Adam, elindeki çizgi romanı kitaplığın koluna bıraktı ve arkasını döndü; çizgi roman on kat yukarı çıkarken o, masadaki kadına doğru yürümeye başladı. Kadın önündeki mavi ekrandan bir şeyler okuyordu, adamın sesiyle irkildi:
- Hermi! Senin gibilere önceden süper kahraman diyorlarmış biliyor musun?
- Benim gibilere derken?
- Güçlü olanlara yani, yani kahraman gücü olanlara…
- Ha! Normal olanlara yani.
- Öyle de denilebilir.
- Şey affedersiniz Doktor, sizi incitmek istemedim.
Adam gülümsedi ve kıvırcık saçlarında gezinen elini cebine götürdü, masaya yaslandı.
- Sorun yok. Artık incinmiyorum.
***
Hermi, Doktor'un becerikli, zeki, bir o kadar da güzel olan asistanıydı. Üstelik süper gücü bir yerden bir yere ışınlanmaktı, ki bu güç işe alımlarda kişiyi direkt üst sıralara çıkarır, yine de bu yüzden değil tamamen meraklı biri olmasından dolayı yanına almıştı Doktor onu. Hermi, araştırmayı seven, çağının kadınlarından biraz daha az göz yorucu giyinen, 65 yaşlarında genç bir insandı. Üstelik Uzay Dili'ni çok iyi biliyordu. Ve poz veren bakışları, buyurucu bir üslubu da yoktu. Tüm bu özellikler birleşince Doktor için ideal bir asistanı oluşturuyorlardı; yani Hermi'yi.
Hermi de tüm yirmi altıncı yüzyıl insanları gibi ebeveynlerinin daha o kuluçka makinesindeyken seçtiği süper güç ile evrene gelmişti. Birçoğu gibi Hermi'nin gücü de ailesinin ihtiyacına göre şekillenmiş. Ebeveynleri uçan araçların masrafından bunalmış ve çocuklarının ışınlanabilir olmasını dilemişler. Ve Hermi, babasının üst düzey tanıdıkları sayesinde hiç kuraya kalmadan ışınlanma özelliğini kapmış. Doktor, Hermi'ye her baktığında ne kadar da şanslı insanlar var, diye düşünürdü. Çünkü kendisi bu hayattaki tek şansını tüm evren tarafından tanınan bir profesörün oğlu olarak kullanmıştı. Milyonlarca insan arasından sadece tek bir kişi, çağı şekillendiren adamın çocuğu olacak kadar şanslıydı ve o kişi Doktor'un ta kendisiydi. Doğuştan saygın olacak kadar şanslı ancak kuluçkadayken süper gücü aktarılmayacak kadar da şanssızdı. Bu düzeni kuran adam; kuluçka makinelerini icat eden, tüm Dünya nüfusunu kahramana dönüştüren, deva bulmadığı hastalık bırakmayan ve insan yaşamını ortalama yüz elli yıla kadar çıkaran adam, kendi oğluna seçtiği süper gücün aktarımındaki aksaklığı fark edememişti. Ve oğlunu Dünya'nın en şanslı insanıyken en ilginç adamı haline getirmişti.
***
Hermi ve Doktor'un laboratuvardaki sohbet anından yaklaşık iki yüz yıl önceydi; insan ırkı yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Artan salgın hastalıklar, evrenin gerisinde kalan bilim ve teknoloji, uzaylılar ile bürokratik sorunlar sebebiyle azalan ithalat ve ihracat, topraktaki verimsizlik, kıtlık, sefalet, üstüne tamamen çöken hukuk sistemi… Saydıkça bitmeyecek bir olumsuzluk bulutu çökmüştü Dünya'nın üstüne. Zamanla uzaylıların sömürgesi haline gelmişti Dünya toprakları, büyük gezegenlerin istila etmeye tenezzül dahi etmediği bir yerdi. Ve artık insan ırkı, Birleşmiş Gezegenler'in kontrolü altında yaşayan birkaç binden ibaretti. İnsanların hayatta kalmalarının tek sebebi nesilleri tükenmesin diyeydi. Çünkü Dünya'da nesli devam eden iki-üç canlıdan biriydi onlar, nadir bulunan bir türdüler yani.
