Güve

Beyza Betül Özcan

Kelimeler : Yumruk Güven Takım

Not: Ek Zorluğu Kullanmadım.

GÜVE

Yürüyorsun çocukluğunun sokaklarında. Kulağındaki sala sesinin yaralarını bir kez daha kanatmasına izin veriyorsun. Bu kez ölen annen ya da baban değil. Çok da umrunda değil aslında kimin öldüğü. Sen kendi cenazene ağlıyorsun. Gözlerinden akan yaşlara engel olamıyorsun. Şifa umduğun bu yolculuk sana şifayı getirmiyor. Buna hazır değilim diyorsun. Üzerinden seneler geçmesine rağmen. Bırak mezarlarını ziyaret etmeyi, doğup büyüdüğün eve dahi yaklaşmaya cesaret edemiyorsun. Yolları değiştiriyorsun ama ayakların seni yine aynı yöne sevk ediyor. En son bacasını görüyorsun evin. Yolun öteki tarafındaki göl yok artık. Takır takır kurumuş. Gölü değil, senin anılarını kurutan küresel ısınmaya küfrediyorsun. Derin bir nefes alıp veriyorsun. Ömür bu işte, diyorsun, bir nefeslik sızı. Ayakların zorluyor seni. Olmaz diyorsun, şimdi değil. Bir acı hissediyorsun avucunda. Ellerine bakıyorsun sımsıkı yumruk. Öyle bir sıkmışsın ki tırnakların geçmiş deriye. Tıpkı küçükken olduğu gibi. Bir türlü bırakamıyorsun bu alışkanlığını. Kendini ne zaman dağılmış, kaybolmuş hatta kimsesiz hissetsen kenetleniyor parmakların. Sesin çıkmıyor ama hırçınlığın avucunu yakıyor. Alevden bir yumruk oluyor sanki parmakların. Yaktıkça kavuruyor seni. Yüreğindeki yangın önce avucuna sonra tüm vücuduna dağılıyor. Bir açsan avucunu rahatlayacaksın. Belki sönmeyecek içindeki yangın ama serinleyeceksin. Ne demişti doktor aç kapa aç kapa.

O günden sonra biraz olsun kendini toparlıyorsun. Artık arka odaya girmeye cesaretin var. Kolileri açtıkça sanki anı defterinin sayfaları aralanıyor. Annenden kalan kenarı yaldızlı yemek takımı, masa örtüleri. Su takımları, fincan takımları, çatal bıçak takımları, nevresim takımları. Takımlar üstüne üstüne geliyor. O an tüm takımları bozmak geliyor içinden. Hatta hiç görmediğin takım yıldızlarına bile gıcık oluyorsun. Sonra derin bir nefes alıp başka bir kutuyu açıyorsun. Bu kez babanın bayram için hazırlattığı ama giymek nasip olmayan takım elbisesi karşılıyor seni. Yıllardır kimselere vermeye kıyamamıştın. Ceketinin cebine güve düşmüş. Bu kez güveye küfrediyorsun. Yemiş de yemiş kancık. Çürütmüş cebin içini. Ceketi silkeliyorsun ve naftalinle dolduruyorsun cebini. Sonra diğer takımlar gibi onu da güzel bir yere kaldırıyorsun. Akşama güzel bir sofra hazırlayayım, Selin’i de çağırayım diyorsun içinden. Takımlar boşa gitmesin. Bu fikir yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşturuyor.

Öncesinde gitmen gereken bir yer var; Selin’in tavsiye ettiği doktor hanım. Doktora gitmek için kalkıp hızlıca hazırlanıyorsun. Kapının girişindeki aynanın kenarında asılı olan şala takılıyor gözün. Her sabah olduğu gibi bu sabah da anneni selamlayıp öyle çıkıyorsun evden. Daha apartmanının kapısından çıkmadan koşarak dönüp şalı alıyorsun. Bugün değilse ne zaman, diyorsun. İlk gelen otobüse binip üç durak erken iniyorsun. Yürümek iyi gelir diyerek kendini caddeye atıyorsun. Rüzgâr hafif hafif yüzünü okşuyor, annenin şalı usul usul dalgalanıyor boynunda. Kendini uzun bir aradan sonra ilk defa bu kadar güvende hissediyorsun. Annenin varlığı belki de ilk kez güven veriyor sana.

