Beklenen

Büşra Baysal

Zihnimin ıssız sokaklarında yalpalaya yalpalaya dolaşırken onun hayaliyle karşılaşıyorum. Karanlıktan dolayı yüzünü net göremiyorum. Yanın zihnimin bozuk lambaları! Onun yüzünü benden gizlemeyin!

Lambalar nazlı nazlı yanıyor. Zihnim aydınlanıyor ama bu sefer de etrafa yayılan ışık gözümü alıyor. Onun yüzü, dünyanın en iyi saklanan sırrı gibi bana gözükmüyor. Beyhude bir çaba seninkisi, bunca bekleyiş bunca çırpınış beyhude!

Kan ter içinde gözlerimi açıyorum, boğazımda tek damla su kalmamış, başım zonkluyor. Komodinin üstündeki su şişesini alıp suyu sonuna kadar içiyorum. Telefonumun saatine bakıyorum. Saat daha sekiz. Barlas'ın otobüsünün gelmesine sekiz saat var. Barlas, benden de öte ben oldu. Yaptığım her şeyi onun varlığına karışmak için yapıyorum. Onu ilk defa üç ay önce Üsküdar sahilinin karşısındaki durakta gördüm. Durakta oturmuş arkadaşımı bekliyordum. O anda durağa bir otobüs yanaştı. Otobüsün kapıları gıcırdayarak açıldı, gayri ihtiyari otobüsten inenleri izlemeye başladım. Ak sakallı, somurtkan bir dede, orta boylu, uzun sarı saçlı bir kız, ardından da lise çağlarında tombul, çilli bir çocuk indi otobüsten. Çocuğun peşi sıra da uzun boylu, karayağız bir erkek indi. Onu gördükten sonra zaman benim için dondu. Her şey silikleşti, yalnızca o belli belirgin gözümün önünde duruyordu. Gözlerim onun yeşil, iri gözlerine kilitlendi. Bunca zaman sevmek için beklediğim kişi oydu, bunu o an anladım. Yüzünün hatları keskindi, çıkık elmacık kemikleri ona sert bir hava katıyordu. Çekik, yeşil gözleri ise yüzünün tam aksine sevecen ve yumuşacıktı. Evrendeki tüm yeşil şeyler onun gözlerinden var olmuştu sanki. Onu gördükten sonra hayatım büsbütün değişti. Tüm önceliklerimi unuttum. Ailemi, okulumu, arkadaşlarımı hatta kendimi. Birkaç gün evden hiç dışarı çıkmadım ama ruhum hep onunlaydı. Sonra her gün Üsküdar sahilinin karşısındaki durağa gittim. Onu gördüğümde saat kaçtı bilmiyordum çünkü o zaman sarhoştan beter bir hâldeydim. Bu yüzden öğlen saatlerinden itibaren gelen giden tüm otobüsleri izledim. Çeşit çeşit insanlar gelip gitti, bulutlar şekilden şekile girdi, köpekler kaldırımın kenarında mama yiyen bir kediye havladı, kedi korkusundan ağaca tırmandı. Köpekler gitti, kedi de gitti. Ben bekledim, ne kadar zaman geçtiğini bilmeden bekledim. Saat altıya yaklaşırken bir otobüs geldi. Heyecanla inenleri izledim, biraz sonra Barlas tüm görkemiyle gözlerimin önünde beliriverdi. Otobüsten indi ve dümdüz ilerledi, beni hiç fark etmedi. O an kalbim bir mengeneyle iyice sıkıştırıldı sanki. Başım döndü, başımla birlikte her yer döndü. Deniz göğe çıktı, gök denize indi. Ben suda boğuldum, bulutlarda uyudum, ayın üstünde salıncak kurdum.

Şimdi yine durağa gitmek için saatin koşarak ilerlemesini beklemekten başka çarem yok. Üç aydır her günüm aynı geçiyor, geceleri aynı rüyalar, gündüzleri aynı beklemeler. Bugün diğerlerinden daha farklı olacak. Çünkü bugün, adını bile tesadüfen öğrendiğim adamın karşısına dikileceğim ve ona olan duygularımı itiraf edeceğim. Bunca zamandır kendimle kavga ediyorum, durakta onu beklemekle neyi değiştirebilirim ki! Sürüncemede kalan yaşamımla daha ne kadar kendime eziyet çektireceğim! Tüm bunları iyice düşünecek vaktim oldu, artık bir şeyler yapmanın zamanı geldi.

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynanın karşısına geçiyorum. Saçlarımı tarayıp düzleştiriyorum, makyajımı yapıyorum, üzerimi giyindikten sonra her gün Barlas'ı beklediğim durağa gidiyorum. Kuşlar uçuyor, insanlar gidip geliyor, satıcılar bağırıyor, arabalar korna çalıyor, deniz gittikçe yükseliyor, güneş alçalıyor, bulutlar kararıyor, hava üşüyor, kalbim hızlı hızlı atıyor. Barlas'ın otobüsü geliyor, biraz sonra yeşil gözlerinin efsunu dünyayı sarıyor. Ben yavaş yavaş ayağa kalkıyorum. Barlas bazı zamanlar yaptığı gibi sahile doğru hareket ediyor. Karşıya geçmek için arabaların seyrelmesini bekliyor. Yürümeyi yeni öğrenmiş gibi yavaş adımlarla onun peşinden gidiyorum. O, yolun karşısına geçmek için birkaç adım atıyor. Sonra aniden kırmızı, spor bir arabanın hızla geldiğini görüyorum. Barlas'ı uyarmak için bağırmak istiyorum, konuştuğum hâlde sesim çıkmıyor. Acı bir fren sesi kulaklarımda çınlıyor ve Barlas'ı kanlar içinde yerde yatarken görüyorum. Biraz önce konuşamadığımı şimdi haykırıyorum. Barlas'ın yanına gidip elini tutuyorum, gözleri açık. O yeşil, sevecen gözleriyle bana bakıyor, dudağının kenarında belli belirsiz bir tebessüm oluşuyor. Ardından gözleri ağır ağır kapanıyor ama yüzündeki tebessüm öylece donup kalıyor.

**************

Barlas'la o günden sonra hiç ayrılmadık. İyileşene kadar hep onunlaydım, elini hiç bırakmadım. Gözlerini açınca bana yine o sevecenlikle baktı, beni görür görmez dudağının kenarındaki gamzesi belirginleşti. Sanki beni yıllardır tanıyor gibiydi. Aklı başına gelince sordum:

"Kim olduğumu neden sormuyorsun?"

"Kim olduğunu biliyorum. Kazadan sonra seni gördüğümde hayatım boyunca seni beklediğimi anladım."

"Ben senin hep gözünün önündeydim, beni fark ettiysen beklemene gerek yoktu."

"Seni ilk defa kazadan sonra gördüm."

Hayat işte buydu, aylarca onun beni fark etmesini beklemiştim. Tam beklemekten vazgeçip karşısına çıkmaya karar verdiğim gün başımıza neler geldi.

Demek onca çaba, onca bekleyiş, onca çırpınış beyhude değildi. Her şeyin bir vakti vardı da ben, biz bunu anlayamamıştık.

Zihnimin rengârenk sokaklarında yürürken elbisemin etekleri uçuşuyor. Zihnimin lambaları muntazaman yanıyor. Onun elinin sıcaklığını avucumda hissediyorum. Güneşin ışınları yeşil gözlerini parlatıyor, gülüşü güneşin sönmemesini sağlıyor. Onun yüzü dünyanın en apaçık varlığı. Yüzünün yansıması gözlerimden hiç silinmiyor.