İnsanlar, Dünya'nın kahraman çağını görenler ve görmeyenler diye ikiye ayrılabilir. Ya da ayrılamaz çünkü bir de bu çağın doğumuna sebep olanlar var, eski ve yeni arasında köprü olanlar, büyük devrimi gerçekleştirenler. İşte Doktor'un çok sevgili babası bunlardan biriydi. "Profesör, batı kampında yaşayan, nesiller boyu kaçakçılık yapan zengin sayılabilecek bir aileye mensuptu. Ancak bu mesleği kavrayıp becerebilecek bir yapısı yoktu, bir kere içine kapanıktı, eline geçen tüm teknolojik aletleri kurcalayıp bir köşeye kaldırırdı. O işe yarar, bu ileride lazım olur, bununla da şu şey yapılır diye diye hep zarar ettirirdi. Bir de babasının deposundan kitap çalma huyu vardı. Bilim kurguların depoya girmesi ile kaybolması bir olurdu, klasikleri okuduktan sonra yerine koyardı ama çizgi romanlar… işte onların kokusunu kilometrelerce öteden alırdı. Kitapları, atalarının medeniyetlerini anlattıkları için severdi. Tanıştığı DVD kaçakçısı bir kız ise onun hayal gücünün sınırlarını zorlamasına sebep oldu. Depodaki eski bir bilgisayarı tamir edince DVD'lerin büyüsünü çözdü. İzledikleri, koca ekranlarda dönen Birleşmiş Gezegenler'in videolarından çok daha güzel ve etkileyici şeylerdi. Adına film diyorlardı, üstelik bazı filmlerde çizgi romanlardaki kahramanlar bile vardı." Profesör'ün hayatını konu alan kitap böyle anlatıyor büyük dehanın gençliğini, ilerleyen kısımlarda ise o kaçakçı kızla evlendiğini söylüyor, ilk eşinden birkaç cümle ile bahsediyor kitap, çocuğunu doğururken öldü diyor, çocuk ise dönemin en kötü hastalığı COD11'e yakalandığı için ölmüş. Bu olay Profesör'ün hayatının dönüm noktası olmuş, kendini atölyesine kapatmış. Sonrası bütün mucitlerin hikayesindeki ortak payda, yani vazgeçmemek. Profesör vazgeçmemiş ve Dünya'yı muhafaza edecek bir kahraman ordusunun temellerini atmış.
***
- Doktor, hiç vazgeçmeyecek misiniz?
- Neyden Hermi?
- Botanik biliminden. Sizce de bu alanda yeterince çalışmadınız mı? Bütün Dünya sizden babanızın kuluçka makinesini geliştirmenizi bekliyor. İnsanlardan her gün yüzlerce sesli mektup alıyoruz, herkes çılgınca çocuğunda olmasını istediği kahraman özelliğini anlatıyor. Klasik seçenekler artık yeterli gelmiyor.
- Neden yeterli gelmiyor anlamıyorum? Yasa tasarısı kabul edilirse artık hiçbirinin seçim hakkı kalmayacak zaten. Buna rağmen bu anlamsız ısrarları…
- Doktor farkında değilsiniz ama yasalar her özelliğin kullanımını öyle kısıtladılar ki… İnsanlar artık hiçbirinin yeterince iyi ve güçlü olmadığını düşünüyor.
- Ne düşünürlerse düşünsünler, benim işim kuluçka makinesi değil.
- Ama botanik konusunda yapacağınız her şeyi yaptınız zaten. Elinizde kuru çiçeklerden başka hiçbir şey yok. Doktor, Dünya Botaniğinin soyu tükendi, bunu kabullenmelisiniz bence.
- Sen de onlar gibi düşünüyorsun değil mi? Fanus içindeki bitkiler yetiyor sana da. Toprağımıza bile ekemediğimiz ithal çiçeklerle bir ömür geçirirsin.
- Hayır, hayır Doktor. Demek istediğim daha önemli şeyler yapabilirsiniz. Babanız kadar bilgili ve beceriklisiniz. Siz de tarihe geçebilirsiniz.
