Görev: “A kişisi her gün sevdiği kişinin otobüsten ineceği vakitte gidip, onun inişini görmek için durağa oturup, otobüs bekliyor gibi yapıyor.” Bu sahne öyküleştirilecek.
BİR UZAK SEVİ
“Gözlüğüm nerede gözlüğüm?” Odanın içinde deli danalar gibi koşturuyordu. Astigmat birisi için gözlük ne demek, bilirsiniz. Bilmeyebilirsiniz. Merceğinize zeval gelmesin. Bana da söyle, bana da söyle ben de bileyim, diyorsanız yanlış yerdesiniz. Please don’t try again later.
Gözlüğü nerede? Dalgın bir insanın gözlüğü nerede olur? Gözünde. Evet, koşarak aradığı gözlüğü gözünde. Zavallı. Reşat Nuri onu görse, Acımak’a başkahraman yapardı. Hugo onu görse, Jean Valjean’ı terk ederdi. Gözünde. Dalgın çünkü âşık. Başına iş almış. Aklını bir bavula koyup tozlanması ve erimesi için gardırobun üstüne kaldırmış yani. Allah’ım kurtarsın.
“Gözünde gözünde!” Annesi de terlik fırlatır gibi cevap verdi. Öyle ki koridorun ortasında bir direğe çarpmış gibi kalakaldı Merdan. Eliyle gözünü yokladı. Orada. Bir şey demeden portmantoya yöneldi. - Fonda Teoman/ Kırıklarını aldırdım kalbimin/ Zırhımı/ Çıkarttım astım portmantoya/ çalıyor. Bunu bir Merdan duyuyor. Annesi gözlerinden çıkan alevleri söndürmekle meşgul. Zaten anneler rocktan hoşlanmaz.- Siyah kaşesini aldı ve giymeden dışarı çıktı. Annesi “git bakalım git” leri birbirine uluyordu. “Sanki işe yetişiyorsun, koş koş geç kalma.”
Anne sözü dinlerdi Merdan. Geç kalmayacaktı tabii. 335 numaralı otobüs tam 07.50’de durakta oluyordu. Caddeye çıktığında koşmaya başladı. Düz sönük saçları koştukça dağılıyordu. Gözlüğü kafasına büyük geldiğinden burnunun üstünde zıplayıp duruyordu. Günün bu vaktinde seyrek olurdu cadde. Rahatça koşabiliyordu. Tam köşeyi dönüp durağa yaklaşmıştı ki yine o sisli görüş, yine o dalga dalga eriyen an Merdan’ı yakaladı içine çekti. Merdan dikildi kaldı. Zihninin bulanıklığı, zamandan kopması hep aynı saniyede oluverdi. Nereye gittiğini, nerede olduğunu unutmuştu yine. Tabula rasalardan bir tabula rasa. Merdan etrafına şöyle bir baktı. Koşuşturan insanlar, bir yerlere yetişmeye çalışan arabalar, devinip duran gökyüzü, şehrin onulmaz uğultusu onu şaşkına çevirmeye yetti. Neredeydi? Hızla geri döndü. İnsan kalabalığını yara yara, ayakları dolaşa dolaşa nereye gideceğini bilmeden ilerliyordu.
