Arada

Feyza Nur Çalık

(Ek zorluğu kullanmadım)

ARADA

Uyandım. Karanlıkta kendi kendine yanan gece lambası henüz sönmemişti. Gece korktuğum için 12 yaşımdan beri gece lambası yakıyordum. Odanın içi gri. Sabah grisi. Kuru bir sıcağa uyandım. Kalorifer sıcağı. Kalktım, perdeyi açtım, pencereyi araladım. Babaannem hala uyuyordu. Babaannemle aynı odada kalıyorduk. O uyanmadan evi toparlamak için odadan çıktım. Mutfakta oyalandım. Salonda oyalandım. Odaya geri döndüm. Babaanne uykusu kokuyordu şimdi oda. Ama hala sabah grisiydi. Saat 09:11 havanın çoktan aydınlanması gerekirdi. Oda soğumak üzereydi, ürperdim. Kaloriferin kuru sıcağının esamesi okunmuyor artık. Pencereyi kapatmak için yataktan kalktım. Aralık pencereden bakınca gördüm.

Uzun zamandır sabahları gökyüzü gri olmaz, kömür kokmazdı. Kömürden korkardım. Elimi pencereden dışarıya uzatıp sağa sola salladım. Kömür isi elime yapıştı. Gri, siyah, kir. İrkildim, elimi hemen geri çektim. Her yer kömür dumanı. Ne sokak görünüyor ne binalar. Ne yapacağını bilemedim, daha fazla is odaya girmesin diye camı kapatıyordum ki gri tabakanın içerisinde yavaş yavaş ilerleyen iki turuncu çizmeyi gördüm. Çizmenin sahibi görünmüyordu. Dumanı yenebilen tek şey o iki çizmeydi. Hemen perdeyi çektim, üzerime yağmurluğumu geçirdim. Ayakkabılıkta çizmelerimi aradım ama bulamadım. Kapının dışına baktım. Yok. Mecbur spor ayakkabılarımı giyindim ve hızla apartmandan aşağıya indim.

Dışarısı ağır bir kömür kokusuyla kaplıydı. Birden ciğerlerime hücum eden bu koku midemi bulandırdı. Başım döndü. Geri dönmek istedim hemen. Babaanneme sarılmak istedim. Ama merakım baskın çıktı dönemedim. Elimle burnumu kapattım. Ellerim üşüdü. Mart ayındaydık. Boğazlı bir kazak giyiyordum, kazağın ikiye katlanmış boğaz kısmını açıp burnumu kapattım. Şimdi daha iyi oldu. Kömür dumanından önümü göremiyordum. Gözlerim acımaya başlamıştı. Etrafımda benden başka kimse yoktu. Yalnızca yoğun bir kanat sesi duyuyordum. Kendi etrafımda döndüm. Sağa sola baktım yok. Sesler hep aynı yoğunlukta geliyordu. Pencereden baktığımda gördüğüm çizmelerin gittiği tarafa doğru yürümeye başladım. Uzun bir süre yürüdüm. Dümdüz gidiyordu yol. Mahalle düz müydü? Yürüdüm. Yoruldum. Nefes nefese kaldım. Sarı yağmurluğum gri olmuştu. Ellerim, saçlarım griydi artık. Vazgeçip geriye dönmek istedim. Eve gidip bir duş alıp temizlenmek. Tam geriye dönecekken turuncu çizmeleri gördüm. Birden eve dönme kararı aldığımı unuttum ve koşmaya başladım. Koşuyordum ama yetişemiyordum bir türlü. Ter içinde kaldım. Etrafıma bakayım dediğim an gri duman önümü kaplıyordu ve kayboluyordu çizmeler. Bu çizmeler. Bir yerden tanıdık.