- Ben zaten tarihe geçtim Hermi, yaşayan tek sıra dışı insan olarak tarihe geçtim. Ya da sıradan mı demeliydim?
- Doktor belki KX aşısını yetişkin bireylerde de etkili olacak bir hâle getirebilirsiniz. Belki siz de bizim gibi…
- Yeter Hermi! Bu mümkün değil sen de biliyorsun.
- Hiç değilse denesey…
- Hermi!
- Peki Doktor.
- Sen gönderdiğim tezleri okudun mu?
- Papatyalarla ilgili olanı okudum. Ama ayçiçekleri hakkındakine henüz başlamadım.
- Ah! Belki de bu robot asistan fikrine daha sıcak bakmalıydım.
***
"Dünya'yı kurtarmak, söylerken çok basit bir eylem. Ama çabalarken ulaşılmaz bir düşten ibaretti." Sözüne bugün Dünya'da her yerde rastlayabilirsiniz. T-shirtlerde, çantalarda, ev eşyalarında hatta spor aletlerinin üzerinde bile karşınıza çıkabilir bu söz. Çünkü Profesör'e ait, Dünya'daki her insanı bir süper kahramana çevirme düşü ile yanıp tutuşan ve bunu başaran adama ait. Dünya'yı kurtarırken, kurtarılacak bir Dünya kaldı mı acaba diye sorgulamayan insana. Büyük ve bağımsız Dünya'yı inşa eden lidere ait. Acaba kendisi bugün Dünya'yı görseydi bu söze ve büyük düşüne yeterince sıkı sarılabilir miydi? Müthiş kahramanlar hâline getirdiği kuluçka neslini başıboş gezerken görse; Dünya'yı daha yukarı taşısınlar diye halka mal ettiği icadın insanları tembelleştirdiğini bilse belki de böyle bir yükün altına girmezdi. Evet, insanları doğuştan kahraman yapmak gezegenler arasında büyük bir statü farkı yaratıyor, düşmanlara karşı güç gösterisi sahneliyor. Ancak doğuştan gözlerinden alev çıkaran insanlar, ışınlanan, görünmez olan, ağlar atıp uçabilenler… Hepsi birer özellikten ve mensup oldukları sınıftan ibaret kalıyorlar. İsimleri, kimlikleri sanki siliniyor ve çoktan kurtarılmış bir Dünya'nın nöbet tutan kahramanları oluveriyorlar.
Profesör ısrar etmişti, halkın da süper güçleri olması gerektiğini o savunmuştu. İcadının ilk kahramanlarından kurduğu ordunun Mars'taki büyük galibiyetinden sonra askeri sınıfın, özgür halkta baskı kurmasından çekinmiş ve insan ırkından olan herkesin böyle bir güce sahip olması gerektiğini söylemişti. KX aşısı ancak cenin halindeyken DNA'da değişiklik yapabildiğinden Profesör'ün kendisi bile süper güçlerden birine sahip olamadı. Ama bu durum onun ideallerini hiç etkilemedi. Hep "en büyük süper güç insanın hayallerini gerçekleştirme cesaretidir," deyip dururdu. Bu, hayali Dünya'yı çizgi roman evrenine dönüştürmek olan biri için fazla iddialı bir söz belki de.
***
- Kahraman olmak nasıl bir duygu sence?
- Güzel bir duygu. Yani bazı yerlere ışınlanma yasağı olsa da hiç değilse akşam trafiğine takılmadan eve gidebiliyorum. Uçmaktan daha kullanışlı bir özellik.
- Sana ışınlanmak nasıl diye sormadım Hermi. Kahraman olmak, bir şeyleri kurtarabilmek nasıl bir şey bunu merak ediyorum.
- Geçenlerde evcil crupumun kuyruğunu bir tart sıçanından kurtardım. Ve evet güzel bir histi.
- Nasıl kurtardın peki?
- Bayıltıcı gaz sayesinde.
- Ya sonra...
- Crupumu kucakladım ve parktan eve ışınlandık.
- Anlıyorum.
