3 kelime: yumruk, takım, güven.
Ek zorluk kullanmadım.
ŞİRKET
Nihayet iş başvurum kabul edildi. Benimle birlikte elli kişi daha işe kabul edilmiş, girişteki asistanlar konuşurken duydum. Büyük bir yer olduğu için sayıyı garipsemedim ancak ülkede bu kadar nitelikli iş gücü olduğunu bilmediğim için biraz şaşırdım. Sonuçta burası piyasada kendine sağlam bir yer edinmiş, saygın bir şirketti. Her önüne geleni işe almazlardı. "Neyse dur bakalım, birazdan çıkar kokusu." diyerek fuşya renkli, etekli takımıyla beni karşılayan kadının yönlendirdiği yere doğru yürüdüm. Anlaşılan hepimizi aynı gün, aynı saatte çağırmışlardı. İsmimin yazılı olduğu yere geçip oturdum. Beklemeye başladım.
Toplantı saati geldi. Masaların üzerindeki cam şişeler ve kuru pasta tabakları bizden önce yerlerini almıştı. Sonradan müdür beyin asistanı olduğunu öğrendiğim fuşya renkli, etekli takım giyen kadın geldi ve treyninge başladı. Bir yandan onun plaza diline hâkim olmaya bir yandan da anlatılanları dinlemeye çalışıyordum. Yeteri kadar meç edip start verdikten sonra bize de biraz sindirme payı bıraktı. Dinlediklerimden anladığım kadarıyla şirketimizin bizden beklentisi şuydu: Birbirimiz arasında güven temelli bir ilişki kurmak. Çalışma kalitemizin artması ve iş harici şeylerin asıl amacımızın önüne geçmemesi adına alınmış bir karardı bu. Yapılacak olan ise şuydu: Çalışanlar şirketin içinde hep birlikte bir hafta geçirecek ve bu süre zarfında şirketin içinde belirli yerlerde bulunan acil çıkış düğmelerini kırmayacak. Eğer kıran olursa bu güvensizliğin ilk adımı sayılacak ve atılmamıza sebep olacak. Yani tek çıkar yol; güveneceksin ve güven bekleyeceksin. Sabredeceksin ve sabır bekleyeceksin. Eğer işler karışırsa da el açıp dua edeceksin. Yaklaşık elli kişi bir hafta boyunca şirkette bir arada hayatta kalmaya çalışacağız ve üretime devam edeceğiz. Tam bir sörvayvır. Belirlenen saatlerde yemeğimiz, suyumuz, telefonumuz verilecek. Örneğin bir başkasının yemeğini yemeğe çalışan ya da onun herhangi bir hakkından yararlanmaya çalışan olursa film, işte orada kopacak. Sosyal medya yönetimi adı altında başvurduğum iş için yapmam gerekenleri duyunca tam olarak nereye düştüğümü sorguluyordum ki detayları anlatmak üzere şirket müdürümüz Fehim Bey geldi ve sözü devraldı. Gariptir, Türkçe konuşuyordu.
"Evet arkadaşlar, bundan sonraki projelerimiz için güven esaslı bir ortam ve birbirini destekleyen insanların bulunduğu bir ekip oluşturmak için çabalıyoruz. Çünkü şirketimizin bu yıl için belirlediği en büyük hedeflerden biri bu. İnsanlara, unuttukları güveni yeniden hatırlatmak. Önce kendilerine ve sonra diğer insanlara karşı temiz, saf, koşulsuz bir güven! Elbette planladığımız bu girişimin başarılı olabilmesi için öncelikle bizler kendi aramızda bunu sağlayabilmeliyiz. Şimdi sizlere ne yapacağınızı açıklıyorum. Bir hafta boyunca, evet yanlış duymadınız tam bir hafta boyunca bu şirkette, iş arkadaşlarınızla birlikte kalacaksınız. Çünkü bu bir takım çalışması olacak. Bir aradayken nasıl davrandığınızı görmemiz gerek. Bir hafta boyunca normal hayatınızda olduğundan daha farklı bir şey yapmayacaksınız. Mesai saatleri içerisinde iş, mesai bitimi sosyal hayatınız, yemek, duş, temizlik, geceleri ise uyku ya da yapmak istediğiniz diğer şeyler. Tabi bizim belirlediğimiz saat aralıklarında. Tüm bunları nerede yapacağız dediğinizi duyar gibiyim. Sizler için şirketin en üst katını erkekler&kadınlar için olmak üzere ikiye ayırdık ve yatakhaneler haline getirdik. 'Peki güven bunun neresinde?' diye soracak olursanız tam da merkezinde. Çünkü bu süreçte şirketimizdeki tüm kameralar kapalı olacak. Canlarınız ve mallarınız birbirinize emanet. Unutmayın, bir başkasının güvenini sarsacak herhangi bir şey yaparsanız aynısı size de yapılabilir demektir. Bir hafta boyunca diken üstünde uyumak mı yoksa güven ve huzur içinde başınızı yastığa koymak mı? Tercih sizin.”
