***
… bulunmanız gerekmektedir. - elleri ve zihni artık bir olmuş, krizin verdiği o şokla birlikte sistemi kontrol altına alabilecek gücü kendinde bulmuştu. Türkan Hanım’ın seslenmesiyle gençlikten çıkmış kaçınmaya çalıştığı sona dönmüştü. İhsan Bey 33 yıllık emeğinin nişanesi olan hediye kol saatini düşündü. 33 yıla karşılık bir zaman gösteren ne kadar da ironik diye düşündü. Devletimiz öyle uygun gördüyse gidip almak icap ederdi. Gözleri Dursun’un getirdiği çaya takıldı, soğuk çayı dökmüş, yerine sıcacık bir çay koymuştu. Baktı, bardağın üzerindeki buhara gülümsedi. Artık ne çekingen bir çömez ne de yük olan bir yaşlıydı. Çayını rahatlıkla içebilecekti.
İçi burkuldu. Buydu işte, buraya kadardı. Ne gençlik ne de yaşlılık kalmıştı. O artık emekli olmak ve yaşamdan elini eteğini çekmek durumundaydı. Masasının başında oturur vaziyette dünyanın yükünü artık kaldırmayı bırakmış, tüm yük üzerine çökmüş haldeydi. Elindeki emekliliğini onaylayan yazıdan kafasını kaldırarak cama döndü. Hava ne kadar güzeldi. Bu daha bir canını sıkmıştı. Onun tüm dünyası artık bitmişken hava neden bu kadar güzeldi? O sessizce düşüncelerine gömülmüşken, karşı binanın çatısındaki martılar neden bu kadar gürültüyle yaşamın tadını çıkarıyordu? Baktı uzun uzun yine daldı maziyle olan buruk vuslatına.
Kriz anını başarıyla idare etmişti. Ondan sonra yalnız geçen gece nöbetlerinde sıklıkla yaşanan krizler kolaylaşmış, düzenin normal bir parçası haline gelmişti. Yumuşak, narin elleri artık pişmeye başlamış, zamanla nasırlar artmış, hissizleşen eller artık onun değil devrelerin bir parçası olmuştu. Yaşamın gereği evlenmiş, iki kız çocuğu olmuştu. Eşini bir hastalık yüzünden kaybetmiş, çocuklarını kendi büyütmüştü. Oldukça zorlu olan bu süreci idare etmeyi bir şekilde başarmıştı. Keşmekeş İstanbul’da kendi küçük yaşamında ufak âdetler edinmişti. Her sabah işe yetişmek için vapura koşar itiş kakış binmeyi başarırdı. İşe hiç geç kalmazdı. Sorumluluklarına, sözlerine kıymet verir, dürüst yaşamı kendisine amel ederdi. İşe geldiğinde Türkan Hanımdan imza defterini alır imzasını atardı. Masasına geçer karşı binadaki martılara günaydın dercesine başına eğerek sıcak bir gülümseme verirdi. Keratalar bu sabah da yaşam dolu, cıvıl cıvıl çığırıyorlardı. Dursun’un hazır ettiği sıcak çayı içerken üzerinden sabahın ayazını atardı. Mesai bitince İstanbul’un, akşamüstünün verdiği o huzur dolu sessizlikte rengârenk manavın yolunu tutardı. Manavcı Pala her akşam davetkârca yarın da bundan ayıracam abi sana uğramayı unutma diye fısıldardı. İhsan Bey meyve pek sevmezdi. Kızlarının hasta olmasından korkar, bünyeleri güçlü olsun diye her akşam alırdı. Bu tatlı yaşam düzeni sürüp giderdi.
Zamanla bu düzen değişmeye başlamış kızlar büyümüş kendi hayatlarını kurmuştu. İhsan Bey yine de her akşam meyve almaya devam ederdi. Yaşama küçük alışkanlıklarla tutunurdu. Bu döngüye işyerindeki yazıhanede çalışan Vesile hanım da dahil olmaya başlamıştı. Vesile orta yaşlarda, hayatını yalnız idame ettiren bir hanımdı. Vesile ile ruhlarının alışması fark edilmeden kendiliğinden gerçekleşmişti. Bazı insanlar kendilerini sessizce sevdirerek usulca yer edinirlerdi başkalarının hayatlarında. Vesile ile de öyle oldu. Artık İhsan Bey her sabah hızla vapura koşar, güvertenin arkasında konuçlanarak Vesileyi beklerdi. Vesile sanki sözleşmişlercesine her sabah güvertenin arkasına gelirdi. İnsanların yüzlerinden, sabah vapuruna binmek için verilen mücadele sonrası, zafer gururunun kısa geçişinin ardından nefret ettikleri işlerine yetişmek için verdikleri bu anlamsız savaşın tiksintisi okunurdu. Bu alışılmış sönük suratların arasında İhsan Bey ve Vesile karşılıklı sigaralarını yakıyorlardı. Sabahın ışığı vapurdan inmeleriyle sönüyordu.
