Rüyasız Yorgan

Feyza Nur Çalık

Saatlerdir yoldaydık. Evden çıktığımızda gün yeni doğuyordu. Dedemin bize yıllardır anlattığı masalın başladığı yere gitmek için çok beklemiştik. Şimdi 12 yaşındayız. Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra yürümeye başladık. Bu sırada güneş tepeye yükselmişti. Biz yürüdükçe binaların boyu kısalıyordu. Bir süre sonra etrafta bina kalmadı. Dedem “çok az kaldı çocuklar” dedikten 25 dakika kadar sonra dedemin anlattığı ışıklı tabelayı gördük. Tabi şimdi ışıkları yoktu kirliydi ama yine de yolun başından görünüyordu. BATTANİYE TOPLAMA MERKEZİ. Bina benim yirmi katım kadardı. Hem uzun hem genişti. Dökülmeye yüz tutmuş dış cephe boyası beyazdan griye dönmüş pencereleri sökülmüştü. Binanın etrafında bir süre dolaştık. Tabelanın altında çok büyük demir bir kapı vardı. Kapının açık olmayacağını bile bile itmeyi denedik. Kapalıydı. Girişin kapısının karşısında bir kaldırıma oturduk dedemle. Dedem başladı anlatmaya:

“Yıllar yıllar önceydi. Dünya eskisinden daha hızlı dönmeye yeni başlıyordu. Artık kimse yapması gereken işe yetişemiyordu. O yıllarda uzmanlar bu sorunu ortadan kaldırmak için bir çözüm arayışına girdiler. Kısa bir süre sonra çözüm bulundu. Uykusuzluk hapı. Evet çözüm bu kadar basitti işte. Uzmanlar hapı bulup bir iki denemeden sonra satışa açtı. İnsanlar bu problemin çözümünün tek hapa bağlı olmasına öylesine sevindiler ki kullanma kılavuzunu ve yan etkilerini okumadan uykusuzluk hapını tüketmeye başladılar. Bu yeni çözüm kısa sürede etkisini gösterdi. İnsanlar gün geçtikçe daha az uyumaya başladılar. Bu durum ülke ekonomisini de yükseltti. Günün çok küçük bir kısmında uyuyup geri kalanında enerjik olan insanlar daha çok sosyalleşmeye başladı. Artık geceleri işlek olan mekanlar yalnızca gece kulüpleri ve sabahçı kahveleri değildi. Çay bahçeleri, çocuk parkları, marketler, mağazalar… her yer her an insanla dolu olmaya başlamıştı. İnternet alışverişleri zirveyi yaşıyordu. Daha çok sosyalleşen insan daha çok ihtiyaç (!) duyuyordu. Zamanla pijama nostaljik bir kıyafete dönüştü. Ülkede battaniye, yorgan ve yastıklar geri dönüştürülmesi için toplanmaya başladı. Toplanıp şehrin en uzak köşesine bırakılıyordu battaniyeler.

Battaniye toplama seferberliği çıktığında 12 yaşında küçük bir çocuktum. Apartman sahanlıklarında, otoparklarda battaniyeme sarılır uyurdum. Yine böyle bir gündü. İnsanlar evlerinden çıkardıkları battaniyeleri sokağa yığıyor. Belediyenin battaniye toplama aracı da onları alıp buraya getiriyordu. Birçok battaniyeyi bir arada görünce battaniyeme sarınıp kendimi ortalarına atmış uykuya dalmıştım. Görevliler yığının içindeki beni fark etmemiş, diğerleriyle birlikte battaniye toplama merkezine getirmişlerdi. Uyandığımda bir battaniye yığınının üzerindeydim. Kendi battaniyem yoktu. Etrafıma baktım her yeri aradım. Bulamadım. Kafam çok karışmıştı. Buraya nasıl gelmiştim? Burası neresiydi? Nasıl oluyordu da buraya gelene kadar uyanmamıştım? Battaniyem neredeydi? Aval aval etrafıma bakmanın bir çaresi olmadığını anlayınca yığının üzerinden yere inip dışarıya çıkan devasa kapıyı buldum. Binanın üzerinde büyük ışıklı bir tabela vardı. BATTANİYE TOPLAMA MERKEZİ. İşte tamda senin şu an da oturduğun kaldırıma çökmüş gördüklerime inanamıyordum.

