görev: verilen öykü girişini devam ettirmek
KÖR GÖRÜŞ
Görmediniz ki ne kadar kördüm. Bazı nesneler yeni yeni yerleşiyordu zihnime. Küçük bir süs balığı, kabuklu bir yiyecek, kuru bir yaprak, traktörün pullukları, babamın yanında iken alet edevat çantasından elime aldığım bir tornavida ucu, hepsi hepsine ayrı ayrı dokunurken, tüm nesneler özenli ve ayrı ayrı bir dikkat istiyorlardı. Görmediniz ki ne kadar kördüm ve ne kadar görüyordum. Görmeye gözüm yetmiyor, elimle, dilimle, içimle görmeye çalışıyordum. Görmedikçe görmeye susadım. Sustum, kulağımla görmeye çalıştım. Çalıştıkça gördüm. Gördükçe utandım. Unuttum, neyi görmediğimi unuttum. Görecek bir şey bulamadım. Kayboldum.
Gözümü açtım. Nerede olduğumu biliyordum. Ama bu biliş kaybolmadığım anlamına gelmiyordu. Artık etrafımda ne traktör pulluğu ne babamın alet edevat çantası vardı. Ne vardı etrafımda? Kâğıt vardı, dağınık kâğıtlar. Belki bir kâğıdın altında nemden yumuşamış, kendinden vazgeçmiş kabuklu bir yiyecek vardı. Kabuğu şaşırmış, ben varken nasıl yumuşamış diye düşünüyor. Zavallı kabuğu varoluşsal sorunlara mı gark ettim? Etmedim. Zaten kabuklu yiyecek de yoktur kağıdın altında. Çünkü ben önemli bir insanım. Önemli insanların kabuklu yiyeceklere ayıracak vakti yoktur. Neden mi önemliyim? Benzersiz görme becerimle göremeyen insanlara gösteriyorum. Günü gösteriyorum. Günümü görüyorum. Ama bana kimse göstermiyor. Kendi irademle, irademle olmasa da kendi kendime günümü görüyorum. Gördüm ki gördüğümü zannettiğim kadar kör olmuşum. Görmediniz ki ne kadar kördüm. Görmeye çalışmazsam kör olur muydum? Madem kördüm, nedir bu kördüğüm? Tüm bu okuduklarınız ne anlama geliyor? Biz mi anlama karşı körüz yoksa metin mi anlama sahip değil? Eğer kimse anlamaya çalışmaz ve metin anlamlı olmak iddiasından vazgeçerse ortada ne bir körlük ne de ontolojik sorun kalır.
Bakın yine yaptım. Çok görüyormuşum gibi size de göstermeye çalıştım. Artık ne kadar kör olduğumu görüyorsunuz. O zaman tüm merhametimle size geçmişimi görme bahtiyarlığını sunuyorum. İsterseniz.
Gözümü tavandaki tahtalardan alamıyordum. Kaç yıldır aynı yerde yatıyordum ama bu tavanı sanki ilk defa görüyordum. Sıra sıra dizilmiş beşe on keresteler, gökyüzüyle arama girmişti. Örümcek ağları yıldız olmaya mı çalışıyordu? “Öğlen oldu len, kalk artık. Bir şeyler atıştırıver. Yarın tarla sürülecek. Hazırlık yapacaksınız, baban bekliyor.” Tavanı ekmeğe katık yapıyordum, “Oyalanma oğlum, haydi bugün çok işimiz var.” Sanki işimizin az olduğu gün vardı. Kara lastiklerimi giyip babamın yanına avluya çıktım. Babam traktörün yanında pulluk ayarını yapmaya çalışıyordu. “Nerede kaldın len? Şuradan tornavidayı uzat.” Edevat çantasından aldığım tornavidaya baktım. Ucu yıldız. Nasıl yapmışlardı bunu? Kutu kola gibi etrafı; kenarsız, köşesiz. Sapına tuttum, elimde çevirdim. Baktıkça görmeye çalışıyordum. Tuttukça anlamaya çalışıyordum. Babamı gördüm sonra. Yüzü köşelenmiş, kararmış alnında çizgiler oluşmuştu. Yatay çizgiler, dümdüz değil. Arkasındakini saklıyor, hapsediyor gibi. Eğilmiş bir nezarethane. Babam çizgilerden birini kafama fırlatmadan tornavidayı uzattım ona. “La havle…” Tarlaya gidince taşa bakakalıyordum, eve gelince kaşığa dokunuyordum. Her dokunuşta görüyor gibi hissediyordum. Tek gören benmişim, buralara ait değilmişim gibiydi. Mustafa amca geldi sonra, ertesi gün için pullukları istedi. Bu yıl nohut ekecekmiş. Oğlu yardıma gelemiyormuş, öğretmen çıkacakmış ona uğraşıyormuş. Mustafa amca anlattıkça büyüyordu. Omzu genişliyor, kafası dikleşiyordu. Pulluğa bakınca eğilen başını sanki oğlu ayakta tutuyordu. “Tamam” dedi babam, başı dikleşerek. Konuşurken dikleşen başını sanki ben aşağı çekiyordum. Babam bana baktıkça boynu eğiliyor. Bana baktıkça alnında yatay çizgiler. O an emin oluyorum. Bir tek ben görüyorum. Dokundukça görüyorum, düşündükçe görüyorum. Ben gördükçe babamın çizgileri derinleşiyor, annem “elleme çocuğa” diyor, “bizim sıpa büyüyor.”
Babama inat büyüyorum. Büyüdükçe yeminler ediyorum. Nezarethane mi hapishane mi neresiyse, çıkacağım oradan. Öğretmen çıkmıyorum. Çıkıyorum yine de. Bir köşeye sinmiş, oradan bağırıyorum. Gördüğüm yücelikleri yazıyor, etrafımı aydınlatıyorum. Yaza yaza ekrana bakıyorum. Bakarken birden görüyorum. Kızarmış alnımda yatay çizgiler. Kendime baktıkça derinleşiyor. Boynum eğilmiş. Boyun düzleşmesi deniyor buna. Kendime baktıkça eğiliyorum. Kör oluyorum sonra. Ne eğik boyun kalıyor ne derin çizgilerde kayboluyorum.
“Sayın okuyucu, gördüğümüz üzere bu son gelişmeler…”
________________
Emine Genç
“Görmediniz ki ne kadar kördüm. Bazı nesneler yeni yeni yerleşiyordu zihnime. Küçük bir süs balığı, kabuklu bir yiyecek, kuru bir yaprak, traktörün pullukları, babamın yanında iken alet edevat çantasından elime aldığım bir tornavida ucu, hepsi hepsine ayrı ayrı dokunurken, tüm nesneler özenli ve ayrı ayrı bir dikkat istiyorlardı. ” Derya Kuru