Kimsesizlerin Yarım Hikayeleri

Ahmet Kırtekin

Cümle 1: Hastanede doğmuşum.

Cümle 2: Ben lam diyeyim sen cim anla.

Cümle 3: Ve olan biten her şey, işte o akasya ağacının altında son buldu.

kimsesiz

hastanede doğmuşum. bir avuç çalışan görmüş olmalı. en azından bir iki doktor, ebe, hasta bakıcı, morg görevlisi. ben annemi hiç görmedim. inşallah o beni görmüştür. telaşlı ve gergin voltaların yankılandığı koridorda bebeklerin soy isimleri söyleniyor. ürkek adımlar birden keskin bir hız kazanıyor. yüzlerde karmaşık duygular okunuyor. insan bunu bir şekilde tecrübe edebilir. ama kapalı kapılar ardındaki anları görse bile duyguları tahmin etmek mümkün değil. inşallah annem göğsüne bastırıp kızıl kara kafamı koklamıştır. onun kalp atışlarını hissedebilmeyi çok isterdim. bugün bile arıyorum. ne zaman başım sıkışsa elim boşluğa düşüyor sanki. o ilk çığlıklarım göğsünde dinse, yaşların ve terin ıslattığı gergin tenine dokunsam, korkuyla açılıp kapanan parmaklarım arasında bir parmağını tutsam... ne uzak bir hayal bu. annem bunları yaşadıktan sonra gözlerini kapatmıştır inşallah. belki bu şekilde huzurlu bir ölümü olmuştur.

insanların öldükleri gibi dirileceği söyleniyor. allah'ım n’olur annem mutlu ve rahat ölmüş olsun, dirildiğinde yüzünde ilk ve son anlarımız olan o kısacık zamanın huzuruna doğsun istiyorum. gözlerimi açtığım dünyada o yoktu. senelerdir alışamadım. bundan sonra alışacağım da yok. en azından o yalnız bir dünyaya açmasın gözlerini. ya da rabb'im yalnız bırakma onu. kalabalıklar içinde kimsesiz olmanın ne demek olduğunu biliyorum ben. annem yalnız kalmasın. adını koyamasa da, göğsüne bastırıp emziremese de, çığlığını duyamasa da tam kalbinin üzerinde nefesini duyabileceği biri olsun. kalbi bir başka atışta bulsun kendini. ruhu başka bir ruhta yer etsin. ört onun kimsesizliğini. var kıl onu, var ettiğin gibi her şeyi. var kıl onu, var olduğun gibi.

yarım

ne hikâyeler var değil mi? yetiştirme yurtları, kötü yakınlar, yarım babalar... sahi babalar neden hep yarımdır, hiç anlamadım. annem ben doğduğumda ölmüş, onun eksikliğini hiçbir şey dolduramadı. belki anlatılar belki özlemler bir hayali yavaş yavaş şekillendirdi içimde. ve hayallerim koca bir boşluğa vardı. ne lanetli bir yürüyüş bu. insan dayak yiyen arkadaşının annesinin eteğine yapışıp ağlamasını kıskanır mı? sinirle çocuğunu döven kadının birkaç dakika sonra sarılıp öpmesini kıskanır mı? evet, kıskanır. hem de ölümüne kıskanır. şımartılmak bile ağrına gider insanın. telafisi mümkün olmayan bir ayıbın üstünü örter gibi gelir her güzel söz. ama baba denilen şu yarım yamalak yaratık bütün bunların ötesinde.

bütün gün çalışıp akşamları kısacık ve haftada bir gün pazarları görülen bu adam neden bu kadar eksik? benim annem öldü, ya ona ne oldu? neden hiçbir şey yakışmıyor bu adama? ne kızması kızmak ne sevgisi sevgi. onun da mı annesi ölmüş yoksa? yoksa o da mı kimsesiz benim gibi? ama olamaz. ben varım ya işte. yorgun ellerini tutacak ben varım ya. kimsesiz olduğum gibi bir de yetersiz miyim yoksa? onun için annemin yokluğundan başka bir anlamım yok mu? her gün karşısına çıkan bir mezar taşı mıyım onun için? tenindeki soğukluğun sebebi ben miyim? yoksa içinde hiç sıcaklık olmamış mı? hiç sevmemiş mi annemi, onun emaneti diye sevse beni olmaz mı? yetmez mi benim sevgim iyileşmek için?