O günden sonra burada kalıp battaniyemi bulmayı kafama koymuştum. Eh gidecek başka bir yerim de yoktu açıkçası. Yıllarca burada çalıştım. Gelen battaniyeleri sınıflandırıp bölümlere ayırıyorduk. Renklerine ve desenlerine göre ayırdığımız günlerden biriydi. Ben çiçek desenli battaniyeler kısmında çalışıyordum. O kadar çok battaniye vardı ki dayanamayıp üzerlerine atladım, öylece uyuya kalmışım. O gün rüyamda çok garip şeyler gördüm. Bir sürü çiçeğin olduğu bomboş bir çimenlikteydim. Tam karşımda tepesi karla kaplı bir dağ vardı. Dağın üzerinde şapka şeklinde bir bulut duruyordu. Gökyüzünde kuş sürüleri vardı. Epey bir süre orada oyalandım çiçek topladım. Oyun oynadım. Koştum. Uzun zamandır olmadığım kadar hürdüm. Sonra birden bir şeyler oldu. Gökyüzünden aşağıya küçük küçük topçuklar düşmeye başlamıştı. Dolu yağıyor sandım önce sonra baktım ki bunlar dolu değil dolu olsa erirdi. Yere düşen küçük topçuklardan birini elime aldım. Bu da ne! Bunlar ilaçtı. Neler olduğunu anlamadım. Yağmaya devam ettikçe o güzelim çimen soluklaşmaya başlamıştı. Çiçekler boyunlarını büküyordu. Çimenler çürümüştü boyları uzuyor ve durmadan artıyorlardı. O kadar çok korkmuştum ki nefes almayı unuttum. Nefes almayı bıraktığım an gökyüzünden düşen toplar yavaşladı ağır çekimde ilerliyorlardı artık. Bu da ne? Şaşırmıştım. Gökyüzüne öylece bakarken uyandım.

O günden sonra bir daha öyle bir rüya görmedim. Gördüğüm rüya zihnimde tekrarlayıp duruyordu. Bir fırsat bulup şehre inmek istiyordum. Şehre inip rüyamın ne anlama geldiğini öğrenecektim. Sonunda kitapçıya gittim. Rüya tabiri kitabı istedim.

Adam bana şaşkın şaşkın baktı:

-Rüya tabiri mi o da ne uzun zamandır bu ismi duymuyordum.

-Nasıl yani insanlar rüya gördükleri zaman anlamlarına bakmak için bu kitabı başvururlar.

-Rüya mı Sanırım çağlar öncesine dayanan bir şey bu. Uzun zamandır rüya gördüğümü hatırlamıyorum. Rüya diye bir şey olduğunu anımsıyorum. Neyse ne bizde böyle bir kitap yok çocuğum başka bir isteğin var mı?

-Hayır yok. Teşekkür ederim. Dedim.

Kitapçıdan böyle çıkmıştım. Aklım çok karışmışıktı. Kitapçı neden rüyaları bilmiyordu. İnsanlar rüya görmüyor muydu? Gelmişken biraz etrafı gezeyim dedim. En son 5 yıl önce kendime uyumak için yer ararken bu sokaklarda dolanıyordum. Sokak olması gerektiğinden fazla kalabalıktı. İnsanlar mağazalara girip çıkıyor telaş içinde yürüyorlardı. Kalabalık öylesine bunaltıcıydı ki bir an önce merkeze geri dönmek için yürümeye başladım. Yolun üzerinde duvara asılmış bir pankart gördüm. Bu benim rüyamda gördüğüm ilaçların resmiydi. Yanında “artık 22 saat etkili uykusuzluk hapı. Sınırsız eğlence ve çalışma için buna değer.” Yazıyordu. Uykusuzluk hapı mı? Rüyamda gördüğüm hapı şehrin ortasında kocaman bir duvarda görünce çok şaşırdım. Olduğum yerde kaldım. Panikle nefes almayı unuttum. Bir anda her şeyi yavaşladı. İnsanlar neredeyse yürümüyor duruyordu. Yine mi Rüyadayım diye düşündüm. Bu nasıl olabilirdi? Olmuştu işte. Ben nefesimi tuttuğum da zaman yavaşlıyordu. O gün bu gücümü fark ettim. Battaniye toplama merkezine geri dönünce neler olduğunu uzun uzun düşündüm. Merkezin en yaşlısı olan bekçiyle konuşmaya karar verdim. Ona rüya gördüğümü sonra şehre gidip bir rüya tabiri kitabı almak istediğimi anlattım. O da bana kitapçı ile aynı tepkiyi verdi.

