-elleri kadın bedenini tanımadan gözü kapalı belliyor devre şemalarını. Dokundu mu arıza tamam- emekliliğe hak kazandığı -merkezde tek başına ilk gece nöbetleri. Yeşil ışık sarıya dönüşüyor uyarı tablosunda birden. Fırlıyor yerinden. Sarı alarm! Tek başına. Gece nöbeti. İhsan'ın eline bırakılmış tüm donanımlar. Gece nöbetçisi İhsan. Tabloya ulaşamadan kırmızı ışık yanıyor birden. Ana alarm! Sistemler kesik! İhsan'ın nöbeti! Yuvarlak kırmızı ışıklar gözdağı verircesine dikili duruyor merkezin loşluğunda. Ana alarm! İhsan'ın nöbetinde kesik tüm sistemler. Okul, ilk devre şemaları, üç yıllık deneyimi olan her şey tümüyle uzaklaşmış kendisinden.
Bakakalıyor. Bir an. Çok kısa bir an. Şimdi elinde Personel Müdürlüğü’nden gelen yanıt. Bir an. Emekliliğe hak kazandığı an. -Ana alarm. Sorumluluk bilinci görev namusuyla karmakarışık, fırlıyor güç kaynaklarına doğru. Göstergeleri gözden geçiriyor hızla, sonra güç dağılım barasında yer alan sigortaları; ölçü aygıtlarını koşturuyor. O an, donup kaldığı an gerilerde kalmış, şimdi elleri tüm organlarından bağımsız, salt beyniyle iş birliğiyle çalışıyor. Beyni ve elleri, işin ve emeğin yücelttiği saygın yapıcılıkta birarada, aynı anda, sessiz, savsız ama becerikli, akıllı.- Armağan kol saatini almanız için belirtilen günde, belirtilen yerde bulunmanız gerekmektedir. (Gülderen Bilgili’nin Sevgi Hiç Bitmesin hikâyesinden)
Bütün o kahramanlıkları, fedakârlıkları, çalışkanlıkları bir anda, bir kâğıt parçasıyla, emeklilik dilekçesinin kabul edildiğini bildiren o kâğıtla son bulmuş, yalan olmuştu. Yine sol göğsünde o sızıyı duydu. Yakındaki banka oturdu. Elini göğsüne koydu. Vesile’ye baktı gülümseyerek. “Yok yok. Telaşlanma. Geçer şimdi,” dedi. Sigara paketini çıkardı. Bir dal çıkarıp dudakları arasına yerleştirdikten sonra Vesile’ye uzattı paketi. Sonra aniden iskelede vedalaştıklarını hatırladı. Gözlerini kırpıştırdı. Buğulandı görüntü. Bir daha açıp kapattı gözlerini. Vesile yoktu. Evet. Tabii ya, vedalaşmışlardı. İçini çekti. Kızı gibi severdi Vesile’yi. İş dönüşü vapurun arka güvertesinde yaptıkları sohbetler, Vesile’nin dertlerini dinledikten sonra bir baba gibi ona yaptığı nasihatler, eski anılarını anlatıp onu güldürmesi… Bir küçük vedayla nihayete ermişti. Ceketinin iç cebinden gümüş çakmağını çıkardı. Parmağını çakmaktaki yazının üzerinde gezdirdi. Adı yazıyordu, İhsan Bağcı. İş arkadaşları geçen yıl doğum gününde sürpriz yaptıklarında Türkân Hanım aracılığıyla hediye etmişlerdi. Vesile’nin başının altından çıkıyordu hep bu işler. Acı acı gülümsedi. Çakmağı ateşledi. Tam sigarasını yakarken eşinin sesiyle irkildi. “Ah İhsan Bey, ah. Hâlâ bırakmadın mı şu illeti.” Kafasını kaldırdı. Sevgili zevcesi sitem dolu bakıyordu gözlerine. “Tamam Müberra Hanım, tamam. Bu son,” dedi. Hep öyle derdi. Sonra da “Bu günlük son,” deyip gülerdi. Bu sefer öyle yapmadı. Çıkarıp attı paketi. “Bıraktım artık,” dedi.
