Modern Meczup

Emine Genç

Arayan bakışlarla gözlerini odada son kez gezdirdi. Hadi oğlum Allah kolaylık versin. Çantasını aldı ve evden çıktı. İçindeki ses bir şey unuttuğunu söylüyordu. Ama artık evden çıkmıştı. Sesi susturması gerekiyordu. Yoksa bu melun ses, henüz gözlerini açmamış zihnini kemirecekti. Kulaklığını takmaya karar verdi. Uyanmak için güzel bir müzik dinleyebilirdi. Sağ elini cebine attı, aceleyle çıkardı, diğer cebine baktı. Durdu. Hızlıca çantasını karıştırdı. İki elini ceket ceplerinin üzerine vurdu: patpat, pat. Kulaklığım masada, dedi, neyse en azından ses sustu. Peki bir saatlik otobüs yolculuğu nasıl geçecekti?

Adımlarını hızlandırdı. Otobüsü kaçırmak istemiyordu. Bu işi almak için çok uğraşmıştı. Biraz para kazanıp ayrı eve çıkacak, biraz daha para kazanıp yazar olacaktı. Büyük hayallerine express durağı. Dıt tam bilet, dıt indirimli bilet, dıt yetersiz bakiye, pardon fazla akbili olan var mı, dııt tam bilet, arkaya doğru ilerler misiniz… Arka kapının önü her zaman daha boş olurdu. Hem ön kısımda durur ve şansı yaver gider de oturabilirse, her gelen ihtiyara yer vermesi gerektiğini düşünecekti. Vicdanı ile kapanmaya çalışan göz kapakları arasında mukavemet çıkacaktı. Bu harbe gerek yoktu. Arkaya ilerledi. Bir saat nasıl geçecekti? Madem yazar olacaktı, otobüsteki insanlardan malzeme toplayabilirdi. Bu etik mi?, diye düşündü. Onları dinlemek ve izlemek. Sanatçı olmaklığının bu durumu etik kılacağını düşündü. Şöyle bir etrafına baktı. Sol çaprazda oturan adamı seçti. Telefonla konuşuyordu. Borcu varmış, ne yapsınmış, her gün işe gitmekten bıkmışmış. Adam sıkıcı gelmişti. Sağ koltukta oturan teyzeye takıldı gözü. Yanındaki kıza hayat hikayesini anlatmaya başlamıştı. Otuz yıldır yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş oğlunu büyütmüş. Şimdi oğlu okumuş, evlenmiş ama anasını unutmuş. Kabahat gelinindeymiş. Oğluyla arasına giriyormuş. Yanındaki kız ne kadar camdan dışarıya baksa, müziğinin sesini açsa da kırmızı yaşmaklı teyzeyi anlatmaktan vazgeçiremiyordu. Zaten teyze, dinlenmek değil anlatmak istiyordu. Anlat teyze! dedi içinden, ama kusura bakma ben de dinleyemeyeceğim seni. Etrafına bakmaya başladı. Camdan dışarıyı seyretti. Geçip giden arabaları ve ellerinde poğaçalarla koşan insanları izledi. Sıkılmıştı. Beş durak gitmiş, yedi durak kalmıştı. Telefonunu karıştırdı. Uyumadan önce baktığı twitlere ulaşınca yine sıkıldı. Sürekli sıkılıyordu. Değişmeyenler arasında boğuluyordu. Pardon, geçebilir miyim? Kapı önlerinde kalabalık yapmayalım. İnenlere öncelik verelim. Öndeki otobüse baktı. İki otobüs arasında pek az mesafe var, diye düşündü. Asgari uzaklık korunmamıştı. Her inen programlanmışcasına ilerliyor, kimse bocalamıyordu. Akış nizami ilerliyordu. Derken akışa bir set çekildi. Kahverengi bir set. Öndeki otobüsten biri inmişti. Açık kahverengi saçları, cam göbeği renkli hırkasının üzerinde omuzlarını örtmüştü. Ne güzel saçları var, diye düşündü. Yüzünü görememişti. Kendini durağın ismine bakarken yakaladı. Güzelyalı durağı. Güzelyalı durağı, e5 otobüsü, sekiz kırkbeş seferi. Zihnine kazındığını hissetti. Bu yaptığım ahlaka mugayir, dedi kendine. Ardından ekledi, acaba hangi duraktan binmişti? Yine bir harbin içerisinde buldu kendini. Ahlaki öğretileri ve egosu arasında. Harpten arta kalan parmağıyla düğmeye bastı. Harp durmuyor, belki ara veriyordu. Yarın tekrar otobüse binmek umuduyla işe gitti, işten çıktı, eve gitti.

