Muşamba

Derya Kuru

Derya Kuru

Muşamba

_ Evvel, zaman içinde iken kalbur, saman içindeymiş.

_ Bildiğimiz kalbur mu dede?

_ He ya bildiğimiz kalbur. İki şey varmış ki değerini bilen ne az imiş.

_ Biiiiiiiiiiiiiir. İkiiii. İki şey.

_ Biri sıhhat, biri boş vakitmiş.

_ Boş vakit ne kadar büyük ki peki, bu şaşal kadar?

_ Değil.

_ Ya bu ağaç kadar?

_ Değil

_ Hmmm. O zaman bu gök kadar büyük.

_ Bu pek bilinen bir hadis imiş ama kim ne ede hadis imiş hadise imiş, laf imiş, zamanın çürüğü, tükürmüş yere, vurmuş taşa ayağını, taş neye uğradığını bilmeyen taş, yuvarlana yuvarlana bir huşun dibine vurmuş.

_ Taş gelince huşun canı acımış mı?

_ Belki biraz acımış olabilir ama taşın canı daha çok acımış.

_ Vakit, ne demek dede?

_ Bir işin zamanı demek. Neydi senin en güzel işin?

_ Dedeye su getirmek.

_ Hadi getir bakalım o zaman.

_ Kalbur saman içindedir. Kalburdan bir bir düşer vakitler. Sonra seni alıp götürürler. Bir taşın üzerine bırakırlar. Adem, su ve toprak arasından sızar. Sızan inim inim sızlar. Taş. Sızlar. Huş. Sızlar. Yer. Sızlar. Gök. Sızlar.

_ Şaşalı açınca ne yapacaktık?

_ Birazını toprağa dökecektik.

_ Döktün mü peki?

_ Döktüm.

_ Sonra ne yapacaktık?

_ Birazını da huşa dökecektik.

_ Döktün mü peki?

_ Döktüm. Sonra da tası çalkalayacaktık.

_ Öyle ya. Çalkaladın mı?

_ Çalkaladım.

_ Şaşala su doldurmadan yapman gerekenleri de yaptın mı?

_ Yaptım dede. Şaşalı çalkaladım. Bismillah dedim. İçine de parmağımı hiç değdirmedim.

_ Afferim sana.

_ Huşun canı acımış.

_ Sordun mu?

_ Sormadım ama suyu dökerken dokundum ona.

_ Ona dokununca mı anladın acıdığını?

_ Evet dede.

_ Nasıl anladın dokununca?

_ Ben ona dokununca, o da bana dokunurdu. Bu kez dokunmadı. Nasıl deseeeeem merhamet eder gibiydi dede.

_ Huş sana nasıl dokunurdu de bakalım.

_ İçime değerdi işte. Taşın ona vurduğu gibi. Hmmm. Nasıl anlatsaaaaam... O kadar kelime öğretmedin ki daha. Anlatamadım ki hem.

_ Sen mi anlatamadın. Seni şeytan seni…

_ Dede.

_ Söyle bakalım.

_ Körcamalaga’nın diğerinden büyük mavi gözü düşüme girdi akşam.

_ Korktun mu peki.

_ Biraz korktum.

_ Korkarak uyanınca ne yapıyorduk hatırlıyor musun?

_ Hatırlıyorum dede.

_ Öyle de yaptın mı peki?

_ Öyle yaptım dede. Dede.

_ De hele.

_ Rahmet yağmaya başladı. Bak burnuna da düştü. Muşambayı çıkaralım mı?

_ Daha değil. Bol yağarsa çıkarırız.

_ Dede, bol yağmaya başladı. Torbayı getireyim.

_ Getir ama iki elinle taşı.

_ Tamam dedeee.

_ Gel bakalım muşambanın altına küçük şeytan.

_ Dede.

_ Hıım.

_ Kudret’in de mi iki eli var?

_ He ya kuzum. Biri Celal, biri de Cemal olan iki eli var.

_ O yüzden mi bol yağdırıyor.

_ Bazen rahmetini bol bol, iki elinden de yani karışık yağdırır. Hem ısıtır, hem üşütür. Hem acıtır, hem şifa buldurur.

_ Dede.

_ Hıım.

_ Çok güzel kokuyor değil mi?

_ Çok güzel kokuyor torun.

_ Dede, ahiri, zamana bugün rahmet dinmeden gönderelim mi?

_ Güneş tepeye bile gelmedi daha, mezun mu olmak istiyorsun?

_ Evet dede.

_ Neden kuzucum?

_ Rahmeti dinlemek istiyorum.

_ Seni şeytan seni…

_ Madem o zamaaaann seni bugün erkenden mezun edelim.

_ Edelim dede.

_ Başlayalım mı?

_ Başlayalım.

_ Evvel,

_ Zaman içinde

_ Ahir,

_ Zamaaaaaannn i-çin-de…

_ Dede?

_ Torun.

_ Dinmedi.

_ Kudret bilir.

_ Dede?

_ He kuzum.

_ Ölümün zamanı ne vakit?

_ Kudret bilir.