Şehrin o standart meydanından geçiyordu. Standart evet. Her şehrin meydanı böyledir. Bunu demek bile tasvire yeter. Baktı ki bir grup, yumrukları aynı anda havada, heyecanlı ve aşkî slogan atıyor. Alınlarında bir fikre ait olduklarını belli etmek isteyenlerin kullandıkları bandanalar. İnsan bunu şart bilir. Fikrim var ama bunu nesneleştirmeliyim. Fikrim var ve bu savunduğum şeyi sen de bil. Ne gerekse. Merdan da kalabalığın içinde buldu kendini. Onu fark edenler hemen onun da başına sloganlı bir bandana doladılar. Birisiyle göz göze geldi. Ağzından köpükler saça saça bağıran, gözleri ateşin bir delikanlıyla. Eli havada yumruk, bağırıp duruyordu. Merdan bir çocuk taklidiyle onun gibi slogana başladı. Anlamadığı şeyleri gür sesiyle bağırıyordu kalabalıkla birlikte. Bazen de böyle olur. Kimisi ömrünü böyle geçirir. Anlamadığı şeyler hep en gür hâliyle çıkar ağzından. Mış gibi bir hayat. Merdan hafızası boş, eli havada ünlüyordu toplulukla birlikte. Ne olduysa oldu, gruptan itile itile dışta buldu kendini. Sağa sola bakındı. Zihni sevk olunacağı yeri bir türlü hatırlayamıyordu. Rastgele yürüyüşüne devam etti. İnsanlar yanından akıp duruyordu. Hızlı çekim flu görüntüler. Belirsizlik cisimleşmiş gibiydi. Epey yorulmuştu ki bir durağa denk geldi. Geçti oturdu. Yoldan geçen insanlar, saatini kontrol edip duranlar, otobüsün gelmesi attığı voltaya bağlıymış gibi kurulu insanlar. Neredeydi, neden buradaydı hatırlamıyordu. Biraz sonra bir otobüs yaklaştı durağa. 335 numara. Merdan’ın zihnindeki sis bulutu dağılır gibi oldu. Otobüs durakta bir süre durdu. Merdan otobüse baktı baktı baktı. Tabii ya! Her şeyi hatırlıyordu yeniden işte. Evden çıkışını, durağa gidişini.Gel gör ki saat dokuzu bulmuştu. Durağa yetişememişti. Durağa mı? Durağa. Otobüse değil durağa. Binmeye, binip gitmeye değil ineni görmeye. Müsait bir yerde inene. İnerken düz, kestane kahvesi saçları yüzüne gelene. Eli bir tülü havalandırır gibi saçını arkaya atana. Yetişememişti. Şakayık ve portakal çiçeği kokusuna. Lila paltosuna sarınmış, ürkek duruşlu ona. Dişlerinin arasından “Ahhh ya ahhh” diye söylendiğinde, yanındaki adam dönüp ona şöyle aşağılar gibi baktı. Hiç mi binmeyeceği otobüsü kaçırmış hüzünlü bir adam görmemişti acaba?
Kalktı. Ayaklarını sürür gibi eve yöneldi. Anası kim bilir neler sayacaktı yine. Saysın. Eve vardığında annesi eli belinde karşıladı onu. Gözleri yine aynı şeyi söylüyordu. Gözleri istisnasız aynı şeyleri söylerdi. Bozuk bir plak mı, göz mü belli değildi. Paltosunu asıp sesini çıkarmadan odasına geçti. Kapıyı kapatmadan ve daha annesi bir şey demeden “ aç değilim!” diye bağırdı ve kapıyı kapattı. Üç aydır bitiremediği, yazarın da cümleleri söylerken yavaş davrandığı kitabı eline aldı.
İlk cümle: Gelmedi galiba.
Merdan kitaba cevap verdi: Geldi. Gelmiş olmalı. Ben göremedim.
İkinci cümle: Zaten hep öyle olur.
Merdan: Ne hep öyle olur?
Üçüncü cümle: Bekler bekler beklersin, yanından geçip gider ve göremezsin. İşte o zaman kıymeti olur.
Merdan: Yok yok, durağa gidemedim ki yanımdan geçsin.
Sonraki cümle: Bahaneler üretirsin. Görememeye methiyeler düzersin. Ama giden gitmiştir.
Merdan: Ne biçim kitapsın be! Edebiyat mı yapıyor laf mı sokuyor belli değil.
Kitabı kapattı, rafa kaldırdı. Boş edebiyat. Kendini yatağa bıraktı. Kurtulmanın sığınağına, uykuya sarıldı. Uyuyunca geçerdi çünkü.
