Güzel günlerin geride kaldığına işaretti sarı duvarlar ya da mecbur bırakılmıştı sarı ve duvar. Duvarlar en yakın dostu uzun süredir, birde gıcırdayan bu demirden yatak. Yataktan başka ses duymaz. Duymak için kıpırdanır, yatak cevap verir, duvarlarsa dinlerdi katıksız sessizliğiyle. Sessizliği içine sindirirdi duvar. Duvarın önünde demirden bir yatak. Yatağın içinde boylu boyuna uzanmış Sinan. Sinan’ın gözleri sımsıkı, elleri gözleriyle iş birliğine durmuş yumruk yumruk, ağzı hafif aralık, burnu ve kulakları sargılı. Sargı, duvar ve demir yataktan başkası yok şimdi. Şimdi kaç gün sürer? Süre tutamamıştı şimdilere Sinan. Sinan için gözünü açtığı an şimdiydi. Şimdi burada, öncesi yok, sonrası nerede Sinan’ın? Sinan kollarını kıpırdatamıyor, bacaklarını biraz ve göz kapaklarını istediği kadar kıpırdatıyor. Kıpırdadığı yerden boynuna kadar iniyor sonra kesiliyor sanki ortasından. Ortadan bir boşluk büyüyor. Büyüyen boşluğa takılıp kalıyor. Kaldığı yerden devam edince fark ediyor dizlerini ve bacaklarını. Bacaklarını hareket ettirdiği an ses ediyor demir karyola. Karyolayı duyan duvar fısıldıyor. Fısıldayan duvara kulak veriyor sargılar çekiliyorlar, yavaşça Sinan’ın kulağı açılsın da duysun. Duyduğuyla kalmıyor görüyor Sinan öyle ki bir takım halinde çabalıyorlar onun için; demir karyola, duvarlar ve sargı bezi.
Sargı bezini günde iki defa açar hemşire Arzu. Arzu yılların hemşiresi, işini ezbere yapar, sargıyı açar Sinan’a bakar, sargıya bakmaz. Baktığını bilir mi Sinan, bilmez Arzu. Arzu ezberlemiş Sinan’ın verdiği minik tepkileri. Tepkileri sırayla yerleşiyor Sinan’ın yüzüne. Yüzü paramparça olmuş bir şekilde gelmişti Sinan 92 gün önce bu hastaneye. Hastane 92 gün önce olan 92 depreminde yıkılmamıştı. Yıkılan ailelerdi. Ailelerden biri Sinan’ın ailesiydi. Ailesi yokların katındaydı Sinan, sarı duvarlı odadaydı. Oda geçmişin yok demekti Sinan için, Arzu içinse tam tersine geçmiş demekti bu oda. Odada Sinan kalırdı yalnızca, Sinan Arzu’nun oğluna benzerdi. Benzerlikler Arzu’yu hastaneye bağlıyor üst üste nöbetler tutturuyordu. Tuttuğu tek dal olmuştu Sinan.
Sinan hastaneye geldiği gün ortalık ana baba günüydü. Günler geçtikçe duruldu hastane, insanlar iyileşti, iyileşen gitti. Gidenler yeni bir düzen bile kurmaya başladı. Başlangıçlara adım atamayanlar kalmıştı arkada. Arkada kalanlardan biriydi Arzu. Arzu depremde ölen çocuğunu defnettikten bir ay sonra işine dönmek zorunda kaldı. Kaldı kalmasına da hala kendinde olmadığı için onu tek bir hastaya tayin etmişlerdi. Ettikleri hasta Sinan’dı. Sinan Arzu’nun çocuğunu kaybettiği depremde ailesini kaybetmişti. Kaybettiği yalnızca ailesi değildi, hafızası da ailesiyle birlikte bırakıp gitmişti onu. Onun için bu iyi miydi kötü müydü burasını bilinmez. Bilinmezlik kimi zaman güzeldir belki de şimdi ne ailesini ne de olanları hatırlamadan yalnızca fiziki acısını çekerek yatıyordu demir karyolasında. Karyolanın başına günün belirli saatlerinde gelen Arzu hemşireden başkası yoktu onun için. İçinden konuşmak geliyordu onunla ama korkuyordu.
Korkusunu hissediyordu sanki Hemşire. Hemşire onunla bol bol konuşuyor ve yumruk yumruk kalmış elini oynatması için güç vermeye çalışıyordu. Çalışmasının sonucunu alabilmek için 2 ay geçmesi gerekti çünkü Sinan ne yumruk yaptığı elini açıyordu ne de ağzını açıp tek bir söz söylüyordu. Söylemek diyordu Arzu belki de söylenmek, duvarlara, yatağa, bu odaya, bana ve her şeye söylenmek iyi gelir sana Sinan. Sinan güvenemiyordu. Güvendiği an Arzu da öğrendikleri de gidecekti sanki. Sankilerin içerisinde kala kalmıştı. Kalakalan kolları ve ellerinin yanı sıra güvensizlik ve korku kalmıştı içinde. İçi söyleniyordu Sinan’a yumruğunu açarsan hatırlayacaksın ve güveneceksin hayatın kalanına.
Kalanı bulmak için çabaladı Sinan. Sinan’ı bulmak için çabaladı Arzu. Arzu bazı günler hikayeler anlatırdı. Anlattığı hikayelerden on beşincisi takım yıldızlarının hikayesiydi. Hikaye takımyıldızlarının nasıl dağıldığından bahsediyordu. Bahsedilen takım yıldızlarını duyduğunda Sinan’ın yumruğu gevşedi. Gevşeyen yalnızca yumruğu değildi içi de eklenmişti yumruğuna. Yumruğu takım yıldızlarının diğer yıldızların sözleriyle birbirlerine nasıl darılıp ayrıldıklarını ama sonrasında takım yıldızlarının birbirine olan güveninin ağır basmasıyla nasıl tekrar takım oluşlarını anlatıyordu. Anlatılan bittiğinde yavaşça açıldı Sinan’ın eli. Elinin açılışıyla elinde duran kağıt yere düştü. Düşeni günlerce gören olmadı.
Olmayan tüm eylemlerin azaldığı günler gelmişti. Gelen tüm olmakların şahidiydi artık sarı duvarlar, demir yatak ve sargı bezi. Sargı bezi de çıkarıldığında Sinan’ın tedavisinin sonu gelmişti. Gelen yalnızca tedavinin son günü değil bir de geçmişti. Geçmişi günlerce demir yatağın altında duran küçük kağıt parçasıydı. Kağıt parçasını eline aldı Sinan tam yataktan kalkarken. Kalkmadan geri oturdu. Kağıdı açtı yavaşça. Yavaşça açılan kağıdın içinde silik bir çizim. Çizim kağıdın buruşukluğundan anlaşılmıyordu. Anlamak için Arzu Hemşireye seslendi. Sesi duyan Arzu gelip kağıda baktı, eline aldı, evirdi çevirdi en sonunda gördü takım yıldızını.
Takım yıldızına bakacaklardı o akşam ailesiyle. Ailesi çok büyüktü Sinan’ın. Sinan iki küçük kardeşi abisi annesi ve babası. Babası küçük kağıtlara takım yıldızını çizip küçük kardeşlerine ve Sinan’a vermişti. Verilen kağıtlara bakarak ezberlemeye çalışıyorlardı ki sallanmaya başladılar. Başlayan sallantılar, devrilen eşyalar, durmak bilmeyen bir gürültü… Gürültüden kulakları patlayacak gibi olmuştu Sinan’ın. Sinan için sonrası sarı duvarlar, demirden bir karyola ve sargı bezi.
Feyza Nur Çalıkoğlu