Görkemli şatonun önünde durmuş, şatonun etrafını çepeçevre saran dumanları izliyordu. İzliyordu ama bunu isteyerek yapmıyordu, burada durup kıpırdamadan şatoyu izlesin diye birisi onu zorluyordu sanki. Sanki olduğu yere mıh gibi çakmışlardı onu. Onu bu hâle getirenlerin kim olduğunu bilmiyordu, bir an önce oradan kurtulmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Tutuşuyordu bilinçaltındaki tüm anılar, Arşüb'e gözükmek istemiyorlardı.
İstemiyorlardı onun bu şatoyla ilgili anılarına erişmesini çünkü bütün soruların yanıtı oradaydı. Oradaydı itelenenler, bastırılanlar ve hepsinin üstü kalın yorganlarla örtülüydü. Örtülüydü ve bu örtülerin açılması oldukça zordu.
Zordu Arşüb için bu anılara gömülüp kalmak tekrar tekrar kendini o şatonun karşısında bulmak. Bulmak işte sorun buydu, Arşüb bu anı ne zaman yaşadığına dair bir ipucu bile bulamıyordu ve bu durum gün geçtikçe onun için aşılmaz bir hâl alıyordu. Alıyordu Arşüb zihnine etrafındaki tüm bilinmezlikleri. Bilinmezlikleri, belirsizlikleri sevmezdi ama hayatı onlardan ibaretti, oysa ne çok isterdi berrak bir zihni. Zihni kirli sular gibi bulanıktı. Bulanıktı düşünceleri, duyguları. Duyguları, şatoyu falan boşverip attı kendini dışarıya. Dışarıya çıkmıyordu bir süredir. Bir süredir erteliyordu eğlenmeyi, gülmeyi, gezip dolaşmayı hatta okumayı. Okumayı ne kadar özlediğini fark etti ve kitapçıya gitti ona her şeyi unutturacak bir kitap almak için. İçin için kendi hâline üzülse de kendini iyileştirmeye çabalıyordu. Çabalıyordu kötülüklerden uzak kalmaya, hayatına yoluna sokmaya ve değişmeye. Değişmeye pek açık değildi ama buna mecburdu. Mecburdu çünkü bu şekilde hiçbir yere varamıyordu, olduğu yerde sayıyordu.
Sayıyordu içinden alacağı kitapları ama başka bir kitap çarptı gözüne, kitabın ismi şöyleydi: Karanlık Şato. Karanlık Şato kitabının kapağında görkemli, etrafını dumanların sardığı bir şato vardı ve bu şatonun önünde bir kız duruyordu. Duruyordu öyle dimdik ama yüzü gözükmüyordu kızın. Kızın kendisi olduğuna Arşüb emindi. Emin olmak yetmezdi, kitabı alıp kendisi ve şato arasındaki ilişkiyi çözmeliydi. Çözmeliydi onu yiyip bitiren olayı bu yüzden kitabı aldı ve hemen eve geri döndü. Döndü durdu bir süre odanın içinde sonra mutfağa gitti bir daha hiç su içemeyecekmiş gibi bir sürahi suyu içti. İçti ama dili damağı hâlâ kupkuruydu. Kupkuruydu evren sanki su hiç var olmamıştı suyu falan boşvererek koltuğa oturdu, kitabı aldı ve okumaya başladı. Başladı ve bitirene kadar kitabı elinden bırakmadı, bitirdiğinde ise ne kadar süre geçti bilmiyordu, kitap ellerinden öylece kayıp gitti. Gitti aklı, onu terk etti çünkü kitapta yazanlar akıl alır şeyler değildi, Arşüb, gerçeklik kavramını yitirdi.
Yitirdi geçmişin tüm izlerini, tanıdığı onca insanın yüzünü, yaşadığı iyi kötü zamanları ve daha nicesini yalnız şatodaki an kaldı hatırladığı. Hatırladığı tek şey şatoda olanlar. Şatoda olanlar, dehşetin ta kendisiydi. Kendisiydi kendi hayatını mahveden ayrıca dünyanın kaderini de o değiştirmişti. Değiştirmişti yaşamın dengelerini ve evrendeki tüm huzurun, iyiliğin emilmesine sebep olmuştu. Sebep olmuştu kötünün yenmesine, kitapta onun yaptıklarından söz ediyordu. Söz ediyordu, Karanlık Şato'da dünya huzurunu tehdit eden kötü güçlerin yaşadığından ve onlarla kimsenin baş edemediğinden ama onlarla anlaşmanın bir yolu vardı. Vardı onları zararsız hâle getirmenin yolu ve bunu dünyaya onlar duyurmuştu, anlaşmanın maddesi şuydu: Dünyanın her ülkesinden toplanmış, en güvenilir insanlarından oluşan bir takım oluşturun, bunlar ister dahi olsun ister çok güçlü isterse dünyanın en iyi büyücüsü olsun bizi alt edemezler. Alt edemezler bizleri ve onlardan hiçbiri buradan sağ çıkamaz içeride onları öldürmeyeceğiz ölümü arzular hâle getireceğiz, acıdan ve gördükleri şeylerden dolayı ölmek, delirmek isteyecekler ama istekleri hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Gerçekleşmeyecek olan yalnızca onların istekleri ama tek bir şartla, oluşturduğunuz bu takım başlarına gelecekleri bilerek eksiksiz bir şekilde ve kendileri isteyerek şatoya girerse dünyadaki huzuru, güzelliği emmekten vazgeçeceğiz yani sizin isteğiniz gerçekleşmiş olacak. Olacakların ve olmayacakların hepsi seçeceğiniz takıma bağlı.
