Adım Yusuf. Yusuf Nâdir Cömert. Dedemin babası sağlığında elinde avucunda ne varsa fakir fukaraya dağıttığı için, soyadımız cömert olmuş. Cömertlik kalıtsal mıdır bilemem ama babam için de benim için de geçerli hâlâ bu durum. Kimin, hangi arkadaşımın bir ihtiyacı olursa ilk ben koşarım elimden geldiğince. Kendi ihtiyacım olsa bile. Fazla mı mütevazılık yaptım, affedersiniz. Yıllar önce Alanya'da dünyaya gelmişim. Babam işi gereği memurluk hayatına burada başlamış. İş yerindeki rahatını bozmamak için de Alanya’da evlenip kalmış. Benden sonra bir kız kardeşim daha olmuş. Dört kişilik çekirdek ailemizde geçinip gitmişiz yıllar boyu.
Üç senelik mecburi doğu hizmetinde sonra, ben de babamın geleneğini sürdürmek için geçen yaz tayinimi istedim Alanya’ya. Buranın en gözde liselerinden birinde öğretmenlik yapıyorum. Ailemle yaşıyorum. Dün akşam televizyondaki bir belgesel kanalında Erzurum'u görünce anılarım canlandı. Ben de şöyle bir eskilere gitmek istedim.
Efendim bendeniz üniversiteden mezun olur olmaz öğretmenlik sınavına girdim, ilk sene de atandım. Erzurum ili Hınıs ilçesi Erence köyüne hem de. Bizim evde bir telaş bir telaş. Annem hem sevinçli, hem de uzak ve soğuk memlekete oğlunu gönderecek olduğu için düşünceliydi biraz. Kız kardeşim işin gırgırında, ergen ergen espriler yapıp beni kızdırmaya çalışıyordu. Daha yolculuğa üç gün varken başladı annem valiz hazırlamaya. Tarhanalar, salçalar, erişteler. Kavanoz kavanoz üstüne. Sanki ordu doyuracağım orada. Kazaklar, hırkalar. Babam elinde sarı renkli parlak balıkçı çizmeleriyle dikilmesin mi karşıma. "Baba yok artık bu ne?"
"Oğlum Erzurum'un karı kışı fena olur. Gidince bana dua edersin."
"Eh peki, bunu da sığdıralım bir köşeye."
O anda kız kardeşim elinde kafesle yanıma yaklaştı. "Abicim, ben düşündüm taşındım kuşumuz Gümüş Kanat'ı seninle Erzurum'a göndermeye karar verdim. Sana yârenlik eder, evinde ses olur."
Gümüş Kanat yıllardan beri bizimle yaşayan kar beyazı bir muhabbet kuşuydu. Sağ kanadının ortasında kocaman gümüş renkli bir nokta olduğu için adını böyle koymuştuk. O büyüdükçe kanadının üzerindeki nokta da kocaman oldu. Artık gümüş kanatlı bir kuştu.
Hassas kalpli kardeşim benim, diye geçirdim içimden.
"Tamam kızım da yol uzun nasıl olacak bu iş dayanabilecek mi yollarda bu kuş?"
"Ne abi ya, ta nerelerden getiriyorlar bunları hem sen bilmiyor musun, dayanıklıdır benim kızım. Abisini üzmez hiç."
"Peki bakalım öyle olsun. Bunu da koyalım kenara."
O valiz üç gün üç gecede hazır olamadı. Onu da koyalım bu da eksik kalmasın derken dört koca valiz doldu. Bu eşyalarla bin yüz doksan sekiz kilometre gideceğimi aklım almıyordu. Yolculuk vakti gelip çattı. Bilinmeze doğru yola çıkıyordum. Heyecanlıydım, sevinçliydim. İdealist bir öğretmen olarak öğrencilerime kavuşacağım için umut doluydum. Ailemle vedalaşmak her zamanki gibi zor oldu. Annem ve kız kardeşim gözyaşlarını benden gizlemeye çalıştılar ama muhtemelen otobüs terminalden ayrılmadan birbirlerine sarılıp hüngür hüngür ağladılar. Ben ağlamadım.
Şehirlerarası yolculuklarda yapılan malayani sohbet ve muhabbeti sevmediğim için tekli koltuk bileti satın almıştım. Dört numara tercihimdi her zaman. Yol boyunca bazen camdan dışarıyı seyrettim, bazen müzik dinledim. Çokça kitap okuyup uyuyakaldım. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Erzurum'a vardım. İner inmez annemi arayıp haber verdim. Lojmana gidince tekrar ararım, merak etme dedim.
Merkeze gayet uzak bir ilçedeki köye gideceğim için, bir gece burada kalmak zorundaydım. Daha önce internetten adresini öğrendiği öğretmenevine gitmek üzere bir taksiye bindim. "Hayırlı işler amca, Yakutiye'deki öğretmenevine gidebilir miyiz?"