Doktorun karşısındaki koltuğa oturuyorsun çekinerek. Duruşundan rahatsız olduğun belli. Kendini bu odada güvende hissetmiyorsun. Anlatın sizi dinliyorum, diyor doktor hanım. Yutkunuyorsun, boğazın takır takır kuruyor. Kalbin hızlı hızlı atmaya başlıyor. Ellerine bakıyorsun, ateşten bir yumruk. Derin bir nefes alıp avucunu açıyorsun. İşte şimdi doğduğun evdesin. Annen somyada oturuyor. Ağzında babandan kaçırdığı sigarası. Uzaklardaki göle bakarak tüttürüyor. Sigarayı bıraktığı anlarda da yarım ağız türkü mırıldanıyor. Telefon çalıyor, ilk koşan sen oluyorsun. Baban bu gece gelemeyeceğini söylüyor. Tamam diyorsun sessizce. Sen kendini bildin bileli baban bir var bir yok. Tır şoförlüğü böyledir kızım, diyor baban. Evde olduğu nadir anlarda seni dizine yatırıp, saçlarını okşayıp yol hikâyelerini anlatıyor. Ne taşıyor babanız? Hı? Efendim ne dediniz? Babanız ne taşıyordu diye sordum, diyor doktor hanım. Oyuncak diyorsun. Oyuncak taşıyordu babam. Devam ediyorsun anlatmaya. Annen sigarasını bitirmiş. Bana olta takımımı getir, diyor. Koşarak kilerdeki olta takımını getiriyorsun. Beraber göle doğru yürüyorsunuz. Baban olmadığı zamanlar annen hep balığa çıkar. Bir nevi kaçış gibidir onun için. Her seferinde yanında seni götürmez. Götürmediği zamanlarda da; kapıyı üzerinden kilitler baban ararsa da; balığa gittiğimi söyleme, diye tembihler. Sen de ne kadar can atsan da evde kalırsın. Parmaklarını yumruk yapman o zamanlardan kalmış. Bu kez seni yanında götürüyor şaşırıyorsun ama mutlusun da. Babanla gelmiştiniz en son. Sen seviyorsun diye gölün etrafından çakıl taşları toplamıştınız beraber. Eve dönünce de onları bir kavanoza koymuştun. Annenle beraber çakıl taşlı yollardan geçiyorsunuz. Rüzgâr şiddetini artırıyor. Annen elinde oltası ve kovası hızlı adımlarla göle yaklaşıyor. Çekinerek; birazdan fırtına çıkabilir gitsek mi,diyorsun. Annen oralı olmuyor. Oltasını bir hışımla fırlatıyor. Kayalığa denk geliyor. Git de kancayı kurtar diyor sana. Kıyafetlerinle suya atlıyorsun. Kancanın ucunu bulamıyorsun. Derinlere indikçe iniyorsun. Bir ara ayağın yosunlu taşa basıyor. Sırtüstü düşüyorsun. Boğulacak gibi oluyorsun. Bağırmak istiyorsun sesin çıkmıyor. Anne diyorsun içinden, anne kurtar. Babanın öğrettikleri geliyor aklına. Panik yaparsan iyice dibe batarsın demişti. Ellerine bakıyorsun alevden bir yumruk. Su bile serinletmiyor içindeki ateşi. Dualar ediyorsun içinden. Yalnızlık demirden bir zırh gibi sarıp sarmalıyor seni. Bu kez beşten geriye doğru sayıyorsun. Biraz uğraştıktan sonra şans eseri sudan çıkıyorsun. Kancayı neden kurtarmadın, diyor annen. Az kalsın boğulacaktım ne kancası diye bağırıyorsun annene. Keşke hiç çıkmasaydın sudan, diye mırıldandığını duyuyorsun. Annenin; bu hayatta babana bile güvenmeyeceksin, sözü geliyor aklına. Bu kez şaka yapmıyor. Ağlayarak eve koşuyorsun. Güven kelimesi daha o yaşta siliniyor lügatından. Demek annene bile güvenmeyeceksin diye mırıldanıyorsun. Doktorun gözleri ellerine takılıyor. Yine yumruk yapmışsın. Açtığında dökülüyor babandan kalma çakıl taşları. Bu kez parmakların değil yüreğin sızlıyor. Özlüyorsun onu ama sesin soluğun çıkmıyor. Şu hayatta belki de güvenebileceğin tek insanı da annen ile balığa çıktığın akşam kaybediyorsun. Ertesi gün kapıya jandarma geliyor. Tır diyor, uçurumdan aşağı devrilmiş. Başınız sağolsun. O an babanı değil etrafa dağılan oyuncakları düşünüyorsun. Hayallerini zorluyorsun. Hiç görmediğin bebekler,arabalar,yapbozlar, ayıcıklar,rengârenk toplar. Babanı da son kez musalla taşında görüyorsun. Yanında çakıl taşlarını koyduğun kavanoz var. Kabrine serpiyorsun en son.

Annenizin adı neydi, diyor doktor hanım. Anımsayamıyorsun bir süre. Bir çeşit trans halindesin. Doktor seni zorlamıyor. Önündeki hasta dosyasından bilgilerine bakıyor. Yelda’ymış annenin adı. Annenin nasıl öldüğünü soruyor bu kez. Annenin nasıl öldüğünü hatırlamıyorsun.Tavana takılıyor gözlerin. Orada bir güve görüyorsun. Hava kararıyor. Bu kez annenin silüeti beliriyor tavanda. Güve gittikçe büyüyor. Annenin silüeti de büyüyor. Annenin yüzünü güvede görüyorsun. Şimdi her yer annen. Her duvar onun sana duruşu. Soğuk soğuk terliyorsun. Yumruğunu sıkıyorsun. Tırnakların kanatıyor avuçlarını. Kenarı yaldızlı yemek takımları uçuşuyor odada. Sofralar kuruluyor kaldırılıyor. Misafirler geliyor yatıya. Annenin çeyizin için hazırladığı nevresim ve pike takımları asıl sahiplerini buluyor. Annenin silüeti sana doğru yaklaşıyor. Büyüdükçe büyüyor gözleri. Sesini çıkarmak istiyorsun ancak soluğun kesiliyor. Gece bir vantuz gibi seni içine çekiyor. Ona kadar sayıyorsun içinden. Dudaklarında yarım yamalak öğrendiğin dualar. Annen ağzındaki sigarasını yumruğunun üzerinde söndürüyor. Bu hayatta diyor bu hayatta annene bile güvenmeyeceksin! Gözlerinden bir damla yaş süzülüyor yanağına. Doktorun sesi ile irkiliyorsun. Bugünlük bu kadar yeter isterseniz bir sonraki seansta devam edelim, diyor. Yumruğunu açıyorsun bu kez kendi evindesin. Telefon çalıyor. Arayan Selin. İlk seansın nasıl geçtiğini soruyor. Telefonda olmaz, diyorsun sen en iyisi mi bu akşam bana yemeğe gel. Saati sözleşip telefonu kapatıyorsunuz. Üzerini çıkarıp masayı hazırlamak için arka odaya doğru yol alıyorsun.