Bağlı bir düğüm vardı ortada bu düğümü çözecek kişileri seçmek için dünya seferber oldu, dünyanın dört bir yanına bu durum açıklandı ve her ülke kendi vatandaşları arasından güven testinden en iyi şekilde geçen bir kişi seçti. Seçti tüm ülkeler bir kişi ve bunlardan bir takım oluşturuldu, Güven Takımı adını verdiler onlara. Onlara düşen görev çok büyüktü bu yüzden onları hemen şatoya göndermediler, takımdakilerin birbirlerine güvenmesi ve takım şeklinde hareket etmesi için bir süre onlara bazı eğitimler verdiler, bu eğitimlerin sonucunda testler uyguladılar ve takımın hepsi testten geçti. Geçti dünyadakilerin endişeleri böylelikle. Böylelikle Güven Takımına bir de slogan buldular: Güvenin en güçlü yumrukları, dünyayı alt etmek isteyenlerin tepelerine iniyor.
İniyordu sanki gökten ümit ve sevinç, tüm dünya bu hislerle Güvenin en güçlü yumruklarının geleceklerini kurtarmasını bekliyordu çünkü güvenin yumruklarından başka güvenecekleri bir şey yoktu. Yoktu bu dünyada güven kadar önemli bir şey, o olmazsa hangi bağ kuvvetli olabilirdi? Olabilirdi güvenle her şey daha iyi ve daha güzel. Güzel şeylerin dünyayı terk etmemesi için Güven Takımı hazırdı, yetkililer onları şatonun önüne bıraktılar, hep bir ağızdan "Güvenin en güçlü yumrukları, dünyayı alt etmek isteyenlerin tepelerine iniyor" diye bağırıp gittiler. Gittiler çünkü takımın oraya eksiksiz gireceğinden emindiler ama emin olmasalar da bir şey değişmeyecekti çünkü hepsinin oraya tereddüt etmeden kendi isteğiyle girmesi gerekliydi. Gerekliydi bu yapılanlar onların ailelerinin, sevdiklerinin de iyiliği için bu yüzden bir bir içeriye girdiler ama en sonda kalan kişi yani Büşra, kapıya yaklaştığı anda durdu ve geri döndü. Döndü, gidecekti buradan ilk defa içeride olanları göze alamayacağını düşündü, arkadaşları bunu fark etti ona içeri eksiksiz girmeleri gerektiğini, herkesin geleceğinin onlara bağlı olduğunu söylediler. Söylediler daha bir sürü şey ama Büşra hiçbirini duymuyordu. Duymuyordu onca söylenileni, yalvarmaları ama arkadaşları konuşmaktan vazgeçmiyordu, şimdi de onu içeriye çekmeye çalışıyorlardı ama Büşra kapının dışına doğru savruldu ve kapı kapandı. Kapandı tüm insanlığın umut kapısı. Kapısı kapanan şey sadece umut değildi Büşra'ya da ölümün kapısı kapanmıştı, o Karanlık Şato'nun önünde hiçbir yere kıpırdamadan sonsuza kadar dünyanın, ailesinin, sevdiklerinin başına açtığı belaları izledi. İzledi ve her izleyişinde oradan kaçmak, sebep olduklarını görmemek için debelendi durdu ama nafile. Nafile bunca debeleniş Büşra yerinden bir gıdım bile ilerleyemedi, onun tanıdığı bildiği insanlar öldü ama o hiç ölmedi, sonsuza kadar orada mıh gibi çakılıp kalmış bir şekilde dünyadan gelip geçen tüm insanların iyilikten, güzellikten yoksun bir şekilde yaşamasını izledi. İzledi tek bir hatasıyla yol açtığı dehşeti ve hiç hissedilmemiş şiddette bir acıyla kalbi sürekli kavruldu. Kavruldu tüm benliği acıyla ama bunun kimseye çaresi yoktu çünkü onun yüzünden güvenin en güçlü yumruğu değil de güvensizliğin en güçlü yumruğu dünyayı kasıp kavurdu.
Kavurdu, Arşüb'ün kalbini kitabı okuduktan sonra hatırladığı bu anlar. Bu anlar, Büşra gibi Arşüb'ün de sonsuzluğu oldu. Oldu ikisine de bu hayat zindan çünkü Arşüb, Büşra'nın paralel evrendeki ikiziydi.