Yeis

Havva Gök

Ek zorluğu kullanmadım.

Defterin sert, tırtıklı yüzeyinde elini gezdirdi Taha. Onun için elinin altındaki, defterden öte bir derttaştı. Tüm sırları, heyecanı, öfkesi ve daha nicesi bu defterin içinde saklıydı. Asla kendini cümlelerle, kelimelerle iyi ifade edebilen biri değildi. Derin bir nefes aldı. Oturduğu yerden yavaş hareketlerle ayağa kalktı ama sert bir kalkış olduğundan adım atmakta güçlük çekti. Protez bacaklarına sertçe bir yumruk geçirdi ve sendeleyerek tekrar sandalyeye oturdu. Altı aydır bu protez bacaklara bir türlü alışamadı. Kendini bilmez bir sarhoş sürücü onu bu protez bacaklara mahkum etmişti. Araba bacaklarının üstünden geçtiği için o gün acilen ameliyata almışlardı. Tüm çabalara rağmen iki bacağını da kesmekten başka çare bulamadılar. Ve sonuç, bu işe yaramaz protezler.

Sanki onları hissedebilecek gibi protezlere bir yumruk daha savurdu. Bir yumruk daha, bir yumruk daha… Başını iki elinin arasına alarak ağlamaya başladı. Sakinleşmek için derin bir nefes aldı. Gözyaşlarını sildi ve temkinli bir şekilde ayağa kalktı. Kendine gelmek için balkona çıktı. Sokakta top oynayan çocuklara hüzünlü bir tebessümle baktı. O da küçükken mahalledeki arkadaşlarıyla takım kurar, futbol oynardı. Bazen geç saatlere kadar sokakta top koşturur, annesinin ısrarla bağırmasına rağmen eve girmezdi. Futbol zamanla onun için bir oyundan daha fazlası oldu. Takıma seçildiği günü anımsadı, ne de çok sevinmişti. Kafasını iki yana salladı ve sokağı izlemeye devam etti.

Sokağın girişinde duran arabaya dikkatle baktı. Bir yerden tanıdıktı fakat nereden? Tabi ya eskiden oynadığı takımdaki Emre’nin arabasıydı. Emre ve takımdan birkaç arkadaşıyla kardeş gibiydiler. Onun gibi insanlardan kaçan, güven yoksunu bir adam için onları hayatına dâhil etmek çok zor olmuştu ama iyi ki onları tanımıştı. Araba tam Taha'nın oturduğu binanın önünde durdu. Daha fazla bakmak istemedi Taha. Takım arkadaşları kazadan sonra hep onu ziyarete gelirlerdi. Ama iki ay önce arkadaşları hararetli bir şekilde tartışırken, kavgaya tutuşmuşlardı. O da kavgayı ayırmaya çalışırken sert bir yumruk yemişti. Normal bir zamanda olsaydı bu yumruk umrunda olmazdı. Ama kazadan sonra her şeyi takan, nemrut bir adama dönmüştü. O gün arkasına bile bakmadan bulundukları kafeyi terk etmişti. Sonrasında onların aramalarını kısa cevaplarla geçiştirmişti.

Balkon kapısını aralık bırakıp perdeyi çekti. Mutfağa geçip çay suyunu ocağa koydu. Birkaç atıştırmalık hazırlarken kapı sesi duyuldu. Mutfaktan çıktı ve hole doğru sarsak adımlarla yürüdü. Yüzüne inandırıcı olmasını ümit ettiği bir tebessüm kondurdu ve kapıyı açtı.

-Hoş geldiniz, biraz daha gelmeseydiniz beni unuttunuz zannedecektim.

-Hoş bulduk kardeşim. Ancak gelebildik. Kamptı, antrenmandı vakit bulamadık.

-Hoş bulduk abi. Ne güzel lan işte bizsiz kafa dinlemişsin.

- O ne biçim söz lan. Ben öyle mi demek istedim sanki?

-Abi sen bu Emre’yi bilmiyor musun? Şimdi izin ver de içeri girelim. Laf dalaşını içeride yaparsınız.

- Lan bu Emre kafa bırakmıyor adamda. Geç abi içeri geç.

Arkadaşlarını salona yönlendirdi ve mutfakta çayı ve atıştırmalıkları hazırladı.

-Emre, bir yardıma gelsene. Git gel yapmayayım kardeşim.

