Zinciri Kırmak

Elif Ezgi Bektaş

Nasıl başlarsan öyle bitirirsin, nasıl bitirirsen öyle yeniden başlarsın, derdi babam. Babam gibi başla, demiştim ben de kendime. Kendim, başla ve bitir bu yolu, önüne çıkan hiçbir engelden korkma demiştim. Demiştim kendime; başar ya da sus. Sus ki nasıl başladığını ve nasıl bitirdiğini kimse fark etmesin. Etmesinler, kendini bu durumdan çıkaramıyorsan bu durumda olduğunu fark etmesinler, sus.

Sustum, önceleri başaramayacağımı düşünmüştüm çünkü. Çünkü kelimeler zihnimde dizilirken, arasına virgüller ünlemler girerken, bağlaçlar sıfatları ve fiilleri birbirine bağlarken… nihayet cümlem bitip sonuna o tek noktayı koyduğumda; bir sonraki cümleye sanki dünya kendi etrafında dönüşünü tamamlamış da güneş yeniden doğacakmış gibi bitirdiğim kelimeyle başlayasım geliyor, bu arzudan kendimi alıkoyamıyordum. Alıkoyan, zincirleyen, insanı hapseden bir hastalık bu. Bunu kabullenmek uzun yıllarımı aldı, hatta farkına varmam bile tesadüf eseri oldu. Oldu ama en sonunda kendimi istisna niteliğinde bir hastalığın içinde buldum. Bulmak demek doğru olmaz aslında asistanım uyardı, hocam dedi, sanki noktayı bir ayna gibi kullanıyorsunuz. Kullandığım kelimelere o ana kadar dikkat etmemiştim, asistanım sayesinde anladım, bilmeden farkında olmadan kendime bir oyun bulmuş ve o oyunun parçası olmuştum. Olan olmuş bir kere dedim, ardına düşmedim, nedenini araştırmadan kabullendim ve böyle devam etsem kaç yazar ki dedim. Dedim demesine de akademik kariyerim sebebiyle bu durumun beni ne kadar zorlayacağını bilemedim. Bilseydim daha erken tedaviye başlardım belki, bu durumu daha fazla dikkate alsaydım, belki susmak yerine savaşmayı önce seçerdim.

Seçimlerim yüzünden böyle olduğunu söylüyor doktor; hep aynı şekilde uyuduğumu ve aynı şekilde uyandığımı, her günü bir öncekinin örneği gibi yaşadığımı, hayatımda sürprizlere, geçmişimle bağlantısız ve ayakları yere basmayan zevklere hiç yer vermediğimi bu yüzden başıma böyle garip bir hastalığın peyda olduğunu söylüyor. Söylemesi kolay tabii ama günlerimin iç içe geçmiş, birbirinin aynısı halkalar gibi uzayıp beni saran soğuk bir zincire dönüştüğünü kabullenmek, üstelik ağzımdan çıkan her cümlenin bu zincirle yarışan başka bir zincir oluşturduğunu görmek kolay değil. Değildi yani, ama kabullendim artık ve uzun süren suskunluğumu bitirdim. Bitiremediğim, yazıp yazıp beğenmediğim doktora tezimi bir köşeye bırakıp bu durumu değiştirmek için bir adım attım. Attığım en doğru adım mıydı bilmiyorum ancak yürümek için gerekli olan budur. Bu yüzden Doktor Sefa Bey'e gittim. Gitmemin sebebi methini çok duymuş olmamdı, sıradışı tedavi yöntemlerinden bahsedenler vardı ve ben de bu sıradışı hastalığıma iyi gelecek kişiyi bulduğumu düşündüm. Düşüncelerimde genelde yanılmam ama gördüğünüz gibi doktorun henüz bir başarıya ulaştığını söyleyemem. Söyleyeceğim tek şey; hiç değilse uğraşıyor. Uğraşı takdir edilesi hatta, nereden bulmuşsa benim hastalığıma benzer derdi olan başka bir hasta bulmuş ve bir de nereden aklına gelmişse bizi bu adamla takım yapma fikrini ortaya atmış. Atıp tutup bizi birbirimize yamadı anlayacağınız, cümleleri birbirine bağlayan ben ve cümlelerinin dizgisini beceremeyen, anlatırken daldan dala konan bir yazar olan sevgili takım arkadaşım Mete ile birlikte takılıyoruz.

