Tenere

Emine Genç

Hastanede doğmuşum. Sancılar, koşuşturmacalar, ıkınmalar, heyecanlar, mutluluklar… Güzel bir bahar günü, ikindi vakti. Hemşirenin kucağında koridorlardan geçiyorum. Tanıdık bir kokunun kucağına bırakılıyorum. Etrafta cıvıldaşmalar. Sütle ilk buluşmam. Annemin eli başımda dolaşıyor. Gözleri, burnumla pencere arasında mekik dokuyormuş. Pencerede akasya ağacı. Sarı çiçekli. O an kararını vermiş annem. Göbek bağım akasyanın köklerine saklanacak. Ama babaannem hastaneye bırakmak istememiş. Doktorların işi çok zormuş, geceleri gündüzleri yokmuş. Hadi doktor olamadım diyelimmiş, ölüsüydü, yaralısıydı uğraşılmazmış. Biricik aslan torununa kıyamazmış. Tamam, demiş annem. O zaman başka bir akasya bulalım. Hastane odasında Memduh’u kucağına aldığında malum olmuş ona, illaki akasya olacakmış. Göbeğim düşmüş. Babam çağrılmış. Bul bir akasya, denmiş. Babaannem eklemiş, nerede olduğuna dikkat et, abuk sabuk bir yer olmasın. Babam atlamış arabasına. Bir akasya bulmuş. Fen Lisesi önünde. Mühendis olur, demiş. Yoldan geçen arabalara aldırmadan gömmüş ufacık toprağa.

* Biraz daha hızlı anlatabilir misiniz, Memduh bey? Kaydın hafızası dolacak.

Her şey usulünce olmalı, hanımefendi. Gereksiz hiçbir ayrıntı yok anlattıklarımda. Babam eve gelince babaannem biraz söylenmiş, ya doktor çıkarsam diye. Ama yatışmış sonunda. Mühendis olacak aslan torunum diye dolaşır olmuş. Yani dolaşırdı rahmetli. Beş yaşındayken de mühendis olacaktı aslan torunu, yirmi beş yaşındayken de.

Bir şey olamamıştım ben. Ortalarda dolanan bir Memduh’tum. O iş senin bu iş benim dolaşırdım. Bir bakmışsınız müteahhit olmuşum, bir bakmışsınız borsadan para kazanma hevesindeyim. Yarın ticarete atılırdım. Şeytana pabucunu unutturacaktım. Kısa yoldan para kazanmanın peşinde koşarken onu gördüm. Hülya. Bakır rengi saçları ne de güzeldi. Üzerinde sarı çiçekli elbisesiyle sokakta yürüyordu. Elleri kızarmış. Taşıdığı poşetler canını yakıyor olmalı. Hemen yanına gittim. Üç numaralı sesimle “Hanımefendi, poşetleri taşımanıza yardım edebilir miyim? Narin elleriniz yorulmasın,” dedim. Sert bakışları, nazenin dudakları yetti cevap olarak. O hızlı adımlarla giderken ben sormaya soruşturmaya başlamıştım bile. Mahalleye yeni taşınan mühendis beyin kızıymış. Babasının bir tanesiymiş. Narin ellerine acımamış ama. Annemi ikna ettim, çiçeğimi alıp babamın arkasında yola düştüm. Hülyama kavuşmaya gittim. Allah’ın kavli peygamberin sünneti değilmiş. Mühendis beyin serseriye verecek kızı yokmuş. Doğru düzgün bir işim, cebimde üç kuruş param yokmuş. Utanmamışım kızını istemeye gelmişim. Ailemi de peşime sürüklemişim. Yirmi dört yaşında bıçkın delikanlıya denir mi böyle sözler. Hemen araştırmaya koyuldum. İstanbul’uydu, Ankara’sıydı derken kulağıma bir haber çalındı. Afrika’da büyük iş imkânı! Altı ayda zenginliğin anahtarı! Karar vermiştim, Afrika’ya gidecektim. Hülya’ya haber yolladım. Paramı kazanıp gelicem, seni alıcam, dedim.

Dedim ve gittim. Gidiş hazırlıklarıydı, izindi derken iki ay sonra Afrika’daydım. On üç zekâ parıltısıyla Çad’a gelmiştik. Gelmiştik de bir sor bakalım aradığımızı bulmuş muyduk?

* Bulmuş muydunuz?

Hanımefendi ben lam diyeyim sen cim anla. Böyle dediğime göre bulamamıştık elbet. Kulağımıza kar suyu kaçıranlar yanlarına paralarımızı da alıp ortalıktan kaybolmuşlardı. Yıl bin dokuz yüz yetmiş iki. Kiminle ne haberleşeceksin. Allah’ın Afrika’sında Türk’ü nereden bulacaksın? Dil desen yok. Türkçeyi anca konuşuyoruz, onu da anlayan yok.

