Stüdyo

Tuğçe Asiye Ballı

“Bu bir takım işi.”

“İyi ki söyledin.”

“Öyleyse kafana göre kararlar alırken bunu hatırla.”

“Keyiften değil herhalde, bizim için yaptım.”

“Bak biz diyorsun ne güzel. Bize danışman gerekirdi.”

“Sonuca odaklanır mısın Alp?”

“Odaklanıyorum ve nedense yine yanlış geliyor.”

“Niye gurur yapıyorsun? Üç kuruş para verdim senelik diyorum.”

“Anlaşamıycaz belli ki.”

Batuhan’ın bize sormadan stüdyo kiraladığını öğrendikten sonra Alp böyle tepki verdi. Düşünüyorum da Batuhan iyi niyetli bile olsa kimsenin ailesinden beş kuruş almadığı, burslarla geçindiği bir ortamda gurur kırıcı bir hareket gerçekten.

Tuğrul ses çıkarmıyor, orgun başında egzersiz yapıyordu.

Batuhan bana döndü:

“Ezgi sen söyle. Böyle bir şey yapmamın nesi yanlış?”

“Uzatmayın artık. Bir şekilde bölüşülecek o para.” diyerek kestirip attım.

İki hafta sonra bahar şenliklerinde üç parça çalacaktık. Ama henüz takım çatışmalarıyla uğraşmaktan öte gidemiyorduk. Şarkıların ikisinde iyiydik ama üçüncüsünü sadece bir kez prova yapabilmiştik. İşin ucunda rezil olmak vardı. Batuhan bir bakıma iyi yapmış, bizi kurtarmış olabilirdi.

“Yarın prova yapalım mı?” diye sordu.

Tuğrul “Bana uyar.” dedi. Deminden beri konuşmayıp bu soruya cevap vermesine bozulmuştu Alp. Gitarını alıp çıktı.

Batuhan “Bu ne ya, çoluk çocuk tribiyle mi uğraşcaz, başka elektro çalan mı yok?” dedi.

Ben Alp’in arkasından koştum, seslendim. Durdu.

“Bu kadar tepki vermene gerek var mıydı?”

“Bak Ezgi, güvenmiyorum şu çocuğa. Hep bir plan, hep bir atraksiyon peşinde. Ayrıca parası var diye hava atmasından bıktım. Hiçbirimiz sahipsiz değiliz. Ailelerimize yük olmak istemiyoruz hepsi bu. Burası onun memleketi diye şanslı. Babasının kırk koyunu var diye de ezemez bizi.”

“Tamam sormalıydı haklısın ama ezmek için yaptığını sanmıyorum.”

“Çok safsın.”

“Olabilir.”

Ne yapacağımı bilemeden öylece kaldım. Gücenmiş gibi baktı, yürüdü. Belki yarına kadar siniri geçer ümidiyle çocukların yanına döndüm. Müzik odasında vaktimiz dolmuştu. Toplanıp çıktık.

Batuhan bizim şenlikte keşfedileceğimize inanıyordu. O yüzden bu kadar aceleci davranmıştı belli ki. Ama yıllık kiralamasını ben de anlamadım. Belki okul bitince dağılacaktık. Belki işe girecektik, müziğe vakit ayıramayacaktık. Neye dayanarak böyle karar vermişti? Alp haklı olabilir. Batuhan’ın sinsi bir duruşu var. Kolay kolay sinirlenmiyor, sürekli pis pis sırıtıyor, boyu çok uzun diye övünüyor, milleti küçümsüyor, o bas çalmasa grubun eksik kalacağından dem vurup duruyor. Ne akla hizmetse aramıza almayı ben teklif etmiştim.

Aklımda sorularla, yakında çıkar kokusu, diye düşünerek onlardan ayrıldım. Alp’e mesaj atacaktım, vazgeçtim.

***

Öğlen 2’de stüdyoda buluşmuştuk. Daha önce gittiğimiz stüdyolardan çok daha küçüktü. Ama baterisine bayılmıştı Tuğrul. “On numara, on numara!” deyip durdu. Kutu kadar odayı çok güzel dekore etmişlerdi. Kapının karşısındaki duvar siyah beyaz kare köpüklerden oluşuyordu. Sağdaki duvar bordo, soldaki lacivert. Kapının sağında ise sadece cam vardı. İçeridekilerin dışarıyı, dışarıdakilerin içeriyi görmesi güzel düşünülmüştü.

Tuğrul baterinin başında kendinden geçerken Alp geldi. Tuğrul ikna etmiş nasıl olmuşsa. İstemese gelmezdi, ikna ettiğini sanmam da neyse. Yarı yolda bırakmak istememişti demek.