Ertesi sabah hızla giyindi. Gözlüğünü aradı. Gözünde buldu. Siyah kaşesini kaptığı gibi yola düştü. Annesi onu sevecenlikle uğurladı. Siz de inandınız. Caddede koşuyordu. 07.40. Otobüsün gelmesine tam on dakika var. Köşeyi döndü. Durağa yaklaştı. Dünkü yerden geçerken ürperdi. Hayır, bu sefer beyni durmasındı yine. Durmadı. Durağa vardı. 07.46. Dört dakika kaldı. Geçti oturdu. Nefes nefeseydi. Kafasını çevirdiğinde, gözleri her daim meraklı bakan o insanlardan biriyle göz göze geldi. Bu tipler gülümseyerek kafa da sallar. Sonraki cümle hava şartlarıyla ilgilidir. -Eee havalar da epey soğudu. O böyle bir tespitte bulunmasa, kış mevsiminde havaların soğumuş olmasının idrakine varılmaz zannederdi belki de.Ya da yazın, o bunaltıcı sıcağın varlığının farkına varılması, onun -eee havalar da epey sıcak, demesine bağlı olurdu. - Kaç numarayı bekliyorsun? Hilkatenmeraklıgillerden olan bu kişi, tüm dünya insanlarıyla tanıştı çünkü. Senli benli soru sorması bundandı. “335.” diye cevapladı Merdan. Her sabah durakta başka birileriyle denk geliyor oluşu da bir garipti. Bu durağın sakinleri hiç mi sabit değildi? Durak dediğine aynı vakitte gelenler, az çok aynı olur. Ne bileyim en azından elinde defteri, yüzünde ciddi ifadesi ve yuvarlak çerçeveli gözlüğüyle bir genç belki. Zayıfça, düzleştirilmekten eprimiş saçları boyundan daha uzun, tırnakları bakımlı, yüzü betondan daha beton, duraktakilerin bakışı ona çarpınca bakışı geri sektiren bir kadın belki. Ya da ya da. Boşver şimdi. Saat 07.50. 335 numara geldi. Merdan heyecanlandı. Yerinden de kalkmıyor ki niye geldiği anlaşılmasın. Otobüsün kapıları açıldı. En çok kendisinin acelesi olduğuna inanan yolcular, itişerek inmeye başladı. Önden inen bu aceleci grubu, acelesi makul olanlar takip etti. En son inenler yargı dağıtıcılardı. İçinden söylenenler. Hayret bir şey, herkes inecek, ne itişiyorsunuz yani? diyenler. O, bu son gruba dahildi. Lila paltosuyla, düz, düzgün kesim saçlarıyla işte o da indi otobüsten. Otobüsten inenlerin yazısız kuralıydı etrafına bakınmak. O da bakındı. Durağa gözü kaydı. Merdan’la değil de Merdan’ın yanında oturan gözlerle karşılaştı gözleri. Olsun. Bugün de indi ya otobüsten. Şükürler olsun. Küçük, düzgün biçimli yüzü, sabah mahmurluğunun en güzel hâlini taşıyordu. Merdan güzel bir rüyayı takip eder gibi izliyordu ismini dahi bilmediği bu güzeli. Saçları kestane kahvesi, burnu hafif kemerli. Yüzü ayın on dördü belki. Güzel, ne güzel olmuşsun. Lila paltolu kız, etrafına bakındıktan sonra caddede kalabalığa karıştı. Merdan kalabalığın arasında eriyene kadar izledi kızı. Kalkıp takip etseydi. Olmazdı. O an, otobüsten indiği o an beklemiş olmanın hazzını taşıdığından diğer tüm anlardan üstündü. E gidip açılsaydı bari. O da olmazdı. Kim kavuşmayı istiyordu ki hem? Bir insan baharı niçin bekler? Çiğdemleri görmek için belki. Onları koparsaydı, baharı beklemenin ne hükmü kalırdı? Ya da bir deniz kenarında dalganın o en yüksek hâli niçin kıymetlidir? Ya da bir şarkının en sevdiğiniz yere gelmesini niçin heyecanla beklersiniz? İşte bunların hepsi cevabını arayan ontolojik sorular. Cevaplandığında hükmünü kaybeder.