* Memduh Bey biraz...

Tamam hızlanıyorum. Hani nerede para, yatacak yer bulsak şükrediyoruz. İki yıl Çad sokaklarında dolanıp durdum. Ufak tefek inşaat işlerinde çalışıyordum. Tek dayanağım hülyalarım. Ne yapmıştır, beni bekliyor mudur; yoksa bir mühendis bulup evlenmiş midir, bilmiyorum. Haber almak için can atıyorum. Bir yolunu bulacağım diyorum. Yolları kendime arkadaş ediniyorum. Sokaklarda iş ararken bir ilan görüyorum. Ne yazdığını tam anlamasam da … AYDINLAR… LIBYA yazıyor. Tamam. Kurtuluş biletimi buldum. Libya’ya gidecektim. Aydınlar neyse onu bulacaktım. Türk değiller mi, elbet bana yardım ederlerdi. Peki Libya’ya nasıl gidecektim? Arada koskoca Sahra Çölü. İnşaatlarda çalışırken tanıştığım Abdullah’ı buldum. Zar zor derdimi anlattım. Bir kafile buldu. Onlarla çölü aşacak, aydınlığa kavuşacaktım. Kafile hazırlandı. Çok az kalmıştı, hülyama kavuşacaktım. Yola çıktık. Sıcak çok sıcak. Kafileyi yöneten Mustafa endişeli. Ya kaybolursak? Uçsuz kumların arasında ilerliyoruz. Sağı solu aynı. Tek umudumuz Mustafa. Derken herkesin yüzünde bir gülümseme. Tenere. Tenere!

Neydi bu tenere? Çölün ortasında bir ağaçtı tenere. Yalnızlığın adıydı. Kendisine en yakın ağaç dört yüz kilometre ötedeydi. Akasyaydı tenere. Küçücük gölgesi vardı. Herkese yeten hikâyesi vardı. Mustafa tenere’ye çevirdi yönümüzü. Kafile dinlenecek yârini bulmuştu. Çöl yolculuklarına alışık değildim. Yorulmuştum. Hülyamı başıma yastık yaptım. Akasya ağacına sığındım. Gözlerimi kapattım. Elime konan bir şeyle gözlerimi açtı. Konmamış, düşmüştü. Sarı bir çiçek. Sarı akasya çiçeği. Gözlerimi açtım, Mustafa yoktu. Kafile yoktu. Etrafta kimse yoktu. Sarı çiçek, tenere ve Memduh, yani ben.

...

* Evet, Memduh bey. Devam edin lütfen.

İşte hanımefendi. Kimse yoktu. Hiçbir şey yoktu. Mecnun değildim, çölde Leyla’yı bulamazdım. Mustafa değildim, Libya’ya ulaşamazdım. Ne yapacaktım? Acıkmıştım, susamıştım. Karnımın gurultusuyla konuşmaya başlamıştım. Elimde sarı çiçek. Yunus değildim, ona soru soramazdım. Memduh’tum ve açtım. Sarı çiçek artık elimde değil, içimdeydi. Sarı çiçekle bütünleşmiştim. Artık akasya bir parçamdı. Ben akasyanın bir parçasıydım. Akasyaya gelen rüzgâr, kulağıma uğradı. Duydum. Hülyalarımı aldı. Evi olmuş Hülyanın. Tenereye çarpan kum gözüme kondu. Gördüm. Bir hemşirenin kucağında ilerliyorum. Sonra Mustafa’yı görüyorum. Gel diyor bana, Türkçe öğrenmiş demek ki. Kalkıyorum, gel dediği yere doğru yürüyorum.

* Memduh Bey, geçmişi ve geleceği gördüğünüzü mü iddia ediyorsunuz?

Doktorlara kalsa yaşadığım korku sebebiyle muhtemel şeyleri görmüşüm. Mustafa zaten yakınmış, seslerini duymuşum. Ama öyle değildi, ben biliyorum. Akasyayla bütünleşmiştim. Akasya bana yardım etti. Gömülen bağım, bana ses etti.

* Peki, tüm bu anlattıklarınızın bugününüzle alakası nedir?

Alâkası şu hanımefendi: Annem akasyayı istemeseydi, babam yol kenarındaki akasyayı seçmeseydi, ben sarı çiçekli kızı sevmeseydim tüm bunlar olmazdı. Ben Libya’ya gitmezdim. O adamla konuşmazdım. Adam içlenmezdi. Tenereye gitmezdi. Tenere gitmezdi. Tenere son buldu. Ben son buldum. Ve olan biten her şey, işte o akasya ağacının altında son buldu.

Emine Genç

________________

Cümle 1: Hastanede doğmuşum.

Cümle 2: Ben lam diyeyim sen cim anla.

Cümle 3: Ve olan biten her şey, işte o akasya ağacının altında son buldu.