-Nasıl yani sen rüya mı görüyorsun. dedi

-Sen Rüya görmüyor musun? diye sordum.

-Hayır rüya atalardan kalma bir efsanedir onu da nereden çıkardın?

Neler olduğunu anlamamıştım ama bekçiye şu hap meselesini sormam gerekiyordu şehirde gördüğüm duvarda asılan pankartı anlattım.

-Ya Evet öyle bir şey duydum. Yeni çıkarmışlar ama biz onu alacak parayı nereden bulacağız ki? Biz ancak 18 saatlik sınırsız enerji alabiliriz.

18 saatlik sınırsız enerji de neyin nesiydi. Günlerce şehire gidip geldim. Nefesimi tuttuğumda gerçekten zaman yavaşlıyor muydu? Birçok kez denemesini yaptım. Vakit buldukça kalabalığa karıştım. Onların hangi zamanlarda uyuduğunu, hangi zamanlarda dışarıda olduğunu öğrendim. İnsanlar gülümsemiyorlardı. Çok çalışıyor çok eğleniyorlardı (!). Onları bu haptan kurtarmak mümkün müdür? Rüyalar alemini geri getirmem gerekirdi. Eğer insanlar uyumayı yeniden severlerse rüyada görürlerdi.

Bazı geceler insanların uyuduğu bir iki saatlik dilimde nefesimi tuttum zaman yavaşladı. Şimdi bu kadar kolay anlattığıma bakma yavrum. O zaman bunu yapmam çok uzun zaman almıştı. Onlar gibi uyumamam gerekti. Uykusuzluk hapı kullanmadığım için zor olmuştu. İnsanlar uyumadıklarında duyguları köreliyor. Yalnız kalmadıkları için düşünmüyorlardı. Zaman hızla geçiyordu fakat onlar bundan hiç şikayetçi değillerdi. Sanıyorlardı ki tüm gün uyumadan vakit geçirdiklerinde zaman yavaşlayacak ve daha mutlu olacaklar. Tabi öyle olmuyordu. İnsan unutmuştu. Zamanın bitmesini neden istemediklerini unutmuşlardı. Zamanları çoğaldıkça daha çok çalışıyorlardı. Onlar uyudukça ben uykularını uzatmak yavaşlatmak için çabaladım. Yıllar sonra bir gün battaniye toplama merkezinin bekçisi yanıma gelip “Senin başına gelen rüya benim başıma da geldi.” Dedi. İnanın çocuklar duyduklarıma inanamadım. Artık uykusuzluğa daha çok dayanıp çalışmam gerekiyordu. Bazı insanlarla bireysel ilgilendim. Uyku saatlerini takip edip onlara yakın bir yerlerde bekleyerek zamanı yavaşlattım. Zamanla battaniye merkezine gelen battaniyeler azalmaya. Gece olunca sokaklar daha uzun süre boş kalmaya başladı. Rüya görmeyi hatırlayan insanlar uykusuzluk hapını kullanmayı reddetmeye başladılar. Onlar uyudukça kendilerine vakit ayırdıkça sevinçleri ve üzüntüleri de geri geldi. Geldi gelmesine de artık işsiz kalmıştım. Battaniye toplama merkezi kapandı. Sınıflandırılmış battaniyeler paketlenip halka geri yollandı. Tüm battaniyeler boşaldığında son bir kez yıllarımın geçtiği bu binayı gezerken. Merdivenlerin altında yeşil küçük bir battaniye buldum. Üzerinde kuşlar, çiçekler ve kocaman tepesi karlı bir dağ dağın üzerinde ise şapka şeklinde bir bulut vardı.. Evet bu benim rüyamda gördüğüm yerdi. Ve bu benim yıllarca sarınıp uyuduğum battaniyemdi. Peki ama ben ne zaman battaniyemi aramaktan vazgeçmiştim? Bilmiyordum. İnsanlara hatırlatmak için çabaladığım yıllarda neden burada olduğumu unutmuştum. Battaniyemi tıpkı çocukken olduğu gibi omuzlarıma alıp devasa kapıdan son kez çıktım. O günden sonra şehirde insanlarla sakin bir hayat yaşamaya başladım.”

Dedem yıllarca bize bunları anlatmıştı. Ama battaniyesini bulduğunu ilk kez anlatıyordu. Fark ettim ki daha önce hikayesini dinlerken battaniyeni buldun mu diye hiç sormamıştık. İnsan gerçekten unutuyordu.

Feyza Nur Çalıkoğlu