Kelimeler: zaman, şişe, mezun.
Ek zorluk: Üç kelimeyle konuşma yazma. Diyalog değil. “Dedi, söyledi, öfkeyle, gülerek” gibi ifadeler olmayacak. Kişi sayısında kısıt yok. Ya da mekânda.
BİR Kİ DENEME KAYIT
- Şu sineği Allah’ını seven yakalasın. At mı sandı n’aptı beni.
- Çıkar birazdan, huysuzlanıp durma. Pencere açık. Süha ve sineği bırakalım da konuya geri dönelim. Zamanın her yerde aynı olduğunu iddia ediyorsun öyle mi?
- Değil mi? Aynı işte.
- Sen öyle olmadığını düşünüyorsun galiba. Buna dair bir kanıtın var mı yoksa yine geçen toplantımızda yaptığın gibi susacak mısın Halit?
- Yok, bu toplantımızda susmak yok. Kurgu buna izin vermiyor hem. Susamam.
- Ne kurgusu yahu? Şimdi de yazar mı oldun?
- Olur bu olur. Şuna bak, şundaki asil çehreye bak breh breh breh!
- Dalga geçme. Mezunu olduğum bölümde çalışamıyorum ki bir de yazmakla çizmekle uğraşsam. Edebiyat hem bir can sıkıntısından başka nedir?
- Haydaa, bölümüme laf ettirmem arkadaş! Ne can sıkıntısı?
- Doğru söylüyor valla, edebiyat bir can sıkıntısıdır. Baksana edebiyat hocalarına, hepsinin canı sıkılmış gibi duruyorlar ha ha ha ha. Hem söyle Süha, edebiyat için bunca acıya değer mi? Rahat bırakın kendinizi de kahramanlarınızı da.
- Şimdi sana Nef’î’den bir ok fırlatırdım ama neyse.
- Tamam yahu bırakın şimdi. Konumuza dönelim. Zaman her yerde aynı değildir. Hatta aynı yerdeki kişiler için bile aynı akmaz.
- Dur, ses kaydını açmadım. Süha yaklaş oğlum yanımıza, kayıtta ses derinden geliyor.
- Yaklaştık birader yaklaştık. Hadi başlayalım. Açılışı yap Halit, başla bakalım. Neymiş aynı olmayan?
- Oğlum bu şişe de ne? İçine bir de sinek koymuşsun. Püü midem bulandı.
- Ben buna felsefe okuma dedim. Bak at sineğiyle geziyor. Yanlış anlamış o sözü bu. Aman da Sokrat mı olacakmış bu büyüyünce? Zaten başımdan da şu sinek ayrılmadı bir türlü.
- Bırakın gırgırı. Kayıt ilerliyor. Şimdi zaman şu sineğe ve bize eşit mi işliyor, onu deyin.
- Valla ben sinekle müsavi değilim arkadaş. Bu konu baştan kapandı bile.
- Ben değilim mi? Biz değiliz de bari. Bizim at sineğine benzer bir yerimiz mi var?
- Durun yahu. Herkes kendi şartlarında değerlendirilsin. Sinek bu şişede hapis. Biz bu odada mecburi bir durumda değiliz. Nasıl olacak o zaman? Onun şu şişenin duvarlarına kendini çarpıp durduğu anlarla aynı zamanı mı yaşıyoruz biz?
- O değil de ölecek la zavallı. Bırak aç şu kapağı çıksın gitsin. Tamam sen haklısın, eşit değil tamam hadi sal.
- Süha Efendi yine şiire gazele bağladı. Ölmez öyle hemen de bu mesele biraz kafa karıştırıcı.
- Madem başımıza bu konuyu ben açtım, ben başlatayım. Üniversiteye başlayacağım yılın yazında bizimkilerle bir tarlada ırgatlık ettik. Yazın en sıcak zamanları. Kafa, beyin su gibi kaynıyor. Sabah namazından sonra bir başlıyoruz, taa akşam altıya kadar. Kâhya da bir vicdansız ki nefes aldırmıyor bize.
- Tam Yaşar Kemal hikâyeleri gibi haa, anlat anlat sevdim.
- Al, oğlan acıklı bir şey anlatıyor, bu yok hikâye mikâye. Tuuh!
- Neyse durun tamam. Biz harıl harıl çalışıyoruz ama tarlanın sahibi adam ve karısı gölgede keyif çatıyor. Eh onda bir şey yok, parasını verdiler kendileri eziyete girmiyorlar, haklılar.
- Vay vicdansızlar, bari evlerinde dursalardı da millete eziyet eder gibi keyif çatmasalardı.
- İsmet sus sus, komünüs mü olacan başımıza ha ha ha. Sus da anlatsın.
- Kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi!
- Otur Allah aşkına İsmet tamam otur.
- Birden yükseldim, özür dilerim.
- Devam et abi sen. Güya edebiyatla dalga geçiyor kendisi şiir miir.
- Neyse işte. Bizim ter tabanlarımızdan çıkıyor, paydos vakti bir türlü gelmiyor. Baktım tarla sahibinin eşi birden ayaklandı. Demez mi bize duyura duyura: “Aaay geç kaldım geç! Saat ne çabuk on iki oldu?”
- Yok benim elimden şimdi bir kaza çıkacak, yok dayanamıyorum. Vay sen kadın olmasaydın gösterirdim ben gününü!
- İsmet aloo İsmet ne gün göstermesi? Geçmiş gitmiş zamanı anlatıyorum, kimi bulacaksın da döveceksin? Dur anlatayım aaa.
- Bu lisede de böyleydi. Ancak hır gür. Edebiyat okusa böyle mi olurdu? Az incelik öğrenirdin incelik.
