Sobe

Tuğçe Asiye Ballı

kömür, çizme, kanat

Ek zorluk kullanmadım.

SOBE

-Köşeyi dönünce bırakacağım tüm düşüncelerimi, vücudum oksijenle dolunca boş boş konuşamayacaksın.

-Sen öyle san.

-Ormanda uzun uzun yürüyüş yapınca iyi gelecek. Mahallenin kömür kokusundan uzaklaşıp ağaçlara bininci kez minnet duyacağım.

-Ama uzun sürmeyecektir mesut hâlin, kulakları veya kuyruğu kesilmiş bir kedi göreceksin belki. Ya da derisinden deri kopmuş bir köpeğe takılacak gözün, tüylerin ürperecek.

-Öyle olmasın… Karınları tok, mutlu hayvanlar göreyim. Bir çift elin birbirine kenetlendiğini göreyim, sevgi dolu anneyle çocuk göreyim.

-Bu saatte nereden göreceksin bunları!

-Doğru.

Hiçbir tahminim tutmuyor zaten. Çok az yürüyorum ki ormanın girişinde bir avcı çıkıyor karşıma. Kocaman bir adam, nasıl desem korkulası yani.

-Heybeti gücünden mi, yoksa heybetli olduğundan mı güçlü?

-Saçma saçma konuşma.

Bir omzunda iplerde asılı irili ufaklı hayvanlar var, diğerinde sıkıca asıldığı bir tüfek.

-Küçülüyor mu ne…

-Sana öyle geliyor.

Krem rengi şapkasını seçebiliyorum. Bana doğru yürüyor. Düşüncelerim çıkıyor aralık unuttuğum kapıdan: “Neden vurdun onları!” deyiveriyorum. Başını eğiyor şapkasını tutarak.

-Utandığını düşünme sakın, can acıtanda utanma mı olur, ayağına bakıyor besbelli.

-Evet, çamur içindeki çizmelerine…

Kaç canı aldın söyle, demek istiyorum konuşamıyorum. Yanımdan geçip gidiyor.

-Bizim kış masallarımıza bırakılmış geyik gibi hissediyorum kendimi. Benim ne işim var bu ülkenin masalında…

-Eminim öyle hissediyordur geyikler. Gerçekten şapşalsın ya!

-Benzetme yapıyorum şapşal sensin. Neden bir kez olsun beynimin olumlu tarafı konuşmuyor da hep sen konuşuyorsun!

-Katil avcının avını yerken seni aklına getirmeyeceğini de hatırlatayım yeri gelmişken.

-Yeri filan gelmedi. Kötü bir şey söylemek için bahane arıyorsun. Ayrıca o herifin de çizmeleri batsın!

-Böyle beddua mı olur, batmış çizmeleri zaten…

-Ne diyeyim? Canı yansa hangi can geri gelecek? Ayrıca biliyorum ben demesem de bir gün canı fena hâlde yanacak…

-Tüüü Pollyanna!

Ellerim titriyor. Adamın omzuna asılı hayvanlar, cevap vermeye gerek duymayan o umursamaz hâli aklımdan gitmiyor. Kömür kokusundan da uzaklaşamıyorum, tüm şehri sarmış olmalı.

-Fazla yürümedim ama ölesiye yorgunum.

-Gücünü bir avcıya harcadın, aptalsın!

-Zihnimden çıkması için ne yapabilirim ki elimde mi sanki?

-Kanatlarını yolacak…

-Çizmeleri batsın!

-Öyle beddua olmaz dedim.

-Sus!

-Kanatlarını yolup pişirecek ve afiyetle yiyecek!

-Sus diyorum sus! Allah belasını…!

-Evet evet devam et, çok güzel!

-Çizmesi batsın!

-Ahmaksın!

-Hayır korkağım, duaların bedenlerde sıkışıp kaldığına inanıyorum, bende kalmasın diye susuyorum.

-Bencilsin o zaman, bu korkaklıktan da kötü!

-Sus artık, sus!

Az kaldı, ormanın sonunda bir duvar var, orada biraz dinlenirsem iyi gelir, belki şu da biraz olsun susar.

-Oh çok şükür sustun.

-Susmadım, sıkıldım, ne vardı evde otursaydın, deli gibi akşamın bir vakti ne işin var burada?

-Haklısın, korkuyorum da.

Yaramaz çocuklar gibi siniyorum duvar dibine. Derin derin nefes alıyorum. Derin nefes almak beynimin ağzı bozuk olan kısmını uyuşturuyor, iyi geliyor. Ama yine konuşuyor, bu kez sadece sayıyor.

-Bir, iki, üç.

-Sobe!

Ayağa kalkıyorum. Montumun şapkasını geçiriyorum başıma, iplerini sıkıyorum. Ellerimi ceplerime sokup, büzülerek yürüyorum.

-Eve gideyim de güzel bir uyku çekeyim.

-Huzursuz bir uyku diyecektin herhalde. Sen huzurla uyuyamazsın ki.

-Sobe dedim farkında mısın, bu yakalandın demek. Ne yapmaya çalıştığını anladım artık, kapa çeneni! Seni dinlemeyeceğim, boşuna yorulma!

O susunca kömür kokusuna sinir olmuyorum, birileri ısınıyor diyorum, çocuklar ısınıyor. Avcıyı, yediklerinden zehirlenmiş ve hastaneye kaldırılmış hayal ediyorum, avlanmaya tövbe ediyor. Arkadaşları da onu örnek alıyor, bu korku bir sürü avcıyı durduruyor. Çizmelerin avcılara satılmaması için bir dernek kuruluyor. Avcılar çizmesiz ava çıkamıyorlarmış meğer. Böylece kuşlar sonsuza dek kanat çırpıyor. Kuşlar mı sadece, hayır tabii, bir sürü hayvan kurtuluyor.

Beynimdeki sustu ama kendim de hayallerime inanmıyorum. Belki de o konuşan bendim, belki yakaladığım kendimdi.

-Hayat güzel falan değil, kuşlar da o kadar çok uçmuyor zaten. Bir de her yere yazmayı âdet edinmişler, görünce canım sıkılıyor.

-Geldin mi?

-Hiç gitmedim ki.