Bizimkisi Bir Totem Hikâyesi

Meryem Aytaş

Kelimeler: Yumruk, Takım, Güven

Ek Zorluk: Yapabilmek için uğraştım ama yapamadım maalesef :(

BİZİMKİSİ BİR TOTEM HİKÂYESİ

Beylerin heyecanla beklediği, benim için kâbus olan o büyük gün gelip çatmıştı. Akşama derbi varmış, çok önemliymiş, kazanırlarsa kupa alacaklarmış - sanki kupayı bunlara veriyorlar - maç için atıştırmalık bir şeyler hazırlarsam çok makbule geçermiş de miş miş miş… Bu demek oluyor ki eşim, kaynım ve kardeşim -whatsapp grubunda kendilerine verdikleri isimle meşhur üç silahşörler - güzelim gecemi kâbusa çevirecekler. Her yıl dua ediyorum, şu günü kazasız belasız, kavgasız dövüşsüz atlatalım diye. Bu kadar fanatik olmasalar iyi insanlar aslında.

Maç boyunca benden bir şey istemesinler diye her şeyi hazır hale getirip odama çekiliyordum ki zilin sesini duydum. Çalan kapı zili değil de kâbusumun başladığının habercisiydi. Yüzüme takındığım kocaman bir gülümsemeyle kapıya yöneldim ve çok memnunmuşum gibi bir ses tonuyla karşıladım onları. Eşim eve girer girmez formasını sordu, diğerleri zaten savaşa gider gibi yüzlerini boyamış, formalarını giyip, atkılarını da boyunlarına dolayıp gelmişler. Hemen içeri geçip teftişe başladılar. Televizyon tamam, atıştırmalıklar tamam. Marifetli yengem, canım ablam, biricik eşim faslını da geçtik.

Sıra geldi su bardağı takımına, bu eşimin totemi. Rakip takımın ev sahipliği yaptığı o statta hiçbir zaman maçı alamıyorlarmış da bu su bardakları masadayken maç izledikleri bir gün maçı tam beş sıfır kazanmışlar. O gün bugündür şu garibim su bardağı takımı Harry Potter’ın asası muamelesi görmeye başlamış. Evet, su bardaklarını, o günkü durdukları şekliyle masaya yerleştirme faslını da atlattık.

Onlar için maç saati, benim için ortalıklardan kaybolup kendi köşeme çekilme saati gelip çattı. Çayımı alıp oturma odasına geçtim. Kitap okusam diye düşündüm gürültülerinden anlamam. Film izlesem içeride olup bitenleri düşünmekten filme odaklanamam. Bir şeylerle oyalanırken, salonda olup bitenlere dair de fikir yürütebilmeliyim ki olabilecek sonuçlara kendimi hazırlayayım. Bu şartlar altında en iyi seçenek örgü örmek olacak. Pinterest’te görüp bir heyecanla başladığım ama aylardır örmeyi bitiremediğim örgümü aldım elime.

Örgümü örerken bir taraftan da içeriye kulak kabartıyorum. İçeriden gelen seslere dayanarak yaptığım analizlere göre sakin bir maç oluyor. Bu saatler de benim için zaman öylesine yavaş akıyor ki bilim adamları eve gelse beni denek olarak kullanıp Einstein'ın izafiyet teorisini kanıtlayabilirler.

Çayımı tazelemek için mutfağa yöneldiğimde saate göre otuz beş dakika, bana göre otuz beş yıl geçmişti. Maçın ilk yarısı bitmek üzereydi sanırım. Salonun kapısından içeriye çaktırmadan bir göz attım. Ekrana öyle bir kilitlenmişlerdi ki oracıkta düşüp bayılsam ancak maç bittikten sonra fark edilirdim. Su bardakları masanın üzerine yerleştirdiğimiz şekliyle duruyor. Kardeşim sağ elini sıkıca yumruk yapmış, gözünü kırpmadan ekranı takip ediyor. Bu da kardeşimin totemiydi, maçı izlerken sağ elini yumruk yapmazsa takımın maçı kaybedeceğine canı gönülden inanıyordu. Bunların bu saçma sapan hallerini daha fazla görmeye tahammül edemiyorum, örgümün başına geri döneyim ben.

Kazağımdan üç sıra daha örmüştüm ki ilk yarı bitmiş. İki takım da gol atamamış, durum şu an için berabere. Çok iyi bir sonuç sayılmaz ama kavga dövüş de çıkarmaz. Şampiyonluk için en az bir gol atıp kazanmaları mı gerekiyormuş, kazanmasalar olur ama gol mü atmaları gerekiyormuş, puan mı alacaklarmış, öyle bir şeyler söyleyip duruyorlardı. Her neyse, inşallah ne gerekiyorsa o olur da atlatırız şu günü.

Mola, şen şakraklıkla ölüm sessizliği arasında geçti ve ikinci yarı başladı. Benim de gergin bekleyişlerim had safhaya ulaştı. Ne oluyorsa hep şu ikinci yarıda oluyor zaten. Sona yaklaştıkça ortam iyice geriliyor. İçeriden gelen sesler de bunun kanıtı. Bir coşuyorlar, bir duruluyorlar. “Hadi be” ile “Tüh be” arasında ilerliyor zaman. Sanırım büyük sona yaklaşmak üzereyiz. Maç böyle biterse bozguna uğrayıp savaştan dönmüş asker taburu ile ne yapacağımı kara kara düşünüyorum. Merakıma yenik düşüp, çayımı tazeleyeceğim bahanesiyle bardağımı kaptığım gibi salonun önünde belirdim. Maçın son dakikaları, bizimkiler ekrana kilitlenmişler. Kayınım televizyonun dibine kadar sokulmuş ve “sana güveniyorum” diye bağırıyor. Futbolcunun biri rakip takımın kalesine doğru ilerlerken ona doğru yaklaşıp “sana güveniyorum” derse, futbolcu onun olumlu enerjisini hissediyormuş. Kayınım da bu ritüelin futbolcunun gol atmasına katkı sağladığına yürekten inanıyor, bu da onun totemi. Spikerin iyice yükselen sesiyle irkildim, çay bardağı elimden düştü.

- Şaaaaaaaaak

- Gooooooool

“Ay inşallah bardağı düşürmem de totem olmaz ya…”