Müberra’yı otobüs durağında gördüğü ilk gün düştü yadına. Yeşil gözlerinin güneş gibi parladığı, huzme gibi kirpiklerinin gözlerini her kırpışında sanki İhsan Bey’in kalbine batıp çıktığı gün. İlk günkü gibi gencecik duruyordu biricik yâri, yoldaşı, hayat arkadaşı. Martılara baktı. “Bak Müberra Hanım, şu uçan bizim büyük kıza benziyor. Kimseye minnet etmiyor, insanların attığı simitlerden yemek varken illa balık avlamaya çalışıyor, özgürlüğüne de düşkün belli,” dedi. Martının uçuşu aniden hüzünlendirdi İhsan Bey’i. Müberra Hanım’ın üstüne toprak attığı günü düşündü. O da böyle kuş gibi uçup gitmişti aniden. “Müberra Hanım?...” Evet, şimdi hatırlıyordu eşinin ani bir kalp krizi sonucu dünya değiştirdiğini, onun gidişiyle yavaş yavaş her şeyin değiştiğini, yaşlandığını, güçsüzleştiğini, çöktüğünü şimdi hatırlıyordu. Başını iki elinin arasına aldı. Ne oluyordu böyle? Önce Vesile sonra Müberra Hanım. Sanrılar görmeye başladığına göre bunuyor muydu? Korktu. Göğsünde sızı…
“Üzüntüden oldu herhalde. Alt tarafı emekli oldun oğlum İhsan, abartma. Ne zamana kadar çalışacaktın? Artık zamanı gelmişti,” dedi. Vapurdan indiğinde güneş batmıştı. Akşamın alacakaranlığında eve doğru yürürken bundan sonraki hayatı için planlar yaptı. Emekli ikramiyesini kızları arasında pay edecekti. Bol bol kitap okuyacak, ara sıra mahalledeki esnafı ziyaret edecekti. Canı çok sıkılırsa iş arkadaşlarını da ziyaret ederdi. Birkaç çiçek alıp bakımlarıyla ilgilenebilirdi. Sardunya, menekşe, kalp kalbe karşı çiçeği, kauçuk çiçeği, kılıç çiçeği… Hepsinin ismini Müberra Hanım’dan öğrenmişti. O severdi çiçek bakmayı, iyi geldiğini söylerdi.
Bu düşüncelerle eve vardı. Anahtarı cebinde olduğu hâlde kapıyı çaldı. Hep böyle yapardı. Kapıyı eşi ya da kızları açıp “Hoş geldin,” diyerek karşılayınca, onların yüzlerine bakıp elindeki poşetleri uzatarak tebessümle “Hoşbulduk,” diye karşılık verince, yalnız olmadığını, bu eve ait olduğunu, bu evdekilerin ona ait olduğunu hissedip mutlu olurdu. Küçük kızı açtı kapıyı. “Hoş geldin baba,” dedi. Eminönü pazarındakilerle vedalaşırken Pala’nın ikram ettiği portakalların olduğu fileye uzanarak.
Akşam yemeği esnasında emeklilik dilekçesinin kabul mektubunu aldığını söyleyince “Hayırlı olsun,” dedi büyük kızı. Küçük kızı “Bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsun baba?” diye sordu. “Bilmem. Annenizle bi tatile çıkarız belki,” dedi gülerek. Kızlar durakladılar bir an. Şaşkın şaşkın baktılar. İhsan Bey tekrar hatırladı eşinin öldüğünü ve bozuntuya vermeden “Latife ettim ya hu,” dedi. Gülüştüler.
