Akabe'de Bir Kurtuluş

Alime Büşra Hamzayev

Akabe’de bir kurtuluş

Sabah erken kalkıp, elimi yüzümü yıkadım. Bugün okul yok ama ikindin saat dört gibi dışarıya çıkacağım. Durağa gideceğim. Akabe durağına. Böyle düşünmek bile içimi ferahlatıyor. Gözlerime mutluluk parıltıları doluşuyor. Yüreğimde bir cızırtı oluyor. Kalbimi kesen ama keserken heyecanlandıran, temiz bir heyecan yoğunluğu etrafımı sarıyor. Omuzlarımı kulaklarıma kadar çekiyorum. Sonra birden bırakıp kahkaha atıyorum. Kendi etrafımda dönüyorum hızlıca. Nasıl güzel bir duygu yaşadığını hissetmek. İşte böyle oluyor onu düşününce.

Kapım çaldı. Babam kahvaltıya çağırdı. Onlara karşı somurtan suratımı bozup evde bir devrim yapmak istercesine “Sabahı şerifleriniz hayr olsun, cemaat!” diye bağırdım. Benim bunu söylememle annemin modu değişti. Hemen güldü. “Hayırlı sabahlar ütrütçe çiçeği.” dedi. Annemin bu halini çok seviyorum. Çok enerjik, deli dolu bir kadın. Yani ben hep öyle tanıdım. Son yıllarda artan hastalığıyla çok değişti. Çektiği ağrılar bütün enerjisini alıyor. Önceden bıktığım enerjik halini şimdi bulsam şükrediyorum. İnsan bazı şeylerin kıymetini varlığında anlayamıyor işte. Babam da sadece “Hayırlı sabahlar.” dedi, her zamanki gibi.

Kahvaltıdan sonra masada bir süre oturmayı çok seviyorum. İçimin sıkılmadan, beni kalk diye dürtüklemeden rahat bıraktığı tek yer kahvaltı sofrası. Bu yüzden ne kadar uzun oturursam o kadar kâr diye düşünüyorum. Çayı yavaş yavaş içip bitse bile elimde tutuyorum. İçim görmesin diye bardağı sarıyorum ellerimle. Çünkü biliyorum, bir fark ederse bırakmaz beni, dürtükler durur. Babam işe gittikten sonra annemle konuşmaya çalıştım. Bunu ona söylemek, onun fikrini almak istiyorum ama çok da çekiniyorum. Yine ortaya başka laflar atıp konuyu oraya bağlamaya çalıştım. “Anne, arkadaşım Aysel var ya, o çocukla konuşmuş. Hani anlatmıştım ya…” “Yaaa ne demiş?” “Çocuk olumlu olumsuz bir şey dememiş ama aralık bırakmış sanki, bana öyle geldi.” “Öyleyse olur o iş. Hayırlısı olsun bakalım. Senden ne haber, o çocuk noldu?” Annem bunu deyince bir durdum. Hiç beklemiyordum. İki yıl önce anlattığım şeyi hatırlamıyordur herhalde diye düşünürken “Kim, hangi çocuk?” dedim. “Şu anlatmıştın bir ara baya oldu da sen açmayınca konuyu soramadım. Okuldan mıydı, üst sınıflardan mı ne…” Ay valla hatırlıyordu. Ne diyecektim üç yıldır platonik takılıyorum mu diyecektim. “Anne sen deee… Teee ne zamandan kalma. O iş olmaz, olmayacak demedim mi o zaman!” dedim. Aslında anlatmak istiyordum ama içim izin vermedi sanki. Hah o sırada heyecandan elimdeki bardağı da masaya koydum. İçim kaşınmaya başlad ve sanki o dile geliyor da boğazımdan kulaklarıma bağırıyordu. “Kak kız yeter boş durduğun.” Bir gün kavga edeceğim onunla. Vereceğim sigarayı, görecek kim kimi darlıyor. Şurama kadar geldi valla. Tabii mecbur kalktım. “Anne sen geç ben toplarım burayı.” dedim. Masayı topladım. Kendi kendime şarkı söylemeye başladım ama beceremediğimden şarkıyı telefondan açtım. Söylediğim şarkı da saçma sapan bir şey, dilim de dönmedi. “çehayago nanıl gabbu…” olduğu kadar söyleyip işimi halletmeye baktım. Bulaşıkları makineye yerleştirdim. İçimden bir dürtü geldi. Susmuyor bu iç, ne yapacağım bununla ben deyip sinirlendim ve bağırdım. “mipşayeeee”. Annem de içeriden “Noldu kızzz?” diye bağırdı ama pek de önemsemedi, alışık ne de olsa. İçime kızdım. Kızarken yabancıca konuşurum ama konuştuğum yabancıca bana da yabancı. Elimi yıkayıp odama geçtim.

