılın alışkanlığını bırakmak kolay olmayacaktı. İhsan Bey bunu asla kendine itiraf edemedi. Gerçekten derdi flanör olmak değildi. Hem dizleri de ağrıyordu. Fakat sabahları başka ne yapılır bilmiyordu. Yarım saat sonra denilen yere geldi. Personel Müdürlüğü binasından içeri girdi. Kapıda görevliye elindeki kâğıdı gösterdi. Görevli onu müdürün odasına çıkardı. Müdür Bey odasında değildi. Görevli, Müdür Bey’in birazdan geleceğini beklerken bir şeyler içmek isteyip istemediğini sordu. İhsan Bey, “çay” diyebildi sadece yabancı bir ortamda olmanın verdiği tedirginlikle. Beklerken odayı incelemeye başladı. Son derece ferah bir odaydı. Sırtını döndüğü duvarda konsola benzer bir dolap vardı. Dolabın üzerinde sıra sıra plaketler diziliydi. Plaketleri görünce utandı. Çocukça bir mahcubiyetti bu. Buraya gelirken hem tedirgin hem de devlete olan hizmetlerinin ödüllendirilecek olması onu heyecanlandırmıştı. Bir an kendinin de dedesi gibi büyük bir adam olduğunu düşünmüştü. Kendine, yaşına başına bakmadan çocuksu bir hevese kapılmasına acıdı. Belli ki Müdür Bey geldiği konumun hakkını veren, başarıdan başarıya koşan biriydi. İhsan Bey ise bugüne kadar hep kalkmak üzere olan vapurların arkasından koşmuştu. İş yerinde azimli fakat hırslı değildi. Verilen görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışır üst makamlarda gözü olmazdı. Yıllardır yerinde sayan bir memura plaket verecek halleri yoktu ya. Belki de bu saati emekli olan diğer kimselere de veriyorlardı. Sıra sıra dizilmiş plaketlerin yanında ona verilecek olan saat bir anda önemini yitirdi. Öyle ki İhsan Bey’in sabah evden çıkarken hissettiği çocukça heyecanı sönmüş, tekrardan sıradan bir memur olmuştu. Odanın kapısı açılmış içeriye kırk yaşlarında, geniş omuzlu, gür saçlı bir adam girmişti. İhsan Bey hemen oturuşunu düzeltti. Sehpada içmeyi unuttuğu çayını önüne doğru çekti. Müdür Bey koltuğuna yerleşince yüzüne tatlı bir tebessüm takındı. İhsan Bey’e beni tanıdınız mı, dedi. İhsan Bey bu cümleyi duyunca çok şaşırdı. Hoşgeldiniz demesi gerekmiyor muydu? Sonuçta kendisini onlar çağırmıştı ve buranın yabancısıydı. Nereden tanıyor olabilirdi ki? Müdür Bey’in daha alın çizgileri bile belirmemiş, saçları ağarmamıştı. Karşısında duran insan okuldan arkadaşı olamayacak kadar küçüktü fakat başarıları hatırı sayılır derecede çoktu. Demek ki tecrübe bazılarına erken geliyordu. Müdür Bey’in soruyu tekrarlaması üzerine İhsan Bey daldığı düşünce deryasından sıyrıldı. “Mazur görün Müdür Bey, tanıyamadım sizi”, deyiverdi. Ben Fırat Damar’ın oğluyum. Babamla asker arkadaşıymışsınız. Sizi çok anlatırdı. Ben çok küçükken Hatay’ a ziyaretimize gelmiştiniz. Hayal meyal hatırlıyorum. Sonrasında isminiz yıllarca hatırımda kaldı. Tekrar karşılaşmak bugüne nasipmiş. Emeklilik isteğinizi beyan edince hediyeyi - saati kast ediyordu - bizzat ben takdim etmek istedim. İhsan Bey’in şaşkınlıktan göz bebekleri büyümüştü. Öyle ki Hatay’ a gittiğini bile unutmuştu. Müdür Bey babasından,kendisinden anlatmaya başlamıştı. İhsan Bey’in de hikayesini çok merak ediyor ona sorular yöneltiyordu. İhsan Bey de Müdür Beyi çok sevmiş koyu bir sohbete dalmışlardı. Çaylar tazelendi. Saat takdim edildi. İhsan Bey’ e hizmetlerinden ötürü teşekkür edildi ve eller sıkıştı. İhsan Bey asker arkadaşının numarasını alıp onu İstanbul’ a davet etti. Sözler verildi. Allah’ a emanet edildi. İhsan Bey binanın kapısından dışarı adımını attığında üzerinde bir hafiflik hissetti. Vesile’yi düşündü. Vapur arkadaşım derdi ona kızı gibi severdi. Çok konuşmasalar bile iyi bir yol arkadaşıydı. İş yerindeki gençleri, Türkan Hanım’ ı özleyecekti. Bir an gidip onları ziyaret etmeyi düşündü. Daha çok özlemek için kendine zaman verdi. Hem kızı evde bekliyordu. Sandığı kadar sancılı geçmemişti bugün. Artık zaman daha yavaş akacak vapura yetişmek zorunda olmayacaktı. Çok güzel anılar biriktirmişti. Yenilerine yer açmanın zamanı gelmişti. Yaz gelince kızını da alıp tatile gitmeye karar verdiğinde bir ayağı vapurun merdivenindeydi. Boş koltuklarının birine yerleşti. Kolundaki saati çıkarıp Müdür Bey’in verdiği saati taktı. Saat tam on yedi sıfır beşti.