Gülerken yine sol göğsünde o sızıyı hissetti. Bugün üçüncü kez yoklamıştı. Eşinin de kalp krizinden sebep vefat ettiğini hatırlayınca bir parça korktu. Kızlarına belli etmemek için bir yudum su içti. Derin bir nefes aldı. Biraz sonra geçeceğini düşündü. Yemekten sonra çay içmek istemediğini söyleyip masadan kalktı. Kızlar babalarının otuz üç yıllık meslekî hayatının bir günde son bulmasının onu ne derece üzdüğünü bildikleri için şaşırmadılar. Morali bozuk olunca fazla konuşmaz, az yer ve çay içmezdi. O akşam erkenden yattı İhsan Bey. Kendisini çok yorgun hissediyordu. Zihni allak bullaktı. Elli üç yıllık hayatı, gündüz gördüğü sanrılar, göğsündeki sızı, dilekçe, kabul mektubu, emekli ikramiyesi, Müberra Hanım, yeşil gözleri, kalp krizi, ambulans, mezar, Türkan Hanım, Vesile, çaycı Dursun, arızalar, kablolar, elektrik, sigorta, göstergeler…
Sarı alarm çalmaya başladı. İhsan Bey hızlıca yerinden fırladı. Sigortaların olduğu yere koştu. Bir müddet durdu. Ne yapacağını bilemedi. Işık kırmızıya döndü. Alarm çıldırmışçasına çalıyordu. Sanki tüm arıza göstergeleri, elektrik kabloları canlanmış bir hayalet gibi etrafında dönüyordu. Telaşla ve hızlıca tüm sigorta düğmelerini çevirdi. Alarm sustu. İhsan Bey derin bir nefes aldı. Biraz rahatlamak için dışarı çıktı.
“Merhaba. Ben İhsan Bey’in iş arkadaşıyım, kendisini ziyarete gelmiştim ama kapıyı açan olmadı. Nerede olduklarını biliyor musunuz acaba?” dedi Vesile. Bakkal Şakir Efendi “Ah, Hanımefendi sormayın,” dedi ciddi ve üzgün bir tavırla. Vesile kötü bir şeyler olduğunu anladı, başı döndü, dizlerinin bağı çözüldü, hemen oracıktaki iskemleye çöktü. “Üç gün önceydi. Sabah erken saatlerde bizim çırak, İhsan Bey’in günlük gazetesini götürmek için gittiğinde kendisini kapının önünde yüz üstü düşmüş bir vaziyette görmüş. Yanına yaklaşıp dokununca buz gibi olduğunu hissetmiş. Tabii korkmuş yavrucak, hemen benim yanıma geldi. Korkudan bembeyaz olmuş, nefes nefese anlattı İhsan Bey’in hâlini. Hızlıca çıktım dükkândan. Manavı ve berberi de çağırdım. Gittik. Çoktan vefat etmişti. Kapıyı çalıp kızlarına haber verelim dedik. Zile bastık, ne ses vardı ne seda. Kapıyı yumrukladık, kimse çıkmadı. O esnada diğer komşular da geldiler. Yan komşuları Fehamet Hanım kızların hafta sonu çalışmadıklarını, evde olmaları gerektiğini, evde olmasalar kendisinin haberi olacağını söyleyince kapıyı kırıp içeri girdik. İçerisi zehir gibi gaz kokuyordu. Biz içeri giremeden ambulans ve polis geldi. Evden kızların cesetleri çıktı. Polisler ocağın bütün düğmelerinin açık olduğunu söylediler. Bizim komiser Mehmet Bey’in dediğine göre ocağı İhsan Bey açmış. Onun parmak izi varmış tüm düğmelerde. Muhtemelen ocağı açtıktan sonra da dışarı çıkmış lâkin uzaklaşamadan kalp krizi geçirip vefat etmiş. Mahallecek şoktayız biz de. Hiç öyle bir şey yapacak insan değildi İhsan Bey. Sen de iş arkadaşıymışsın bilirsin çok halim, güzel kalpli, kadirşinas bir adamdı. Ne oldu, nasıl oldu, bilmiyoruz. İhsan Bey ve kızlarıyla bir sır olarak gömüldü gitti bu mevzu.”
E.Ecran Çeliksu