Elime bir kitap alıp yatağa uzandım. Kitabı karnımın üstüne koydum. Telefonda takıldım. O sırada daldığım için midemin yangısını fark etmedim. Arada “sus be oturacağım bomboş oturacağım sana ne!” desem de asla susmadı. Kalkıp pencereyi açtım. En iyisi temizlik yapmak diyip süpürgeyi aldım elime. Müziği de hoparlöre bağladım. Süpürdüm bir güzel her yeri. Süpürürken belim takıldı tabii. Kalkarken “Heyh içim! Geliyor darlanma, hazır mısın?” dedim. Bir kalktım “Küüüttt…” dedi. Oh be canıma değsin dedim. Değdi de, bayağı ağrıdı. Kendimi koltuğa zor attım. Sırtımı geriye atarken, yüzüm buruşuk, gözlerimi yavaşça açarken tam karşımda saati gördüm. Saatin üç buçuk olduğunu fark edince hızlıca kalkıverdim. Belim biraz daha çatır çutur sesler çıkardı. İçimden asıl sana oh şimdi, diye bir ses geldi. Sustum. Yüzüm kızardı. Fakat şimdi bunu düşünecek zamanım yoktu. Odama geçtim. Hemen üstümü giydim. Anneme ben çıkıyorum deyip çıktım. Tam kapıyı kapattım ki “Allahhhh bir şeyi unuttumm…” dedim. Elimi alnıma vurdum. Kapıyı açtım. Eve girdim. “Anne, benim. Bir şey unutmuşum, alıp çıkacağım.” dedim. Odama geçtim. İçeride gerginlik olmasın diye pencereyi açtım. Çantamı attım yatağın üstüne. “Hey içim. Çık karşıma. Bir şey söyleyeceğim.” dedim. Dedim ama ses yok. Böyle zamanlarda ortalıktan kaybolur hep. Ellerimi sakin der gibi iki yana uzattım bir yukarı bir aşağı indirdim. Boynumu da hafifçe büktüm. “Bak canım. Bazen anlaşamıyoruz. Kızıyoruz birbirimize ama bak dün de ondan önceki gün de beni rahat bırakmadın. Ne zaman Akabe Durağında onu görmek için beklesem huzursuzluk çıkarıyorsun. Herkesin içinde bana bağırıp duruyorsun. Lütfen bugün bu odada kal. Lütfen. Bak, bugün cuma son şansım. Lütfen.” dedim. Sanki duruldu ve kabul etti. Ses çıkarmadı ama öyle hissettim. İçimde bir serinlemeler bir rahatlamalar oluştu. Yangın mahalline yağmur yağdı.

Çantamı aldım. Çıktım evden. Yürürken heyecanlandım. Elimi kalbime götürdüm. Deli gibi atıyordu. Sırıta sırıta etrafıma bakıyordum. Ben heyecanlanınca böyle oluyorum. Dahası onu düşününce. Seke seke koşmaya başladım. Elbise giymiştim. Omzumdaki çantamı da elime aldım, bir o yana bir bu yana sallıyordum. Allah’ım resmen hissediyordum. Yaşadığımı hissediyordum. Bu his mükemmeldi. İçimi düşünmeden özgür kaldığım ilk an olabilirdi. Durağa geldim. İşte Akabe. Kol saatime baktım. Dörde on dakika vardı. Heyecandan yerimde duramıyordum. Omuzlarımı kulaklarıma çekip duruyordum. Gülmekten kendimi alamıyordum. Otobüs göründü o an. Tam önümde durdu. Adımımı attım. Çıktım otobüse. Bakındım hemen etrafıma. Göremedim. Elim ayağım titredi. Bir an yok diye korktum. Fakat sahiden yoktu. İçimde bir yangı oluştu. Ân durdu. Hislerim durdu. Gözlerim bile karşı koyamadı. Oturdum boş bir yere. Sus dedim konuşma! Duymak istemiyorum. O da konuşamadı zaten ama yanmaya başladı. Boğazıma kadar hissettim.

Tonlarca anlam bütün bir anlamsızlığı doğurdu. “Ben, n’apıyorum? Neden buradayım ve nefes alamıyorum? Bedenim dupduru durulurken içim neden nefessiz kalıyor?” dedim kendi kendime. Yanımdan geçen bir teyze eğilip “Kızım bir şeyin mi var?” dedi. “Yok teyze zaten sorun da o ya.” dedim. Ümitle geldiğim burada onsuz bir hava kokluyordum. Hislerim sızladı, hislerim bulandı. Bütün anlamların birleştirdiği koca bir anlamsızlık doğdu yüreğime. Bir hiç çıktı kocaman şeylerin içinden. O koca hiçi yuttum. Hık dedi boğazım. Boğazıma dizilen bir diken demeti oluverdi. Sonunda mideme indi. Kabul etmedi midem, bağırdı. O bağırdıkça gözlerim yandı. Gözlerimden düştü hislerim. Ellerimle toplamaya çalıştım hepsini. Un ufak olup bedenime yayıldılar. Ellerimi uzattım önüme. Ellerime bakarken bir titreme geldi. Kafamı kaldırdım. Önümde duruyordu. Bana bakıyordu. İçimden bir ses geldi. “Beni hiç bırakmadın ki.” “Sen sus dedim. Sırası değil.” “Hayır, ben buradayım. Karşında, hislerinde, içindeyim ben…” bunları duyarken onun da dudakları bunları söyler gibi oynuyordu. Anlam veremedim. Her şeyi düşünmeyi bırakıp ayağa kalktım. Üstümü başımı düzelttim. Camı açtım. Zaten tam da camın önündeydim. O da ayakta duruyordu. Göz yaşlarımı sildim. “Hey sen neredeydin kaç gündür? Beklemekten yoruldum. Kaç otobüs kaçırdım, kaç kez durakta ümitsizliğe boğuldum. Kaç kez gülünç duruma düştüm. Kaç kez yalnız döndüm o duraktan. Neredeydin?” dedim. O ân ne dediğimi bilemedim. Yüzümü eğdim. Herkes bana bakıyordu. Utançtan kıpkırmızı olmuştum. Otobüs durdu. Koşarak indim. Eve doğru koştum. Nefes nefese eve girdim. Odama koştum.

“Be salak neden beni yalnız bıraktın!” diye bağırdım. Fakat mutluydum bu kez. İçimden koca bir yükü atmıştım. Camı açtım, Oh bee oh olsun bana dedim.

Alime Büşra İnce