Zihnimde nedenler, nasıllar, niyeler birbiri ardına sıralanıp kargaşa çıkartıyordu. Bu şehir bu hale nasıl gelmişti. Herkes neredeydi. Bu kadar kömürü kim yakmıştı. Babaannem yokluğumu fark etmiş midir? Korkmaya başladım. Kanat sesleri peşimi bırakmıyordu.

Kömür... çocukluğum, babam. Babam madenciydi. Simsiyah çizmeleri vardı babamın. Siyah gömlekleri, siyah tulumları vardı. Babam kömür kokardı. İs kokardı. İs ve ter. Kargaları severdim küçükken. Kargalarda siyahtı. Babamda siyahtı. Çocuk aklı işte. Babam bir gün maden ocağından gelmediğinde. Kömürden de kargalardan da korkmaya başladım. Kömür ve karga almıştı benden babamı. Kömür kullanılmayan bir yere taşındık sonra. Şimdi bu koku ve kanat sesleri gelmeyişi hatırlatıyordu bana. Ürperiyordum. Koşmaya devam ettim. Kendime kızıyordum. Evden hiç çıkmamalıydım çünkü. Defalarca bağırdım. “Hey! Biraz bekler misin? Neler oluyor?” Turuncu çizmelerin sahibi her kimse sesime kayıtsız kalıyordu ya da duymuyordu. Sonunda yol bitti. Ben bittim. Turuncu çizmelerin sahibi durdu. Hala yüzünü göremiyordum. Onun durmasından cesaret alıp biraz yavaşladım. Şimdi onun yanındaydım. Geldiğim yere doğru döndüm. Kocaman bir kapı vardı. Kocaman demirden bir kapı. Apartmanın girişinde bulunan kapının üç dört kat büyüğüydü. Rengi bile aynıydı. Mavi. Turuncu çizmeli kız kapıyı kapatmak için hamle yapmıştı ki içeriden karga sürüsü çıkmaya başladı. Bakamadım onlara. Belki de yüzlerce karga çıktı kapıdan. Şimdi yüzlerce karga tepemizde kanat çırpıyordu. Turuncu çizmeli kız –hala yüzünü görememiştim- tokmağından tutarak demir kapıyı şiddetli bir gürültüyle kapattı.

Gri duman birden çekildi. Nerede olduğumu anlamak için etrafıma bakındım. Benim mahallemdi burası. Çocuk parkı. Mahallenin sol tarafından geçen derenin sesi. Uzun apartmanlar. Çocuklar. Turuncu çizmeli kız. Ben. Kendim. Babamın bana aldığı turuncu çizmeler. 12 yaşındayım. Üzerimde sarı bir elbise. Beyaz külotlu çorap. 12 yaşındaki Leyla. Ben, beni incelerken 12 yaşındaki ben çocuk parkına koştu. Bankta annem ve babam oturuyordu. Annem montunu uzattı ona, giymek istemedi. Babam rica etti bu sefer, giydi. Kendi etrafında döndü Leyla sevinçle.

Yanlarına gitmek, koşmak istedim. Koşamadım. Kıpırdayamadım. Yere çökmek istedim çökemedim. Kargalar hala kanat çırpıyordu tepemde. Gökyüzü burada gri, ötede masmaviydi. Öteye gidemedi. Turuncu çizmeler. Bir 12 yaşındaki Leyla’ya baktım. Bir kendime baktım. Ayaklarıma baktım. Siyaha dönmüş çizmelerimin turuncusuna baktım. Ayağımdaydı çizmeler. Geriye döndüm. Demir kapıyı açıp dumanın içine girmek eve dönmek istedim. Olmadı. Öteye geçmek anneme ve babama koşmak istedim. Olmadı. Arada kaldım. 12 yaşımda kaldım. Kanat sesleri. Kargalara baktım. Korkmadan gözlerimi çevirmeden kanat çırpışlarını seyrettim. Demir kapı açıldı. Uyandım.

-Leyla, Leyla yavrum uyansana.

-Babaanne!

Feyza Nur Çalıkoğlu