Taksici orta yaşın biraz üzeri babacan bir amcaydı. “Tabii evladım” Amcanın bana “Öğretmen misin?” diye sormasına fırsat vermeden ona Erzurum'a yeni atandığımı söyledim. Amca hangi okul diye sorunca “Hınıs'ta amca” dedim. Erence ilkokulu. "Aaa” dedi amca şaşırarak, “Bizim ziyaretin oralar." "Ziyaret derken" diyecektim ki "Benim babam da Hınıs'lıdır. Uzak ama buraya bayağı" dedi.
"Biliyorum amca, gelmeden önce araştırdım biraz, uzakmış gerçekten" dedim.
Çok geçmeden öğretmenevine gelmiştik. Amcanın valizleri bagajdan indirmesine yardım ettim. Arka koltuktan da kafesi aldım. "Ohoo, dünyayı getirmişsin yanında be evlat" dedi gülerek. “Sorma amca” dedim. “Annem sağ olsun doldurdu ne var ne yok.” “Hadi hayırlı olsun bakalım hocam” dedi amca. Ben de taksi ücretini verdim. Amca da bana kartvizitini uzattı. “Lazım olursa ararsın gelirim” diyerek ayrıldı.
Öğretmenevine girdim. “Merhaba, Yusuf Nâdir Cömert adına yer ayırtmıştım” diye söze girdim. Resepsiyondaki bey beni güler yüzle karşıladı. Buyurun lütfen, hoş geldiniz Yusuf Bey. Ben Fahri.” “Memnun oldum Fahri Bey”
Elimde kuş kafesiyle sanırım komik görünüyordum. Kayıt işlemlerini yaparken içimden kendime güldüm kocaman. Valizleri iki seferde yukarı çıkarabildim. Derin bir uykuyu hak ettiğimi düşünerek vakit geçirmeden yattım.
Sabah kahvaltıdan sonra etrafı dolaşmak için dışarı çıktım. Kapının dışında Fahri Bey'le karşılaştık. Rahat uyuyup uyumadığımı sordu. Gümüş Kanat’ı da. Kuşları çok sevdiğini, bu hayvanlara farklı bir ilgisinin olduğunu söyledi ayaküstü. Dilersen sen yokken bana bırak, odada yalnız kalmasın yavrucak” deyince, onu kıramadım. Odaya dönüp kafesi alarak aşağı bıraktım. İzin isteyip ayrıldım.
Erzurum denilince akla gelen ilk yerlerden olan Yakutiye medresesi, öğretmenevine çok yakındı zaten. Medreseyi yakından inceleme fırsatını bulduğum için çok şanslıydım. Özellikle taş işlemeler yapının ihtişamını artırıyordu. Buranın aynı zamanda İslam Eserleri Müzesi olarak kullanıldığını da orada öğrenmiştim. Medresenin yakınında bulunan Lala Mustafa Camisi de Erzurum’un meşhur tarihi camilerinden biriydi. Öğle ezanı vaktine kadar bekleyip namazı burada kılacaktım. Buranın Erzurum'daki ilk Osmanlı camisi olduğunu daha önce bir arkadaşımdan duymuştum. Böyle tarihi camilerde namaz kılmak beni derinden etkiliyordu. Buraya sık sık gelmeye karar verdim. Camiden çıkınca gördüğüm "Menderes Caddesi" tabelası bana Kütahya'da gördüğüm uzun caddeyi hatırlattı. Demek bazı şehirlerde böyle isim benzerlikleri oluyordu. Müceldili Konağı'nın önünden geçerek öğretmen evine geri döndüm. Akşama kadar köyde olmalıydım. İki saatlik kısa gezinti bana Erzurum'da gezilip görülecek pek çok yerin olduğunu göstermeye yetmişti. Hafta sonlarını Erzurum’da geçirmeye karar verdim.
İçeri girdiğimde Fahri Bey, Gümüş Kanat'la sohbet ediyordu. Gümüş Kanat normalde yabancıların yanında fazla ötmezdi ama Fahri Bey’e hemen alışıvermişti. "Yusuf kardeşim, işine karışmak istemem ama dilersen Gümüş Kanat’ı köye götürme şimdi, burada kalsın. Sen önce bir git, lojmanına yerleş sonra gelip benden alırsın."
"Nasıl olur böyle, bilemedim, size zahmet vermiş olmayayım” “Ne zahmeti, zevkle bakarım ben ona. Yemini, suyunu en önemlisi de sevgisini eksik etmem, gözün arkada kalmasın.” Dedi. “Peki madem, lojmana gidip yerleşince gelip alırım o zaman. Çok teşekkür ederim."
Odaya çıkıp eşyalarımı topladım. Dört valizim de dün akşam bıraktığım yerde duruyordu zaten. En yakın Hınıs otobüsüne bilet ayırtmıştım. Taksici amcanın kartvizitini bulup öğretmenevine gelmesini rica ettim.
Hasan amca çok geçmeden kapıya geldi. Valizleri bagaja yerleştirip otogara doğru yola çıktık. Hal hatırdan sonra hemen Gümüş Kanat'ı sordu. "Kuş nerede kuş?"
