Terminal Otobüsü

Melike Sülev Aydın

Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Telefonunun alarmını sessize aldı hemen. Sağ yanında uyuyan kızıyla sol yanında uyuyan oğluna sevgiyle baktı. İkisini de uyandırmamaya çalışarak yataktan çıktı. Okul servisinin gelmesine kırk beş dakika vardı. Bütün odaları dolaşarak camları araladı. Lavaboya gitmeden önce mutfağa uğrayıp ocağa çay suyu koydu. Tereyağını buzdolabından çıkardı. Perdeyi açtı. Güneş ışınları bulutların arasından mutfağa sızmaya çalışıyordu.

Vakit geçirmeden banyoya geçti. Elini yüzünü yıkadı. Aynada kendisine bakan gözlerinin altındaki mor halkalara selam verdi her sabah olduğu gibi. Gülümsemeye çalıştı. Yapamadı. Saçlarını tepesine toplayıp çıktı. Saat tam 08.02 idi. Servisin gelmesine yirmi sekiz dakika vardı. Yatak odasına girip kızının saçlarını okşayarak seslendi: “Serra, kızım hadi uyan. Serkan, oğlum hadi sen de. Okula geç kalacaksınız.”

“Anne ya iki dakika daha.” “Ah bu sizin iki dakikalarınız hiç bitmiyor ki” diye söylendi. Çok geçmeden bir çift yeşil gözle, bir çift elâ göz kendisine bakıyordu. İkisini de alnından öperek odadan çıktı. Serra ile Serkan gülüşerek banyoya doğru koştu. Yarışı Serkan kazandı her zamanki gibi. Serra kapıyı yumruklayıp, hadi çabuk ol daha saçımı tarayacağım, diye seslendi.

Sevgi, bu arada sofrayı kurmuş, akşamdan kalan bayat ekmekleri tost makinesinde kızartmaya başlamıştı. Başkalarının çocukları kahvaltıda ballı süt, sulandırılmış pekmez içerdi. Bunlar çaydan vazgeçmiyorlardı hiç. İki kardeş güle oynaya mutfağa geldi. Masaya oturdular. “Hadi kızım, hadi oğlum çabuk giyinin az kaldı. Odanıza çabuk.” Yine hadi’lerle başlayan bir gündü işte. Anne olmak dakka başı çocuklara hadi demekten ibaretti belki.

Sonunda iki kardeş evden çıktı. Evlerinin önünde servisi beklemeye koyuldular. Sevgi, bu hayattaki en değerli varlıkları olan çocuklarına balkondan el salladı. Servis geldi, iki kardeşi alarak okula doğru uzaklaştı.

Sevgi, balkondan içeri geçip aceleyle sofrayı topladı. Bardakları makineye yerleştirip üzerini değiştirdi. O çok sevdiği mavi elbisesini giymişti. Heyecandan içi içine sığmıyordu. Saat 08.52’ydi. 411'in geçmesine sekiz dakika vardı. Evden çıkmadan önce mutfağa uğrayıp ocağı kontrol etti. Camları kapattı. Çelik kapının üst kilidini iki, alt kilidini de üç kere kilitleyerek evden çıktı. Evlerinin karşısında bulunan durakta beklemeye başladı. Saatine baktı. Saatine bakmasıyla yeşil beyaz damalı körüklü otobüs göründü. Elini kaldırıp dur işareti yaptı. Bu şehirde başka türlü durmuyordu otobüsler çünkü. Bunu yıllar önce bu şehre geldiği ilk sıralarda öğrenmişti. Kendi doğup büyüdüğü şehirde otobüsler her durakta durmak zorundaydı. Otobüs durur, inen iner biner biner sonra hareket ederdi. Burada el kaldırmazsan hiçbir otobüs durmuyordu işte.

Sabah saatleri olmasına rağmen bindiği otobüs kalabalık değildi. Güneşin geliş açısını hesap ederek sol taraftaki tekli koltuğa oturdu. Yol boyunca otobüsün camından dışarıyı seyretti. Kırk beş dakika kadar sonra Kızılay durağına gelmişti. Aceleyle durakta indi. Hava daha da ısınmıştı sanki. Duraktaki banklar doluydu. Üç lise öğrencisi bankta kahkahalar atarak okullarının önünden geçecek otobüsü bekliyordu. Sevgi, kenarda dikilerek bankın boşalmasını beklemeye başladı. Öğrenciler otobüse binmek için kalkınca her zaman oturduğu sağ köşeye geçti. Otobüsleri saymaya başladı. 411, 412, 482... Saatine baktı. 10.07’ydi. Yirmi üç dakika sonra gelecekti terminal otobüsü.