Ertesi sabah kulaklığını da alarak e2 otobüsüne yetişti. Kulaklığını takmadı. Kulağını dört açtı. Dıt tam bilet, dıt indirimli bilet, dıt yetersiz bakiye... Gözleri tüm duraklara bakıyor, otobüsleri dolaşıyorduı. Kahverengi bir saç. Ne de çok kahverengi saç vardı. Mürdüm bir ceket üzerine düşmüş örgülü kahverengi bir saç. Güzelyalı durağı, iniş. Kahvenin en güzel tonu. Müstakbel yazar, mecburi işçi, hayatının amilini bulmuş gibi heyecanlandı. Savaşlar ve barışlar içerisinde işe gidiyor ve otobüse binmek arzusuyla dolup taşıyordu.

Günler gelip geçiyor, güzelyalı durağı vuslatı ve ayrılığı bir arada tutuyordu. İki hafta geçmiş, kahverengi saçları dört gündür görememişti. Hüsrana dönen umudunu yanına alıp işe gitmişti. İçinde yarın görürüm umudunu yeşertmeye çalışırken bir haber geldi. Patronu kemer sıkma politikasına gitmeye karar verdiğini haber vermişti. Hayalleri kemer arasında sıkışmış paramparça olmuştu. İşten çıktı, eve gitti. Ertesi gün bineceği otobüs yoktu. Onu dualarıyla uğurlayan annesine ne diyecekti? Babası yine gülecek, gel yanımda çalış diyecekti. Telefonunu açtı. Bakiyesine baktı, kafasında bir plan yaptı. Birikmişiyle üç ay idare edebilir, her gün işe gidiyor gibi yapabilirdi. Üç ay. O vakte kadar yeni bir iş bulabilirdi. Bu fikir kafasına yatmıştı. Sabah oldu, kalktı. Çantasını aldı ve çıktı. Alıştığı gibi express durağına gitti. Gitti gitmesine ama nerede inecekti? Üç durak mı gitsindi beş durak mı? Güzelyalı durağında inebilir, kahverengi bir güzelin peşinden gidebilirdi. Bir kızı takip etmek ona etik gelmedi. Ama onu görmek istemi ağır geldi. Mukavemeti sulhle çözüldü. Gidecek, durakta bekleyecek ve onun otobüsten inişini görecekti. Gitti, durakta bekledi ve onun otobüsten inişini gördü. Yüzünü gördü ama en çok saçlarını. Kahverengi saçlarına en çok balıksırtı örgü yakışıyordu. Bir gün, iki gün, sekiz gün, on gün. Bakmaktan bıkmıyor, gördükçe görmesi açılıyordu.

İş arıyor ama bulmak istemiyordu. Her gün heyecanla durağa gidiyor ve bekliyordu. Bazen vakit ilerliyor; kahverengi güzel iniyor, gidiyor; o kalıyor, izliyordu. Hatta gözlüyordu. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de özlüyordu. Her çarşamba günü e5 sekiz on beş otobüsünde bir sütçü vardı. İki tane beş litrelik su şişesine doldurduğu sütleri ile durağın ilerisindeki siteye giriyordu. Yirmi dakika sonra çıkıyor, kambur ama dik şekilde yürüyordu. Sekiz otuz otobüsüyle okula giden Yasir her gün çantasını kapatmayı unutmuş oluyordu. Mustafa Amca, iki haftadır fakülte hastanesine gidiyor, karısına çorba götürüyordu. Simitçi, tezgahını çeşitlendirmiş, haşhaşlı da satmaya başlamıştı.

İki ay geçmiş havalar iyice ısınmaya başlamıştı. Yasir yeni ayakkabı almış, Mustafa Amca gelmez olmuştu. Kahverengi güzel, saçlarını kestirmişti. Müstakbel yazar, iyiden iyiye izlemeye alışmış, kulaklığını aramaz olmuştu. Utanmasa kendisini modern meczup olarak addedecekti. Hayatın anlamını ha bulmuş ha bulacak, mertebe atladığını bildiren ilahi mesajı bekliyordu. Mesajı anlama, hayır fehmetme amacıyla izlemeye koyulmuşken bir mesajla irkildi. Mail’le irkildi. Cv’si kabul görmüş, onu aralarında görmekten memnun olacaklarmış. O memnun olmamıştı. Telefonun ana ekranına döndü, uygulamayı açtı, bakiyesine baktı. Gördü, anladı, fehmetti. Karşı kaldırıma geçti, kulaklığını taktı, eve gitti.