"Amca ben yerleşene kadar Fahri Bey bakacak ona. Sonra gelip alacağım."
"İsabet olmuş, isabet olmuş evlat" diye söylendi Hasan amca.
Otobüsün kalkmasına on dakika vardı. Hasan amcayla sarılıp vedalaştık. Hınıs Otobüsünün yanına geldim. Muavin valizleri yerleştirirken tuhaf tuhaf yüzüme baktı ama bir şey sormadı. Ben de bir şey söylemedim. Bu firmada 2+1 koltuk seçeneğim yoktu ve yanıma birinin gelmemesi için dua ediyordum. Yine 4 numaraya oturdum. İnternette mesafenin 148 km olduğu yazıyordu. Bakalım kaç saatte varacaktım.
İki saat elli dakika sonra Hınıs'a varmıştım. Buradan da Erence'ye geçecektim. "Ah Fahri Bey, Allah razı olsun senden. Yavrucak yollarda heba olacaktı" dedim kendi kendime. Otobüsten iner inmez Erence'ye nasıl gidebileceğimi sordum. Köy minibüsleri şuradan kalkıyor diyerek biraz ileriyi işaret ettiler. Omzumda sırt çantam, elimde ikisi tekerlekli dört valizle köy minibüsü sormaya gittim. Bunları nereye koyacaktım bilmiyordum.
"Selamünaleyküm abi, Erence arabası ne zaman?"
"Bir saate kalkar yeğenim."
Bir saat iyi bir süreydi. Kendimi daha fazlasına alıştırmıştım çoktan. Akşam olmadan lojmanıma yerleşmek istiyordum. Minibüsün arka koltuğuna yan yana koydum valizleri. Umarım kalabalık olmaz diye düşündüm. Olmadı. Dört kişiyle yola çıktık. Yarım saat kadar sonra köye vardık. Minibüs şoförü beni okulun tam önünde indirdi. İçim içime sığmıyordu.
Okul tek katlı küçük bir binaydı. Benden başka iki öğretmenin daha olduğunu öğrenmiştim. Ben üçüncü olacaktım. Okulun bahçesinin biraz ilerisinde yan yana duran iki ev vardı. Lojman burası olmalıydı. Birinin kapısı kapalıydı ama diğeri açıktı. Kapının önü simsiyah kömür tozuyla doluydu. Ortalıkta kimse görünmediği için elimle ittim kapıyı. O da ne? Burası bir kömürlük. Demek ki lojman başka yerde diye düşündüm. Yandaki kapıyı çaldım. Kapı açıldı. "Affedersiniz rahatsız ettim ama ben yeni atandım da. Lojmanı soracaktım" dedim.
Kapıyı açan ve benden beş altı yaş büyük olduğunu tahmin ettiğim bey şaşırmış gibi görünerek: “Burada iki öğretmen var zaten, sizin geleceğinizi bilmiyorduk” dedi. Biz iki arkadaş burada kalıyoruz. Yan daire de kömürlük olarak kullanılıyor uzun zamandır. Hiç değilse biz geldiğimizden beri böyle, diyerek içeri girdi.
"Vay Yusuf efendi vay, kaldın mı ortada" dedim. Şok olmuştum. Böyle bir manzara ile karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. O sırada başında sekiz köşeli kasketiyle, esmer, orta boylu, pos bıyıklı biri yanıma geldi. Muhtarmış. Köy arabasındaki diğer yolcular benden bahsetmiş olmalı ki hemen yetişti.
"Ooo hocam hoş geldiniz hoş geldiniz"
"Hoş... Hoş buldum sağ olun."
Yaşadığım hayal kırıklığı sesimin cılız çıkmasına sebep olmuştu.
"Ben lojmana baktım da.” Diyebildim.
“Yahu dert ettiğin şeye bak. Bu akşam bizim evde kalırsın, yarın da köylülerle toplaşıp elden geçiriveririz orayı. Gül gibi olur gül.”
Muhtarın babacan yaklaşımı içimi biraz olsun rahatlatmıştı. Eşyalarımı toplayıp muhtarın evine gittim. Valizlerimden utanıyordum. Muhtarın eşi ve çocukları beni güler yüzle karşıladı. “Yeni örtmen bu mu” diye fısırdadılar. Yemek ve çay faslından sonra gösterdikleri odaya geçtim. En son otogara inince arayabilmiştim evdekileri. Annemi arayıp her şeyin yolunda olduğunu, lojmanımın çok rahat ve güzel olduğunu söyledim. Çok geçmeden uyuyakaldım zaten. Hayır hayır resmen bayıldım.
Sabah olunca valizimden babamın verdiği sarı çizmeleri çıkarıp giydim. Babam çizmeleri karda kışta giymem için vermişti bana. Ama ilk defa giymek kömürlük temizlemeye nasip olmuştu. Günün sonunda sarı çizmelerimden eser yoktu. Artık siyah çizme olmuşlardı.
Melike Sülev Aydın
Hikayede bahsedilen şehir: Erzurum