- Süha başlatma şimdi edebiyatından. Yani başlatmayabilir misin canım kardeşim?
- Şu çaylarınızı için Allah aşkına da anlatıp kurtulayım ya. İşim var. O zaman dank etti. Bu zaman denilen şey herkes için aynı olamaz. Farklı yerlerde aynı anda akan ortak bir şey olamaz bu zaman.
- Nefis.
- Hakikaten nefis olmuş çay. Sen mi demledin Halit? Yemin ederim felsefe mezunu değil de gastronomi mezunu gibisin ha.
- Ee herif yüz yirmi kilo. Bu ne yapsın zamanı mamanı? Buna ver boğazı, yesin ha yesin. İsterse kıyamet kopsun.
- Hacivat’la Karagöz’den betersiniz arkadaş bugün. Hani entelektüel şeyler konuşacaktık? Ben bugünü iple çektim, sizin ettiğinize bakın.
- Yani sen diyorsun ki o terbiy...yani hanımefendinin içinde bulunduğu zamanla sizinki eşit değildi. Öyle mi? Yani benim işçi kardeşim orada uzun süre örselenirken hanımefendinin keyifli anları kısacık gibi oldu.
- Halit Allah’ını seversen şu işçi emek olayından çık da şişedeki sineğe gel. Yoksa Hacı Bekir’in biricik oğlu İsmet şu kapıdan komünist olarak çıkacak ha.
- Sineğe bir bakın. Şişenin içinde. Kendini çarpıp duruyor zavallı. Biz burada çayımızı içerken o orada ne hâlde. Yahu onun orada geçirdiği süreyle bizim burada geçirdiğimiz süre aynı olabilir mi hiç?
- Yani sen diyorsun ki kafesin içindeki kuşla semada kanat çırpan kuşun yaşı hiç aynı olur mu?
- Yani sen diyorsun ki dünyanın yüzünde aynı yıl yuvarlanmış iki kişiden birinin başında siyah saç kalmamışken; birinin başında tek bir beyaz saç neden bulunmaz?
- Şimdi onda genetik faktörler falan filan var da ama evet bir yönüyle kabul edilebilir.
- Ya ben zaten saatleri de anlamsız buluyorum. Hatta takvimler bile anlamsız, ucube şeyler.
- Bu İsmet’i babası evlatlıktan reddetmezse gelin yüzüme tükürün. Adam saati de, takvimi de reddetti.
- Dur Süha. Devam et İsmet, niye böyle dedin?
- Yahu neden okyanusları ölçmüyoruz kaç metreküp suyu var diye? Neden gökyüzüne metre hesabı bir hesap kesmiyoruz kaç metredir diye? Ee zaman da böyle. Ölçülebilir bir yanı yok ki. Saat, takvim bizim zırvalarımız. Her şeyi ölçmeye çalışmamızın nihai sonucu. Bu ölçümlerin alayı ticari alayı.
- Haklı olduğun yerler var. Zamana adını biz koyuyoruz. Bize anlamlı gelecek şekilde biz sınırlandırıyoruz onu.
- Öyle tabii. Bu zamana değer biçme, sınırlandırma bizim insansı zaaflarımızın bir sonucu. “Şu saatte buluşalım, bu saatte buradan çıkalım, ooo burada şu kadar zaman harcamışım.” Biz sonluluğumuzun ürküntüsünden zamana isim koymaya çalışıyoruz.
- Halit şu sineği çıkar artık şişeden. Tamam mesele anlaşıldı. Hem felsefeci hem sinek katili olma bari.
- İsmet buraya geldiğimizden beri ilk defa doğru bir şey söyledi. Sal şu zavallıyı.
- Tamam tamam hadi bırakıyorum. Hah alın işte uçtu gitti.
- Şişeyi Süha’ya ver de kendisine suluk yapsın. Boşa gitmesin nimet.
- Aman ne komik.
- Size de bazen zamanda gedik açmışsınız da oraya sığınmışsınız gibi gelmiyor mu peki? Zamanın içinde sanki küçük küçük mağaralar var da oralarda duraklamışsınız gibi.
- Bu dediğini vallahi de billahi de yaşadım arkadaş. Bizim köye gitmiştik bir yaz. Bir cuma sabahıydı. Ninemlerin evinin karşısında bir buğday ambarı var. Neyse ambarın önüne bir adam geldi oturdu. Divane bir adamcağız. Başına gelmedik kalmamış. Ona bakarken, onu düşünürken o andan koptuğumu, sanki bulunduğum anla o an arasında bir tülün olduğunu hissettim. İşte o zaman dilimden bir şiir döküldü, inanamazsınız.
- Ben şahsen inanmadım Süha.
- İnanma İsmet. Beni de inkâr et.
- Sizden Laurel’le Hardy olur, Hacivat’la Karagöz olur, Param Yok Memet ve halısı bile olur da Süha’yla İsmet olmaz. Bir de entel tartışma diye ses kaydediyoruz. Kapatın kapatın şu kaydı.
- Sen felsefeden mezun olduğundan beri çok değiştin Halit. Aforizma kura düşüne yoksa bizi beğenmiyor musun Halit?
- Beğenmiyor İsmet beğenmiyor. Söyle Halit, kalp kırıklıklarımızın üstünde daha neçe tepineceksin?
- Yahu ne beğenmemesi? Hem sizinle zaman nasıl akıyor anlamıyorum bile. Bakın bir saattir buradasınız, nasıl geçtiğini anladınız mı?
- Valla bunu sen cevaplamalısın bence. Ben çay soğudu onu düşünüyorum.
- Sühaa!
- Sinirlenme İsmet, zaman seni de beni de eskitir İsmet. Halit şu çayı ısıtalım.