Sevgi bu süre zarfında ne çantasından kitabını çıkarıp okudu, ne de cep telefonuyla ilgilendi. Yalnızca durakta bekleyen insanları seyretti. Durağa yaklaşan otobüslerin numarasına ve plakasına baktı. Tanıdık bir iz aradı kendince. Birden hava karardı. Bulutlar birazdan yağacak olan yağmuru haber veriyordu. Saat 10.29 idi. Yağmur çiselemeye başlamıştı.

Ve terminalden gelen otobüs durağa yaklaştı. Sevgi, yavaşça ayağa kalktı, otobüsün orta kapısıyla arka kapısına gözünü dikti. İnenlerin tek tek yüzüne baktı boş gözlerle. Ön kapıdan otobüse binen yolcular bitince bütün kapılar kapandı. Sevgi'nin yüreğinin kapıları da. Gelmemişti.

Olsun dedi içinden, ben de bir sonrakini beklerim. Az önce kalktığı yere oturdu. Yağmur hızlanmıştı. Tam bir saat sonra durağa yaklaşan ikinci terminal otobüsünü görünce sevinçle doğruldu yerinden. Çocuk, genç, yaşlı birçok kişi indi otobüsün kapısından. O inmedi.

Aynı kararlılıkla dönüp banka oturdu. Saatine baktı. Yağmur dinmiş, bulutlar dağılmaya başlamıştı. Sevgi gökyüzüne bakmadı hiç. Otobüslere binen ve otobüslerden inen insanlardan gözlerini ayırmadı. Aradan uzun bir zaman geçti. Saatine baktı. 16.29. İşte bir otobüs daha. Bu otobüsten de inmeyecekti sevdiği. Ama yine otobüsün kapılarını takılı kaldı gözleri. Gelmedi.

Birden hafif bir baş dönmesi hissetti, aklı karıştı. Eve dönmesi gerekiyordu. Kaç numaraya bineceğini hatırlayamadı. Burada daha fazla kalamazdı. Durağa yaklaşan ilk otobüse bindi aceleyle. Ne saatine baktı, ne de otobüsün numarasına. Boş bulduğu ilk koltuğa oturdu. Şu an dışarıda olan hiçbir şeyin önemi yoktu. Çünkü o gelmemişti. Yine gelmemişti. Oysa iki eli kanda olsa bile gelirdi. Onu hiç bekletmezdi.

Başını cama yasladı. Gözlerini kapadı. O sabahı hatırladı. Bir hastane odasındaydı. Kucağında yeni doğan oğlu vardı. Minicik bedeni ve İri yeşil gözleriyle kendisine bakıyordu. O kadar güzeldi ki. Bir an susadığını hissetti. Hemşireye seslendi ama onu duyan olmadı. Kucağındaki oğlunu beşiğine yatırıp odadan çıktı. Hastane koridorunda açık olan televizyonun sesini duydu: “Sayın seyirciler, yayınımıza bir son dakika haberi ile ara veriyoruz. Ankara yönüne gelmekte olan 06 PK 916 plakalı otobüs, dün gece yarısı Sivrihisar yakınlarında şarampole yuvarlandı.

Kazada hayatını kaybedenlerin isimleri şöyle: Ahmet Başol, Fatma Köse, Eyüp Candemir ve Serkan Coşkun. Serkan mı? Serkan Coşkun. Serkan. Serkan’ım…

Sonrasını duymadı. Gözleri karardı. El yordamıyla bulduğu duvara yaslandı. Onu gören hemşire koşarak yanına geldi. Sevgi’yi kolundan tutarak sarsmaya başladı: “Hanımefendi, Hanımefendi. İyi misiniz?” Sevgi gözlerini açtı. “N’oldu, neredeyim ben?” diye sordu karşısındaki adama. “Uyanın lütfen, bindiğiniz otobüsün şoförüyüm efendim. Son durak burası, terminal.”