Bir Avuç İnanmış

Ayşenur Altun

Yusuf'a…

Bu öykü, ufak birkaç detay hariç, geçen sene tanımış olduğum bir çocuğun, Halepli Yusuf'un hayat hikâyesi. Öykünün sonu ise bir duadan ibaret. Bu satırları okuyan herkesin bir kere de olsa inanarak "âmin" demesini beklerim.

Hastanede doğmuşum. Abimden farklı olarak hastanede doğmam, beni de abimi de ölmeden önce öldüren bir şey oldu. Bunu büyüdükçe daha iyi anladım. Hastanede doğmuş olmayı istemezdim. Hayat, isteklerimiz ve kaderimiz arasında akıp giderken isteklerim ve kaderim hiçbir zaman bir araya gelmedi. Ne isteklerimi durdurabiliyordum ne de kaderimi. Coşku ile akan iki nehir gibiydiler. İsteğim ise birçok insanın zaten sahip olduğu bir şeydi. Tüm fertlerinin içinde sağ olduğu sıcak bir yuva…

Doğum ve ölüm. Birbirine geçmiş ve asla ayrılamayan iki zıt şey. Annem bana hamileymiş savaşın başladığı, zalimin zulmünün muhakkak bir sınırının olacağı düşünülen zamanlarda. Annemin sancıları başlamış ve doğum için hastaneye gitmesi gerekiyormuş. Tıpkı her annenin sancıları başladığında hastaneye gitmesi gibi. Babam o zamanlarda Halep'te değilmiş. Annemin haberini alır almaz o da yola koyulmuş. Akrabalarımız annemi hızlıca hastaneye ulaştırmışlar. Hastanede doğmuşum. Orada gerçekleşen son güzel şey benim doğumum olmuş çünkü zalimin zulmünün bir sınırı yokmuş artık. Hastaneyi bombaladıklarında annem ve akrabalarım bir tabut içinde bile oradan çıkamazlarken ben kundağa sarılı bir şekilde çıkmışım. Sağ olarak kurtulan çok az insandan biri de ben olmuşum.

Babam ne doğumuma yetişmiş ne annemin ölümüne. Bina enkazından sağ çıkanların arasında beni uzun uğraşlar sonucunda ancak bulabilmiş. Abim, ben ve babam eve döndüğümüzde, bir yanımız eksik bir şekilde eve döndüğümüzde sessizliği susturan tek şey benim bitmek bilmeyen ağlayışlarımmış.

Babamın en büyük ablası olan Yasemin halam aynı zamanda benim süt annem de olmuş. Kendi çocuklarının yanında yoksulluklarına ortak ederek bana da bakmış.

Hayatım boyunca eksikliğini mahalle çocuklarının bana vurduğu her uzvumda hissedeceğim abim ise evimizin sokağında arkadaşlarıyla oyunlar oynarken yine zalimin sınırsız zulmü ile karşılaşmış. Onun olduğu bölgeye atılan bir bomba yüzünden bir tabutu olmamış. Ben doğarken annesiz kalan abim o zaman da tabutsuz kalmış.

O bombardımandan yaralı bir şekilde güya kurtulan babam hastaneye vardığında bir umudu olmadığını biliyormuş. Hastaneler bile bizim coğrafyamızda umudun yeri olamamış hiçbir zaman. Babam kanını o kadar çok kaybetmeden önce beni halama emanet etmiş.

Yasemin halamın bana anlattığı ailemin hikâyesini daha doğrusu bu kadar eksik olduğumu duyup idrak ettiğimden beri bir kere olsun güldüğümü hatırlamıyorum. Halam ve eniştem Halep'ten Türkiye'ye göç ederlerken duvarları sağlam bir evin hayali ile aşmışlar onca yolu. Böyle bir hayal kurmasalardı onca yol aşılmazdı da bir dağ olurdu onlara zaten.

Muhacirler yani hayalleri uğruna en çok emeği sarf edenler ve sarf edilmiş bunca emeğin yorgunluğu ile kuracak hayali kalmayanlar… Halam ve eniştem karşılıksız bir şekilde aylarca çalıştırılmışlar, işsiz kalmışlar, kaç gece çocuklarının açlıktan ağlaması sebebiyle uyuyamamışlar.

Ben güzel bir çocuktum. Evdeki diğer çocuklara göre daha uslu, daha sessiz ve kendi kurduğum küçük dünyamda meraklı sayılabilecek biriydim. Okula gelip giderken mi, birilerinin aracılığıyla mı oldu bu bilmem ama şehrin ileri gelen zenginlerinden bir aile beni gördüğünde ve hikâyemi daha doğrusu eksilişimi dinlediklerinde yüzü de adı gibi güzel olan bu Yusuf'u yanımıza evlatlık alalım diye tutturmuşlar. Karşılığında da halama ve enişteme onları bulundukları yoksul hayatlarından tamamen kurtarabilecek kadar para teklif etmişler. Halam kaç gece düşündü, eniştemin gözü kaç gün gelemedi uzaklardan bilmiyorum ama o zengin ailenin reisine şunu söylemiş halam: "Yusuf bana kardeşimin emaneti. Ben ne hâlde olursam olayım, ne zorluk çekersem çekeyim bu emaneti başka birine bırakamam. Şimdi ben lam diyeyim sen cim anla. Kardeşimin emanetini nasıl bırakırım?" Böylece zengin bir ailede büyüyeceğim diye bildiğim tek ailemden de olmamışım.

Burada size geçmişimi anlatıyorum ancak geçmişim benim kalbimin tam ortasında şimdi ile yaşamayı öğrenmiş bir şey. Ne yıllarca ailemin geri dönmesini beklediğimi unutuyorum ne de bir daha gelmeyeceklerini öğrendiğimde bütün gün bağıra çağıra ağladığımı. Onca sene geçti bu yaşananların üzerinden. Okudum. Güzel okudum. Savaştım. İş sahibi oldum. Savaştım. Evlendim. Savaştım. Çocuklarım oldu. Savaştım ve savaşmayı öğrettim. Zulmünün sınırı olmayan zalimlerin yaraladığı her anneyi, her çocuğu, her babayı yalnız bırakmamaya yemin ettim. Halep'in kızgın kumlarının tozu ile yıkandı ayakkabılarım. Allah'ın vicdan sahibi kulları her zaman yanımdaydı. Sınırlar arasında koştum ve nihâyetinde durdum. Dünyada ne mazlumun hüznü ne de zalimin zulmü sınırsızmış. Burada her şey bitermiş.

Diğer bütün savaşlar gibi bu savaş da bitti. Halep'in taş binaları yeniden doğruldu yattıkları yerden. İmar olundu ve şenlendi Halep. Çünkü hak ve onun yanında olanlar geç de olsa kazanırlar. Buna inananlar zayi olmadılar ve olmayacaklar.

Evime döndüm. Savaşın ardından sağ kalmış bir akasya ağacının etrafına sağlam duvarlar ördüm. Yuvama döndüm. Gölgesine geçtim, sırtımı dayadım ve olan biten her şey, işte o akasya ağacının altında son buldu.