arada durup durup "ben lam diyeyim sen cim anla" diyor. bu öyle bir laf değil diye itiraz edecek oluyorum. sonra hatırlıyorum onun yarım olduğunu. yarımlık mı kimsesizlik mi daha kötü emin değilim. benim en azından kimsesizliğim, annesizliğim var. onun bizi bu kadar uzağa savuran bahanesi ne peki?

hikâyeleri

genç oğlan eve dönerken sokaklarındaki akasya ağacının altında genç kızla karşılaştı. çocuklukları beraber geçmişti. kız birkaç yaş küçüktü oğlandan. saklambaç, yakar top, dokuz taş oynamışlar, birbirlerini kovalayıp durmuşlardı. saraydan kız kaçırma oynarken gizli bir anlaşma ile cezaya kalmadan el ele vermişlerdi. sonra kız taşınmış ve arada annesi ile komşularını ziyaret etmek haricinde sokağa hiç gelmemişti. bir anlık tereddütten sonra selamlaştılar. bir türk filmi olsa dalgın bakışlarla yarım saat dikilir sonra derin bir iç çekişle uzun bir sohbete girişirlerdi. ama gerçek bir sokakta belli belirsiz bir acaba ile yetinmek zorundaydılar. ikisinin de adımlarını tereddütle yavaşlatmaları için yeterli bir acabaydı bu. kızın üzerinde okul forması vardı. oğlan ise okula devam edememiş, askere gitmek için gün sayıyordu. bir sızı gönüle ancak böyle saplanmalı.

ağzına sigara sürmeyen oğlan askerde zamanı dumanlara böldü, hapsetmek ister gibi hepsini içine çekti. saydıkça bitti. geri döndü. talipleri olmasına rağmen kız kimseye evet dememiş, okul da bitince mahalledeki eczanede işe başlamıştı. yol bulundu, yordam izlendi, allah'ın emri peygamberin kavli ile kız istendi. iki sene içinde söz, nişan, düğün dernek kuruldu. genç çift çocukken gölgesinde oynadıkları, yıllar sonra altında karşılaştıkları akasya ağacına nazır giriş kat daireye yerleştiler. çok geçmedi allah bir bebek ile güldürdü yüzlerini. anne ölünce koca sokağa hüzün çöktü.

ketum delikanlısı sokağın, bebeği ile yalnız kalınca daha da ketumlaştı. annesi ne kadar ısrar etse de yanlarına taşınmadı. karşılıklı binalarda oturmaya devam ettiler. annesiz bebek sokakta her kapıda el üstünde tutuldu, tez büyüdü. yine de pazar günleri akasya ağacının altında oynayan baba oğulu gören bütün kadınlar gizliden gizliye tülbentleri ile sildiler gözlerini.

gözlerin önünde hızla büyüdü oğlan, okulu bitirdi, mühendis çıktı. askere gitti geldi. babaannesine sevdiği bir kız olduğunu söyledi. bir hafta boyunca ağladı kadın. gündüz sevinerek, telaşla. geceleri boğazında koca bir yumruyla. bütün yaşları aynı tülbentle sildi.

tuzlu kahve içildi, şirinlikler yapıldı, düğün kuruldu. baba, annesinin yanına geçip evi baştan sona yeniden yaptırdı. babaanne neye gülsün neye ağlasın ayırt edemedi. güleceği yerde bile ağladı. genç oğlan annesiz girdiği eve sevdiceğiyle yerleşti. baba, akasya ağacının altında annesiyle durup hayır dua etti.

taze gelin bir pazar kahvaltısında fısıldadı babaanneye müjdeyi. yaşlı kadın yine ağladı. bu kez anlamadığı bir korku da bulaştı tülbentine. alışveriş yapıldı, oda hazırlandı, çanta toplandı. gün ışığından güzel bir kız geldi dünyaya, nazlı ve ürkek. ağlarken bile bir eda bir çalım vardı sesinde.

genç baba eşini annesinin yanına gömüp annesiz girdiği eve annesiz kızıyla döndüğünde sokaktaki bütün kapı pencere kapandı. kadınlar mutfakta soğan kavurdular. adamlar kahveye, dar odalara doluşup sigalar yaktılar. duman yaktı herkesin gözünü. oysa biri başını kaldırıp karşısındakine baksa her şey yanlış anlaşılabilirdi.

genç baba göğsüne bastırdığı kızı ile indi arabadan. babası, annesini indirdikten sonra çantayı çıkardı bagajdan. ve olan biten her şey, işte o akasya ağacının altında son buldu.