Takıldığım arkadaşım yirmili yaşlarının ortalarında olan bir öykücü. Öykücüler nasıldır bilirsiniz ya da bilmezsiniz, ben de yeni tanıyorum öyle birini. Birileri sanki ona insanların hikâyelere, kurmacalara ihtiyacı var demiş de o da cepheye koşmuş gibi hali var. Var olan yeteneği ise her durum hakkında bir şeyler uydurabilmek anladığım kadarıyla, yani yalancılıklarının yetenek sayıldığı bir meslek bunlardaki. Bunlardaki bu uydurma yeteneği ve güzel cümle kurma becerisi birleşince şahaneler ortaya çıkabiliyormuş, zaten bizimki de normalde birbirinin devamı olan bağlantılı güzel cümleler kuruyormuş ancak ne olmuşsa tıpkı bendeki gibi bir anda her şey değişmiş. Değişen şey kurduğu cümlelerin birbiriyle uyumuymuş, ilk kitabından sonra edebiyat yorumcularından öyle bir yumruk yemiş ki cümleleri el ele tutuşmayı bırakmış, zamanla anlamlarını kaybetmiş ve takım yıldızı gibi duran hikâyeleri binbir farklı yöne kayan yıldızlar kümesine dönüşmüş. Dönüştüğümüz bu hastalıklı haller sebebiyle karşılaştık ancak birbirimize nasıl iyi geleceğimizi henüz çözemedik.

Çözmemiz gereken iki sorun var, ondaki düzensizlik ve bendeki düzen. Düzenimi, beni sabahın altısında çorba içmeye götürerek, öğle araları sahilde ucuz balık ekmek yedirerek, filtre kahve makinemi saklayıp çay makinesi alarak bozabileceğini sanıyor. Sanması sorun değil de ben hâlâ cümlelerime bir önceki cümlenin son kelimesi ile başlıyorum. Başlangıçlarımda bir değişiklik yok, kanaatimce Mete beceremiyor bu hayatımı değiştirme işini, beni peşi sıra sürüklüyor ama sürpriz başlangıçlar yapmama vesile olmuyor. Olmuyor ben hâlâ bağlantı hastası biriyim, Mete ise hâlâ yediği yumruğun etkisi ile dağılmış olan adam. Adama yapmadığım kalmadı oysa, kendimle amfiye soktum, ders notları tutturdum, bir hafta boyunca aynı saatte uyutup aynı saatte uyandırdım ama o da hâlâ aynı. Aynı mantıksızlıkla cümleler kuruyor, bir diyor ki ağacın gövdesine sarıldım bir diyor ki kuşlar neden köksüz. Kökü gövdeyi birbirine katıyor öykülerinde de, ben onun darmadağın öykülerini okurken işkence çekiyorum, eminim o da benim tezimi okurken işkence çekiyordur.

Çektiğimiz dertlerden kurtulmak isterken daha büyük derde düşmek bizdeki sanırım, ama Doktor Sefa'ya güvendiğimden hâlâ sürdürüyorum bu işi. İşin aslı bu hastalık konusunda ne yapacağımı bilmediğimden Doktor Sefa'nın güven veren sesinin tesiri altında kalmak bana rahat nefes aldırıyor. Aldırdığı nefes yazar arkadaşın başıma ördüğü saçmalıklar yüzünden arada bir kesiliyor ancak ikisine de güvenmekten başka seçeneğim yok gibi hissediyorum. Hissettiklerimle pek hareket etmem normalde ama Mete'nin son zamanlardaki öğüdü bu, ben hislerimi dikkate alacağım o ise hislerini susturacak, böyle anlaştık. Anlaşmamızın bir başka maddesi de var ki bana şu an şu cümleleri yazdıran sebep o. Öykü yazacakmışım. Öykü yazarak kim iyileşir ki? Mete dedi diye yazıyorum işte, öykü olsun diye bir şeyler karalıyorum. Hislerimi düşüncelerimi plansız kuralsız noktasız virgülsüz aktarmaya çalışıyorum yıllardır her cümlemi ardına eklediğim zinciri bir öyküyle kıramam elbette ama işte o benim amme alacakları tahsil usulü hakkında kanundaki değişikle ilgili notlarımı temize çekerken benim de bir şeyler yapmam gerekiyordu ve başıma bu öykü işini sardı bir anlam yüklemeyin yani sahi öykü yazarken böyle siz biz diye hitap edilir mi edilmez herhalde ama Mete de öyle yapıyor hem onun gibi sonunu düşünmeden bitince nasıl başlayacağını planlamadan yazmak çok da zor olmasa gerek yine de bu şekilde hastalığım düzelmez elbette hayatı değiştirmekle kullanılan cümleler değişir mi değişmez ben her zamanki ben olarak kalacağım o ise bahsettiği yumruktan sonra yere yığılan adam olarak kalacak ben ne yaptırsam boş onun önce neden cümlelerini bozduğunu düşünmesi lazım neden yıkıldıktan sonra ayağa kalkamadığını sorgulaması ve bunu çözmesi lazım yediği yumruğu ardında bırakması lazım peki ya benim ne yapmam lazım hiç değilse o yediği bir yumruk olduğunun farkında ben ne zaman nerede kimden nasıl bir yumruk yedim de cümlelerim korkudan birbirine tutunup hizaya girdi peki ben nasıl bozsam bu hizayı nasıl kırsam zinciri. Ya bu öykü, derdime deva olmayan hiçbir işime yaramayan bu öyküyü nerede bitirsem?