Göçük

Ahmet Can Altun

Günlerden bir gün. Bir baba ve bir çocuk. Evlerinin damında, rüzgarlı bir bahar havasında uçurtma uçuruyorlar. Çocuk heyecanlı. Uçurtmadan gözünü ayırmıyor. İpler babasının elinde. Çocuk ara sıra ipi tutmaya çalışıyor. Babasından ipi vermesini istiyor. Baba, ipi çocuğun ellerine veriyor sonra çocuğun ellerini tutuyor. Uçurtmaya yakın siyah kuşlar kanat çırpıyor. Babanın elleri gibi siyah. Her uçurtma uçurduklarında o siyah kuşlar da oraya gelir. Çocuk mutlu. Baba mutlu. Anne aşağıda yemek hazırlıyor. Anne de mutlu.

Baba madenci. Kömür madeninde çalışıyor. On senelerdir. Ciğerleri solmuş. Elleri siyah. Uçurtmanın yanında kanat çırpan kuşlar kadar siyah. Haftanın altı günü sekiz saat çalışıyor. Vardiyalı. Bazen akşam, bazen sabah, bazen öğlen işe gidiyor. Baba evin yakıtı, ısısı.

Anne ev hanımı. Anne ev. Anne her şey.

Çocuk daha küçük. Okula gitmiyor. Uslu, meraklı, hareketli, heyecanlı bir çocuk. Çok arkadaşı yok. Evin bahçesinde kendi oyuncaklarıyla, topuyla oynuyor. Kendi kendine konuşuyor. Belki de ağaçlarla, çiçeklerle, hayvanlarla, taşlarla konuşuyor. Belki de meleklerle. Çocuk evin neşesi.

Günlerden bir gün olan günde baba gece madene gidecek. Anne yemeği yapmış. Türlü. Sofrayı hazırlamış. Pencereden yukarıya bakarak babaya ve çocuğa sesleniyor. “Sofra hazıır.” Baba ipi yavaş yavaş çekmeye başlıyor. “Uçurtmamız yorulmuş. Biraz dinlendirelim.” Çocuk biraz üzülüyor. İsteksiz de olsa kabul ediyor. O da ipi çekmeye başlıyor. Uçurtma aşağı indikçe etrafındaki kömür karası kuşlar da oradan uzaklaşıyor. En son uçurtma ellerine geliyor. Uçurtmanın kuyruğunu uçurtmanın altına, ipi de bir kağıt parçasına sarıyorlar. Baba bir eliyle uçurtmanın kamışını diğer eliyle çocuğun elinden tutuyor. Yavaş yavaş merdivenlerden iniyorlar.

Hep beraber sofraya oturuyorlar. Yemeklerini yiyorlar. Gülüşüyorlar. Sohbet ediyorlar. Evet mutlu bir aile. Bunu anlattım sadece.

Sonra baba iş kıyafetlerinin bulunduğu bir mağaza poşetini ve baretini alıp çizmelerinden bir tanesini giyiyor. Gece. Madene gidiyor. Kömür madenine. Anne ve çocuk… Ne kadar birbirini tamamlayan kelimeler. Anne ve çocuk… Evet anne ve çocuk da uyumaya, beraber uyumaya gidiyorlar. Olur ya hani bir annenin veya bir eşin içine bir sıkıntı düşer. Sonra bir oğulun veya bir eşin başına veya hem oğul hem eş olan adamın başına bir şey gelir. Öyle işte. Annenin içinde bir sıkıntı. Ayetel kürsisini okuyup çocuğuna üflüyor. Sonra üç kulhu bir elham okuyup onları da üflüyor. Çocuğun alnından öpüyor. Sonra çocuğa bakarak uyuya kalıyor. İç sıkıntısıyla.

Baba çalışıyor madende. Eli, yüzü kömür karası. Ter içinde. Kazma kürek elinde, ha vuruyor ha toplayıp kömür vagonuna dolduruyor. Maden bu. Yer altında. Ölüme yakın. Derler ya “Gidiş var, dönüş yok.” Evet baba gitti madene. Dönemedi. Göçtü maden. Altında kaldı. Baba da göçtü. Annenin iç sıkıntısı gerçekleşti.

Sabah eve haber geldi. Anne elini ısırdı bağırmamak için. Gözlerinden yaşlar boşandı. İnanmak istemedi. Sonra inanmadı. Sonra inanmak istediği şeyi çocuğa söyledi. “Başka şehre çalışmaya gitti. Gelecek.” Çocuk üzüldü, kızdı. Sonra inandı, bekledi. Akıl baliğ olana kadar öğrenmedi. Bir zaman sonra anne gerçeğe dönecek. Olanı söyleyecek. “Başka bir yere gitti. Biz de gideceğiz.” Çocuk çok üzülecek, çok kızacak. Sonra inanacak, gitmeyi bekleyecek. Ama o zamana kadar anne de babanın gelmesini bekleyecek. Çizmelerini kapının önünde hep hazır bekletecek. Yemekleri en az üç kişilik yapacak, sofraya bir tabak, bir çatal, kaşık her ne varsa ondan bir tane fazla getirecek.

Çocuk önce uçurtmayı tek başına uçurmaya çalışacak. Yapamayacak. Sonra yavaş yavaş öğrenecek uçurmayı. Tek başına uçurabilecek. Ara ara annesine babasının ne zaman geleceğini soracak. Sonra tekrar bekleyecek.

Yemekler hazır ama sofra tam değil. Çizme duruyor ama giyen artık yok. Uçurtma uçuyor ama kömür karası kuşlar yok. Anne var çocuk var ama baba yok. Aile ama eksik. Mut artık yok.

Ahmet Can