-Eee senin otobüs geldi, kalksana kalk kalk kaçırma. Hilkatenmeraklıgillerden olan adama dönüp: “Vazgeçtim,” dedi Merdan. “Otobüsün şeklini beğenmedim, binmiyorum.” Adam şaştı kaldı, otobüs geldiyse binilmeli, aş bulduysa yenilmeli, işe denk gelince kaçılmalıydı çünkü. -Allah Allaaah, çekti adam. Merdan’ın otobüse binmemesi içine dert oldu. Sağlık olsun.
Merdan duraktan ayrıldı. Merdan sadece duraktan ayrıldı. Aklı bir mah yüzlünün peşinde uçtu gitti. Merdan havada yüzer gibi yürüdü eve doğru. Bir çocuğa bakar gibi baktı yolda rastladığı en çehresize bile. Bir çiçekçinin önünden geçti, anasına bir demet çiçek kaptı. İçinden tekrarlayıp duruyordu: Güzel ne güzel olmuşsun. Eve vardığında kapıyı açan annesine uzattı çiçekleri. “Bayram değil seyran değil.” dedi annesi. “Kaç ekmek parası bu?” “Beleş anne,” dedi Merdan, “Bir kız verdi, ben de anama getirdim. Ne hayırlı evladım ama!” Annesinin yüzü yumuşadı. Kullanılmayan vazoyu aramaya koyuldu.
Merdan odasına geçti. Sırtüstü uzandı yatağına. Başının altında ellerini birleştirdi. Hepi topu iki dakikalık şey. Otobüsün durması, yolcuların ve kızın inmesi. Kızın gitmesi. Bu sahneyi kafasında kaç kere tekrarladı. Düz saçları kaç kere savurdu rüzgârda. Şakayık ve portakal çiçeği kokusu kaç kere esti odanın içinde. Lila palto bile dolandı, geldi selam bile verdi. Tüm gece, bu iki dakikaya sığındı. Yirmi dört saatin sahibi iki dakika oldu.
Sabah. Yine aynı saatte hazırdı. Tam bir aydır yaptığı gibi, o durağa gidiyordu yine. Binmeyeceği o otobüsü beklemeye. Bir kere olsun yanına yanaşmayacağı o kızı görmeye. Ben seni alamam ah Holofira. Siyah kaşesini kaptı, gözlüğünü aradı. Bulamadı. Buldu. Annesinin suratını çekti. Sade yoksunluktan yokluktan değil. Durağa yollandı. 07.40. Diğer vakitlere göre daha sakin olan caddeyi koşarak aştı yine. Durağa yakın köşeyi döndü. 07.46. Dört dakika daha. Geçti oturdu. -Ooo yine mi sen delikanlı? diyen o ses. Dünkü adam. Ölü taklidi yapabilmeyi diledi. Adam konuşmaya başladı, sorular uğultular, boş meraklar. Merdan zihninin içinde kaybolmuş, 335’ i bekliyordu. Eline kir olsun elli üç lira.
07.50. Yanındaki adam dürttü: “Geldi senin otobüs, bak bakalım beğendin mi bugün?” diye güya espri de yaptı. Ne otobüsü? Merdan neden burada olduğunu hatırlamıyordu bile. Burada ne işi vardı? Adamın yüzüne boş boş baktı. Etrafa boş boş baktı. Zihni onu yine terk etmişti. Amma ki alamam, bir uzak sevi. Hızla kalktı ve duraktan uzaklaştı. Önüne bakmadan yürüyordu. Lila paltolu bir kızın yanından geçerken küt diye omuz attı kıza. Kız sendeledi, dönüp bir özür bile dilemeyen Merdan’a sert sert baktı: “Önemli değil önemli değil, al kolumu da götür bari!” Merdan onu dünyadan koparan boşlukla baş başa, sokaklarda dolanıp duruyordu.