Alp hiç konuşmadı, Batuhan laf atsa da hiç oralı olmadı. Ara verdiğimizde koyduğumuz çayı içti, simitten bir parça bile koparmadı. Simitleri ben aldım, diye fısıldasam mı acaba dedim ama Alp’ti bu, inattı.

Tepkisini fazla bulsam da şimdiye dek yanıldığını görmedim.

Biz moladayken liseli gençler geldi. Batuhan koridora çıktı ve masanın üzerindeki deftere bir şeyler yazdı.

İçeri girince sordum: “Hayırdır, bir sorun mu var?”

“Çocuklara randevu yazdım. Bizim çalışmadığımız zamanlarda başkaları kiralayabilecek burayı.”

“Niye dün bahsetmedin?”

Alp dayanamamış olmalı:

“Dün kendini kahraman gibi göstermek istemiştir, bugün patron gibi.” dedi.

Batuhan gevrek gevrek gülmeye başladı. “Oğlum ya ne komplekslisin ha!”

Olacaklardan korkuyordum. Şenlik filan umurumda değildi. İsterlerse yıllarca konuşmasınlar ama birbirlerine zarar vermesinler istiyordum.

“Bakın. İkinize de söylüyorum. Böyle didişecekseniz ben yokum. Hayat yeterince sıkıcı. Bir de siz boğmayın.”

Batuhan “Tamam assolistimiz tamam.” dedi.

Alp cevap vermedi. Gitmediğine göre bir süreliğine sükûnet sağlanmıştı.

Prova bitince sessiz sedasız ayrıldık.

***

Bir sonraki provaya çok daha iyi başlamıştık. Batuhan’a telefon geldi. Birden çalışmayı bırakıp dışarı çıktı. Hararetle konuşuyordu.

Alp “Yine neyin peşinde acaba?” diye söyleniyordu.

Tam mikrofonu bırakıp oturacaktım ki bir hışımla içeri girdi.

“İşte bu! işte bu!” Beni omuzlarımdan tuttu. “Harika bir iş çıkardık. Geçen yaptığımız provayı kayıt almıştık ya onu bir ajansa yolladım. İsmimizin Beta olmasını bile beğenmişler. Bizimle görüşmek istiyorlar."

Sadece bana anlatıyor, ikimiz varmış gibi davranıyordu. Omuzlarımı bırakması için sağıma soluma yapışmış ellerine baktım. Fark edip bıraktı.

İşte Alp yine haklı çıkmıştı. Ayağa kalktı, Batuhan’ın üzerine yürüdü.

“Sen ne laftan anlamaz herifsin lan. Daha yeni uyarmadım mı seni? Bu işler böyle yürümez, takım işi demedim mi? Sen kimsin lan neyine güveniyorsun?”

“Asıl sen kimsin? Doğru düzgün çalamıyorsun bile. Benimle aynı fikirde olmak zorunda da değilsin, kapı orada.”

Alp iyice deliye dönmüştü. Araya girdim ama beni görmüyordu. Arkasında duran tabureye basıp Batuhan’ın üzerine sıçradı ve suratına yumruğu indirdi.

Dev gibi Batuhan yere kapaklandı. Yüzünde acıdan çok şaşkınlık vardı. Böyle bir şey beklemediği belliydi.

Alp bağırmaya devam etti: “Şerefsiz! O emek ettiğimiz şarkı her yerde çalacak beş kuruş alamayacağız. Ajansların kurt olduğunu duymadın mı sen embesil!”

Bana döndü: “Sana bu herif tekin ayak değil demiştim Ezgi.” Gitarını kılıfına geçirmeden hızla toplanıp çıktı.

Tuğrul’a baktım. Öylece duruyordu.

Batuhan ayağa kalktı, ağzının içinde küfrediyordu. Ceketimi aldım, Alp’in arkasından gidecektim, Batuhan’ın babası öfkeli bir şekilde stüdyoyu girdi.

“Doğru mu, burayı kiraladığın doğru mu?”

Batuhan cevap vermedi. Zaten yumruk inen tarafı mora dönüyorken şimdi de tüm yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Babası dibine girdi. “Utanmıyor musun evin rızkını böyle boş şeylere harcamaya, bana sormadan nasıl o kadar parayı alırsın anandan?”

Batuhan yine ses çıkarmadı. Demek burayı ailesinden gizli tutmuştu.

“Nerede buranın sahibi, o herifin telefonunu ver bana çabuk!”

Batuhan cep telefonunu çıkardı ama numarayı vermek istemediği belliydi. “Baba…” dedi.

“Başlatma babana!”

“Baba ben burayı işletcem. Para kazancam.”

“Onu başta anlatacaktın. Gizli gizli iş çevirmenin sonucuna katlanacaksın. Anan da neyine güvendi senin bilmem ki. Sözleşme filan imzalamadın di mi, imzaladın mı yoksa?”

“Evet.”

“Allah ıslah etsin seni salak!”