-Geldim abi. İstersen ben çaydanlığı alayım.

-Tamamdır, eyvallah kardeşim.

Elindekileri sehpaya bıraktı. Emre’nin çayı doldurmasıyla koyu bir sohbete daldılar. Tam günün hüznünü attığını düşünürken, Ali'nin sorduğu soruyla yüzü düştü.

-Taha, abi Sibel nerede? Bu ayrılık fazla sürmedi mı? Kızın gönlünü alsana lan. Bu hayattan bıkmış hâllerden bir kurtul abi, kendine gel da. İki senedir kızla nişanlısınız.

Derin bir iç çekti. Sibel, gönül yorgunluğu. Sevip bir o kadar sevilmediği gönül yarası... Lisede tanışmışlardı. Kız onu yakın arkadaşı olarak görürdü. Kızın ona o gözle bakmadığını bilirdi fakat bu durumu görmezlikten gelmek daha çok işine gelirdi. Ama her şeye rağmen Sibel'i binbir zorlukla evlenmeye ikna etmişti. Ne çok güvenirdi Sibel'e. Her zor anılarında, Taha gibi sevmediği hâlde yoldaşlık ederdi. Ama sevmeden de bir yere kadar dayandı. Kaza sonrasında yolladığı çiçekte, "Ben daha fazla dayanamıyorum. Seni sevmeye çalıştım ama olmadı, yapamadım. Hoşça kal." yazıyordu. Bu kadar basitti o kadar yılı silip atmak.

Taha'nın anne babasından sonra bu ikinci terk edilişiydi. On iki yaşındaydı yetimhaneye bırakıldığında. İlk başlarda yurtta sürekli sorun çıkarır, kaçmaya çalışırdı. Bir yerden sonra da pes etti. Hayatının geri kalanında onlar hiç yokmuş gibi devam etti.

Arkadaşlarının cevap bekleyen bakışlarını görünce ciğerlerine derin bir nefes çekti. Bugüne kadar anlatamadığı Sibelle olan hikâyesini anlatmaya başladı.

-Nereden başlamalıyım bilmiyorum. Sibelle zannettiğiniz gibi deli divane aşık falan değiliz. En azından o bana aşık değil. Abi ben onu liseden beri çok seviyorum. Hakkını yiyemem bugüne kadar bana iyi dayandı. Ama kaza sonrasında bir çiçek göndermişti. Hatırladınız mı ?

-Evet de ne alaka abi. Hiçbir şey anlamıyoruz şu an Ali'yle.

-O gün not bıraktı ve gitti. Bizim olmayan hikâyemiz de bu kadar. Daha da bir şey sormayın.

-Tamam abi. Sen kapattıysan meseleyi bize bir şey demek düşmez. Neyse biz kalkalım artık. Kafanı şişirdik yeterince.

-Aynen abi biz kalkalım yavaştan.

- Biraz daha otursaydınız diycem ama siz bilirsiniz. Ahmet başkana, takımdakilere de selam söyleyin.

Arkadaşlarını yolcu ettikten sonra defterin olduğu masaya yaklaştı. Sandalyeye gücü tükenmiş bir şekilde sindi. Arkadaşlarına ne kadar belli etmemeye çalışsa da, onları gördükçe aklına eski günler geliyordu. Başını iki eliyle sıktı. Defterin son sayfasını açıp okumaya başladı.

Sevgili derttaş, hayallerime veda ettiğim için son kez sana yazıyorum. Halbuki daha bir hafta öncesine kadar dipdiriydi umutlarım. Çok zormuş… Hayallere veda etmek, hiçliğe koşmak. Yıllarca bu takımda oynamak için çok emek vermiştim, fedakarlıklar yapmıştım. Şimdi ise bir trafik magandası yüzünden bacaklarımın kesilmesi…. Ne çok acı varmış. Tam başladı derken bitti hikayem. Artık ne umudum ne de kimseye güvenim var. Bir o vardı, onun için bu zorlukları aşarım diyordum fakat o da gitti…. O da böyle hissediyor mu? Ölmüş ama toprağa gömülmemiş gibi. Elveda….

Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,

Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi.

Bir kömür dumanıyle tütsülendi akşamlar,

Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar…

Son yolcunun gömüldü yolda son adımları,

Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları.

Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda:

Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda,

Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye,

Yollarını bekledim görüneceksin diye.

(Faruk Nafiz Çamlıbel)