Beyza Betül Hanım Merhabalar,

Öykü stabil anlatım halinde aktarılmış. Anlatmak yerine göstermemiz gereken noktalar da anlatmak tercih edilmiş. Yazarın kendi tercihi elbette. Metne biraz daha hareket katardı. Vapur var. Ama vapurdaki onlarca sesten herhangi bir tanesi konuşmuyor mesela. Simitçi geçmiyor. Martılar bağırmıyor. Bunların dışında derli toplu ve sakin bir öykü olmuş. Elinize sağlık :)

Güzel cümle:)

ben de beğendim :)

Çok güzeel:)

merak etmişti, desek daha oturur gibi.

Bu cümleyi çok sevdim

Burada bir hızlılık var, ya da ben anlayamadım.

sonradan okuyunca fark ettim ben de önceki cümlelerde yer vermem daha doğru olabilirdi. sonraki cümlede ilk iş günü diye de belirtmişim fazlalık gibi durmuş peşpeşe gelince :/

yeni bir paragrafa başlansa daha iyi olabilir sanki

yansıma daha uygun sanki

Olabilir evet

Bir cümlede iki tane -da fazla olmuş.

Bunun yerine 'diye cevap vermişti' olsa daha uygun olur.

Asıl metinde iki kızı vardı diye hatırlıyorum

soru işareti kullanılmalıydı.

Çok güzel bir detay

hoş bir cümle olmuş burası.

ben de burayı beğendim

:) sahiciliği pekiştiren, okurun zihninde sahnelemesine yardımcı olan ve samimi bir hareket olmuş karakterdeki.

" içine alınmalıydı.

Nasıl tanısın adam. Müdür bey de yani :))

Söz etmeye başlamıştı olsa daha uygun olur.

El sıkışıldı.

ya da eller sıkıldı

Konuşuyorlardı aslında.

merhabalar. derli toplu ama biraz durgun bir hikaye olmuş, elinize sağlık.

Merhaba, uzunca ve detaylı bir devam olmuş. Anlatım sakindi. Bu, ilk metinle dokusal bir uyum sağlamış aslında. Ama üslup tam yakalanamamış gibi geldi. Karakter anlamında da biraz kopuk geldi. Detay vermek güzel tabii ki ama durağan metinlerde biraz dikkati dağıtabiliyor. Biraz azaltmaya gidilebilir. Emeğinize sağlık.

Merhaba, İhsan Bey'in emekli olmayı istese de alıştığı hayattan vazgeçememesini güzel aktarmışsınız. Genel olarak iyi bir anlatımdı. Asıl hikâyenin anlatımına biraz daha yaklaşabilirdiniz diye düşünüyorum. Emeğinize sağlık 🙂

merhabalar. yazdığınız devam kısmı güzel ve uyumlu olmuş bence de. sadece Vesile sanki çok geri plana atılmış gibi geldi. asıl hikayede biraz daha çok bahsedildiği için devamında da bunu biraz bekledim sanırım. Emeğinize kaleminize sağlık :))

merhabalar beyza hanım :) öykünüzün kurgusu kendi içerisinde tutarlı olmuş. üslubunuz da güzel ama zorluğun amacı biraz da başka bir üslubu devam ettirmek gibi gelmişti bana. bu açıdan eksik diyebiliriz. ihsan beyin gelgitlerini ve emekliliğin yaşattığı karmaşık ruh halini güzel aktarmışsınız.

yazının içeriği haricinde başka bir şey sormak istiyorum? yazının boyutunu bilerek mi büyük kullandınız. açıkcası okurken beni biraz rahatsız etti. tabii takdir sizin. kaleminize sağlık :) bu arada samsunlu musunuz :))

Merhabalar beyza hanım kurgu biraz durağan geldi bana bir de ihsan beyin iç konuşmalarıyla yazarınkiler bir şekilde ayrılsa mesela ihsan beyin düşünceleri italik olabilir ya da tırnak içerisinde tabii tercih yazarımızın:) anlatımınız güzeldi gerçekçiydi emeğinize sağlık:)