Anlatılanları tedirginlikle dinliyordum çünkü bireysel çalışmaya alışkın bir insan olarak bu fikir bana korkunç geliyordu. Üstelik itiraz etme gibi bir lüksümüz de yoktu! İç sesim "Yahu ne bireysel çalışması oğlum salak mısın sen? Adam elli tane enayiyi bulmuşken kapana kıstırıyor sen hâlâ tek başıma çalışmayı severim diyorsun. Bu mu cidden sorunumuz?" diyordu. Onu susturup anlatılanları düşünmeye devam ettim. Çünkü bu işe ihtiyacım vardı.
Bizi çok zorlayan bir durum olursa yataklarımızın yanında bulunan acil çıkış düğmelerinin bulunduğu camları yumrukla kırmak serbestti. Ancak bu durumda işimizi kaybetmemiz de an meselesiydi. Fehim Bey'in gür sesi beni tekrar hayata döndürdü ve dinlemeye devam ettim.
"Bu işe başlarken sizlere vereceğimizi söylediğimiz maaş miktarı, takdir edersiniz ki piyasadaki diğer şirketlerin epey üstünde. Aylık tam on bin lira sizin olacak, evet yanlış duymadınız on bin lira! Bundan daha güzel olan başka bir şey varsa o da şudur ki, bu zorlu maratonu atlattıktan sonra maaşlarınız iki katına çıkacak. Her şey tek bir yumruğunuza bakıyor. Ya o camı kırar ve evinize dönersiniz ya da doğru bir insan olup karşınızdakinden de doğruluk görmeyi beklersiniz. İkinciyi yapmayı başarabilirseniz şayet buradan tam elli kişi kârlı çıkar, siz dahil. Karar sizin."
Her şey çok karışık geliyordu. Tanımadığım etmediğim insanlarla bir arada kalmak üstelik bir saat değil, bir gün değil tam bir hafta kalmak benim için çok zor olacaktı. Bunu bizden neden istediklerini de hâlâ anlayamıyordum, bu söylenenler çok saçmaydı. Tüm detayları konuştuktan sonra hazırlığımızı yapmamız için evlere gönderdiler. Dinlenmeye bile vakit ayırmadan valizimi hazırlamaya başladım. Cüzdanımı yanıma almayı düşünmüyordum. Birkaç kıyafet yeterli olacaktı. Yanıma değerli hiçbir şey almazsam kafam da rahat olurdu hem. Benim güvenim daha şimdiden tamamdı.
Ertesi gün şirkete vardım. Girişte telefonlarımızı teslim ettik. Sonra yatakhanelere çıkıp yerleşmeye ve birbirimizle tanışmaya başladık. İlk birkaç gün sorunsuz ilerledi. Anonslardan, yapılan iş bölümü açıklandı ve herkes kendi alanına yönlendirildi. Herkese aynı miktarda yemek ve su verildi. Keyifler yerindeydi. Üçüncü gün beklemediğimiz bir şey oldu. Anonstan yarışmalar yapılacağını ve sonucuna göre ödüllendirmeler olacağını duyduk. Sonrasında ise olanlar oldu. Takım çalışması adı altında kapatıldığımız bu yerde bizim için bir rekabet ortamı oluşturuluyordu ve kişisel çıkarlar işin içine girince oyunun rengi de değişmeye başlamıştı. Ödül oyunlarından sonra çekişmeler yaşandı, kıskançlıklar başladı, ortalık kızıştı. Verilen yemekle doymadığını söyleyenler birbirinin yemeğine salça oldu. Gece içmek için bir kenara koyduğum suları sabah bulamaz oldum. Duş sırası desen saatlerce gelmek bilmedi. Sonra bir baktım ki kimse temizliğe, düzene dikkat etmiyor herkes nasıl olsa bir hafta sonra gideceğiz buradan diyerek ortalığı birbirine katıyordu. Âdeta bir toplama kampında gibiydik. Bu işe gerçekten ihtiyacım olduğu için sabrediyordum ama artık huzursuzluktan gözüme uyku bile girmiyordu. Sustum, bekledim, sabrettim bir süre daha ama olmadı. Dayanacak gücüm kalmadığını anladığımda başlarım işine de güvenine de deyip olanca gücümle acil çıkış düğmesine o yumruğu attım.
Uyandığımda telefonum çalıyordu, açtım.
"İş başvurunuz kabul edilmiştir. Yarın detayları konuşmak üzere sizi şirketimize bekliyoruz."
"Ta-tamam, tabi." diyerek kapattım. Gözlerimi ovaladım. Bilgisayarım açık kalmıştı ve önümde takip ettiğim bir blogda yayınlanan "İş Hayatında Güven Duygusunu Oluşturmak" başlıklı bir yazı vardı. Yan sekmelerde de öz geçmişim ve online başvuru yaptığım birkaç şirketin sayfası açıktı. Üstelik battaniye almayı unuttuğum için de üstüm açık kalmıştı.