Seçkin bir beyefendi olan Mühendis Bahromkin, yazı masasının başında oturmuş, oyalanacak bir şeyler bulamadığı için kara kara düşünüyordu. Bu gece, arkadaşlarıyla bir balodayken, yirmi yirmi beş yıl önce âşık olduğu bayana tesadüf etti. Bu bayan, vaktiyle görenleri kendine âşık eden bir güzellik abidesiydi. Bahromkin, özellikle iri, lacivert gözlerini ve uzun altın sarısı saçlarını çok iyi hatırlıyordu. Güzel bayan, mağrur ve ulaşılmazdı; sert görünüyor ve nadiren gülümsüyordu. Gülümsediğindeyse bütün erkekler etrafında pervane oluyordu. Şimdiyse cılız, ağzı kalabalık, dumanlı gözleri ve sapsarı dişleri olan yaşlı bir kadın olup çıkmıştı.
“Ne yazık!”
Bahromkin düşündü ve önündeki masanın üzerinde duran bir kâğıda kurşun kalemle mihaniki bir şeyler çizdi. Sadece acımasız doğa insana bu kadar zarar verebilirdi. Amansız güzel, ona ne olacağını, yirmi yılın onu ne hâle getireceğini bilseydi, ihtimal dehşetten ölürdü.
Bahromkin uzun bir süre daha böylece düşünmeye devam etti, sonra kâğıda göz attı ve hayretle yerinden sıçradı.
“Aman Allah'ım! Bu da ne? Çizebiliyorum!”
Kurşun kalemle öylesine çiziktirdiği kâğıdın üzerinde güzel bir kadın başı ortaya çıkmıştı. Bu, seneler önce âşık olduğu aynı kadından başkası değildi. Elbette çizim çok iyi değildi, ancak kağıttaki portrenin dilberle benzerliği de ortadaydı.
“Nasıl oldu bu?” Bahromkin şaşkın şaşkın kâğıda bakmaya devam ediyordu. “Resim yapabiliyorum! Yerle gök arasında tam elli iki sene yaşadım ama yeteneklerim konusunda hiç düşünmedim. Şimdiyse ahir ömrümde, üstelik birdenbire -Ah Tanrı’m bunu beklemiyordum, teşekkür ederim- yeteneğimi keşfettim! İnanamıyorum!”
Mucizelere pek prim vermeyen Bahromkin, bir kalem kaptı ve yaşlı kadının kafasını güzel kafanın yanına çiziverdi. Bu çizimi de önceki kadar becerebildi.
“Bu da fena değil, ha?” Bahromkin enikonu şaşırmıştı. “Demek ben bir sanatçıyım! Yani yeteneğim var! Bunu daha önce nasıl fark edemedim? Ne mucize ama!”
Bahromkin, resim yapma yeteneğine sahip olmasına çok şaşırmıştı. Eski paltosunda para bulsaydı ya da büyük bir patron olsaydı çok daha az şaşırırdı. Masada bir saat kadar daha oturdu; çeşitli kafalar, ağaçlar, alev motifleri, atlar çizdi.
“Çok iyi! Mükemmel ilerliyorum!” Kendine bir kez daha hayran kaldı. “Çizim işini biraz ilerletirsem, kesinlikle harika olacak.”
Bahromkin’in yazıhanesine akşam yemeğini getiren hizmetçi, onu daha fazla çizim yapmaktan ve çizimlerini hayran hayran incelemekten alıkoydu. Bahromkin yemeğini sessizce yedi ve düşündü. Hayatı boyunca herhangi bir yeteneği olduğunu hiç düşünmediğini hatırladı. Ancak gençliğinde çok kitap okumuş, ev temsillerinde rol almış, şarkı söylemiş, sahne dekorları yapmıştı. Şimdi de oburca okumaya devam ediyor, tiyatroyu hâlâ çok seviyor, iyi şiirleri ezbere biliyordu. Ayrıca orijinal şakalar yapıyor ve oldukça güzel konuşuyordu.
“Belki,” diye düşündü Bahromkin, “Belki hâlâ şiir ve roman yazabilirim? Ha?”
Bahromkin’in hatırına, çocukluktan kalma bir olay geldi. Bir keresinde, annesiyle sokakta yürürlerken fakir, çapaçul bir adamla karşılaştılar. Annesi atılıp, düşkün herifin ellerini öpüverdi.
“Anne, bunu neden yaptın?” diye sordu küçük Bahromkin, şaşırmıştı.
“Bu çok ünlü bir şairdir!” diye cevap verdi annesi.
O günden sonra Bahromkin, birçok insanın şairlere, sanatçılara ve bestecilere büyük saygı duyduğunu fark etti. Ve şimdi hiç yaşamadığı bir hayat hakkında düşünmeye başlamıştı –bir sanatçı ya da şairin, sıradan insanlarınkiyle kıyaslanmayacak kadar sıra dışı olan hayatı.
“Hayatları ilginç, rutinden uzak, alışılmadık. Şan, şöhret dolu. Bir şair ya da sanatçı, insanlar onların şiirlerini okurken ya da resimlerini seyrederlerken bir kahvede oturuyor ya da bir yerlerde pinekliyor. Ve bu şairlerin veya sanatçıların adlarını herkes biliyor, bilmemek imkânsızdır. Evet, şüphesiz olağanüstü bir yaşantı bu. Ya şimdi bir sanatçı olsaydım?” Bahromkin ayakta rüya görüyordu. “Acaba nasıl hissederdim?”
Bahromkin kafasında kendisi için bir tablo çizdi: “İşte şurada, bir sanatçı ya da şair, karanlık bir gecede evine dönüyor. Sanatçıların ve şairlerin atları yoktur, bu yüzden -beğenin ya da beğenmeyin- gidecekleri yerlere yürüyerek gitmeleri gerekir. Dairesi yoktur, ucuz bir pansiyonda yaşıyordur. Geçici yuvasına yorgun ve aç olarak gelir. Çok acıkmıştır, ama akşam yemeği yoktur. Pansiyon kötü, odası dar, basık ve pis; yatağı soğuk ve sert. Cebinde metelik olmadığı için daha konforlu bir pansiyona taşınamıyor. Sonunda soğuk, rahatsız bir yatakta uyuyakalır ve atları olmadığını, kendine ait sıcak bir evi olmadığını, masanın orta çekmecesinde pahalı puroları ve kitaplıkta çek defteri olmadığını bilir.”
Bahromkin’in çizdiği tablo korkunçtu. Ilık, yumuşak yatağına uzandı ve gözlerini kapadı.
“Gençliğimde kendimde herhangi bir yetenek keşfetmemiş olmam ne güzel! Şimdi her şeye sahibim: İyi bir iş, bir ev, hizmetçiler, para ...” diye düşünürken uyuyakaldı.
ANTON ÇEHOV
tornistan:yakup karahan