İşyerine vardıklarında aralarındaki bu uyumu saklamasalar da yine de dikkatli olmak gerekirdi. İhsan Bey, Vesileyi zor durumda bırakıp hayatla arasında bağ kuran bu dosttan olmak istemezdi. Akşam olduğu vakit Vesile ile yolu uzatır, çarşıda dolaşırlardı. Çarşıda caminin kenarındaki bir banka oturur güvercinleri izlerlerdi. Köşe başındaki sarışın kör dilenci ile sohbetleri olmasa da bu küçük hayatlarının bir parçası olmuştu. İnsanlar akşamüstü işlerinden çıkıp aceleyle yorgun argın evlerine dönerlerken yaşamı kaçırdıklarının farkında değillerdi. Vesile ve İhsan Bey bu koşturmacada bir mola verip akşamüstünün verdiği ferahlıkta sessizce otururlardı. Bu molanın sebebi belki de aceleyle gidecekleri yerde, onları bekleyenin olmayışıydı. Birbirinin sohbetinden, sessizliğinden bu kadar keyif alan iki insanın koşuşturmasına gerek var mıydı? Bırakılsın da zaman, onlar için o bankta dursun. Hatta tekrar ve tekrar zaman, onlar için orada yeniden yaratılsın. Akşam kalabalığı dağılırken onlar için de evlere dönme vakti geliyordu. İskelede kısaca vedalaşırlar. Yarın aynı hayata dönmek için gözleri ile sözleşirlerdi.
Dursun’un seslenmesiyle maziden uyandı. Elindeki çayı yine içemeden soğumuştu. Dursun çayı tazeledi. Son çayıydı bu. Uzun zaman sonra da ilk olacaktı. Sakin sakin içmeye başladı. Bugün son kez Vesile ile dönecekti. Yaşamla bağı kopacaktı. Mesai bitmişti. Vesile ile usul adımlarla yürüyorlardı. Caminin yanındaki banka geldiler oturdular. Hava soğuk olmadığı halde İhsan Bey üşüdün mü diye sormuştu. Vesile üşümediğini belirtti. Vesile onun bu sorusu üzerine üşüdüğünü düşünerek garipsedi. Aslında oldukça normaldi İhsan Beyin üşümesi, vedanın getirdiği soğuktu bu. Sessizce güvercinleri izlediler. Son kez sarışın kör dilenciye baktılar. Son kez manava gittiler. Esnafı, ahaliyi, çarşıyı son kez izlediler. İskeleye varmışlardı artık ayrılık vakti gelmişti. Bu sefer gözleri buluşamadı, sözleşemediler yarın için… Gözler yerine eller buluşmuştu dönüşü olmayan bir ayrılıktı bu.
İhsan Bey her zamanki noktası olan güvertenin arkasına yerleşmişti. Sönük suratlı kalabalıktan biriydi artık. Denize daldı yorgun gözleri. Ölü kalabalık kadar duyarsız, uyuşuktu. Birden omzunda hissettiği elle irkildi. Derin bir uykudan uyanır gibi, mezardan kalkar gibi, hasta yatağından ayaklanır gibi canlanmıştı. Gözleri kocaman açılmış, nemlenmişti. Vesile karşısında duruyordu. Anlayamadı Vesile neden vapura binmiş arka güverteye gelmişti ki? Şaşırmıştı. Ne diyeceğini düşünüyordu. Vesile ona fırsat vermeden emeklilik hediyesi olan kol saatini almaya birlikte gitmelerini teklif etti. İhsan Bey kıymetli bir dostundan gelen bu teklifi şükranla kabul etti. Sözlere lüzum yoktu. İkisinin gözleri buluştuğu an korkuya gerek olmadığını anlamışlardı. Bu bir veda değildi. Gönüldaş olanlar için veda mümkün müydü ki? Sönük yüzlü kalabalığın ortasında ruhları kucaklayan denizi izlerlerken esen rüzgarın ardından İhsan Bey sordu: Üşüdün mü?