Saatime baktım, otobüsün durağa gelmesine on beş dakika var. Kalbim hızla çarpmaya başlıyor. Yüreğimi ince bir sızı kaplıyor. Elimi nereye koyacağımı bilemiyorum. Oturduğum bankta hızlı hızlı sallanan ayaklarıma da söz geçiremiyorum. Her defasında bir daha buraya gelmeyeceğim diye söz veriyorum kendime. Ama her defasında nasıl oluyor da kendimi burada buluyorum, bilmiyorum. Kendimle kavgamı hatırlıyorum, direndiğimi de ama nasıl yenildiğimi hatırlamıyorum. Her şeyi ben yaşıyorum ama hiçbir şeyi kontrol edemiyorum. Ne büyük haksızlık…
Otobüs, durağa doğru yaklaşıyor. Gözlerimden birkaç damla yaş dökülüyor, kimseye fark ettirmeden siliyorum. Tüm gücümü toplayıp otobüsten inen yolculara bakıyorum. İşte beklediğim kişi, yüzünde günün yorgunluğu, elinde çantası ve lacivert takım elbisesiyle tam da karşımda duruyor. Benim var olduğumu biliyor ama yokmuşum gibi yoluna devam ediyor. Yabancı olmaktan daha uzak bir mesafe olmalı iki insan arasında. Keşke yabancı olsaydık birbirimize. O zaman, “pardon, bakar mısınız?” diye durdurup bir şeyler sorabilirdim, sesini duyabilirdim, belki sorumu cevaplarken biraz tebessüm ederdi de o çok sevdiğim gamzesini bile görebilirdim. Ama biz artık yabancı bile değildik.
Bunu kendime niye yapıyorum, bilmiyorum. Canımın yanacağını, üzüleceğimi bile bile niye geliyorum. Her gün hayal kırıklığına uğruyorum ama her gün farklı bir şey olabileceğini hayal ediyor olmak beni daha çok üzüyor. Onsuz hayatıma devam edemiyor oluşuma kızıyorum. Kendime söz geçiremiyor oluşuma kızıyorum. Ufacık bir umut kırıntısına yenilip kendimi burada buluyor oluşuma kızıyorum. Sonunda da her gün yaptığım gibi, “Bir daha buraya gelmeyeceğim.” diye söz vererek evin yolunu tutuyorum.
Eve girmemle annem her gün yaptığı konuşmasına başlıyor. “Nerdesin sen? Yine onu görmeye gittin değil mi? İstediğin kadar kız bana, ileride anlayacaksın sana ne büyük iyilik yaptığımı. Benim senin yaşın kadar tecrübem var. Sana şimdi her şey toz pembe görünüyor, her şeyin üstesinden gelinir zannediyorsun ama o işler öyle olmuyor.” Durup bir şeyler söylemeye mecalim yok artık. “Yorgunum anne.” diyerek odama gidiyorum. Rahmetli babamı çok özlüyorum, her defasında “O olsa böyle olmazdı.” demekten alamıyorum kendimi. Anlaşılmamak ne korkunç bir şey. Gerçi anneme göre o beni anlıyormuş da ben onu anlamıyormuşum. Onunla evlensem çok mutsuz olurmuşum, sadece bir kişiyle değil tüm aileyle evleniliyormuş. Annesi fena bir kadınmış, bana dünyayı dar edermiş. Ben annemi anlıyordum, kendi yaşadıklarını yaşamamdan korkuyordu. Peki, beni kim anlayacaktı?
Üniversite sıralarında tanımıştım onu, görür görmez yüreğime kazınmıştı. Sanki hayatımda hep bir şeyler eksikmiş de onunla tamam olmuş gibiydi. Onca güzel zamanlardan sonra ailelerimize yenik düşmüştük. Ne acı… Ailelerimize göre evlenmemize mani birçok sebep vardı. Sebep, annem annesinden hoşlanmamıştı. Sebep, maddi durumları da iyi değildi. Sebep, annesinin hayal ettiği gibi bir gelin değildim. Velhasıl ailelerimize göre her şey birer sebepti. İkimiz de direnmiş, mücadele etmiştik. Nihayetinde ikimiz de yorulmuş, tükenmiştik. Ama ilk vazgeçen o olmuştu. Ona göre hikayemiz bitmiş, bana göre yarım kalmıştı. O hayatına devam etmiş, ben yarım kalmıştım.
Aradan geçen onca zamandan sonra, arkadaşıma gideceğim bir iş çıkışı, otobüs durağında görmüştüm onu. O beni görmezlikten gelene kadar bu karşılaşmanın kader olduğunu düşünmüştüm. Onu bir daha görebilme umuduyla gittiğim ertesi günde de kaderimi değiştirebileceğimi düşünmüştüm. Her gün farklı bir sebeplerin arkasında ama hep aynı otobüs durağında buluyordum kendimi.
...
İşte yine otobüs durağındayım, ilk günkü sebepten dolayı. Her gün kendimle yaptığım kavgayı bugün yapmadım çünkü geçerli bir sebebim var. Onu görmeye gitmiyorum ki arkadaşımla buluşacağım. Otobüs durağa yaklaşıyor, ayağa kalkıyorum. Otobüs duruyor, binmek için otobüse yöneliyorum. Otobüsten iniyor, bu sefer yalnız değil. Otobüse biniyorum. Onlar elele yürüyor. Otobüsün camına başımı yaslıyorum. Gözlerimden sicim gibi yaşlar akarken kendi kendime söyleniyorum.
“Yarım kalmış hikâye yoktur, o hikâye o kadardır.” Meryem AYTAŞ