***
Yasalar insanların peşinden gelir, hep böyle olmuştur. Görünmezler Kanunu, Uçanlar Kanunu, Işınlananlar Kanunu; Yakıcı Özelliği Olanlar, Dondurucu Özelliği Olanlar, İç Sesi Duyanlar, Dış Sesi Değiştirebilenler, Ağ Atanlar, Bukalemunlar, Elementlere Hükmedenler, Asalılar, Süpürgeliler… kanunları. Ardından gittikçe maddesi artan Ceza Kanunu… Dünya'yı özgürleştirelim derken el kol bağlayan Birleşmiş Gezegenler Yaşayan Hakları Sözleşmesi. Bunların hepsiyle birlikte bürokratların daha mutlu ve daha adil bir düzen vaad eden sözleri… Velhasıl kahraman olacağız derken süper gücü elinde patlayan insan ırkı, kendi zincirlerini peşinden sürükleyip durmuş. Alışkanlıklarının ve ait oldukları sınıfların getirdiği rahatlık; süper kelimesini sıradan, güç kelimesini ise fiziksel özellikten ibaret bir hâle getirmiş. Geçmişteki bütün sebepler ve sonuçlar, bugünü, yani kurtarılmış Dünya'yı ve kurtarmanın ne demek olduğunu bilmeyen kahramanları oluşturmuş. Peki ya sonra, sonra mı ne olmuş? Hiçbir şey değişmemiş. Profesör haklıymış, en büyük süper güç hayalleri gerçekleştirme cesaretiymiş. Hayalleri olmayan kahramanların diyarında kimse yeteri kadar güçlü değilmiş, kimse yeteri kadar mutlu değilmiş.
***
- Daha ne kadar kalacaksın Doktor?
- Sen çıkabilirsin Hermi, benim biraz daha işim var.
- Peki.
Doktor, Hermi laboratuvardan ışınlanana kadar masasında bekledi. Sonra laboratuvarın ışıklarını kapattı ve kimse içeri ışınlanamasın diye kilitli moda aldı binayı. Gözlüğündeki karanlık görüşü aktif hâle getirdi ve kütüphaneye girdi. İki numaralı kitaplığın yanındaki talep kısmında onuncu kat Sandman Sisler Mevsimi'ni işaretledi. Kitaplığın kolu çizgi romanı alıp Doktor'un eline bıraktı. Doktor kitabın ilk sayfasını açtı ve arasındaki henüz kurumamış papatyayı okşadı. Çiçeği burnuna götürdü, kokusunu içine çekti. Bu papatyayı dün gittiği ikibinyirmibir yılındaki bir ormandan getirmişti. Biraz daha kokladı, keşke Hermi'ye de gösterebilseydim diye düşündü. Keşke tüm Dünya'ya, tüm evrene gösterebilseydim bunu, dedi. Ama hiç kimseyi kuru çiçeklerin bir anda canlandığına inandıramazdı. Ezkaza bir zaman makinesi icat ettim dese, direkt idam edilirdi. Ki bu da makinenin bürokratların eline geçtiğini görmemesi için en iyi ihtimaldi.
Çiçeği kitabın arasına koydu. Ve çizgi romanı kitaplığın koluna bıraktı. Sağ cebindeki kağıt defterini çıkardı. Not almaya başladı; "Tarih 11.11.2505, zaman makinesi ile 5. sefer, gidilecek yer 2021 Türkiye'si, aranan bitki ayçiçeği," yazdı. Ve defteri tekrar cebine attı. Gidip yedek giysilerini yerleştirdiği dolabı parmak izi ile açtı, içine girdi ve kapağını kapattı.
***
Aradığı ayçiçeğini bulmuştu. Tohumlarının yenilebilir olduğunu duyduğundan onlardan biraz fazla aldı. Ayçiçek tarlasının kenarındaki papatyalar gözüne çarptı, dayanamayıp bir tanesini kopardı. Ve geri dönüş için dolaba girdi. O esnada uzun zamandır aklında dolaşan ancak bir türlü yapmaya yeltenemediği şeye cesaret etti. O güne gitmeye… Kendisi henüz kuluçka makinesinde ceninken KX aşılamasının yapıldığı, ama başarısız olduğu o güne gitmek istedi. Hep merak etmişti. Ne oldu da aşılamada aksaklık oldu, ne oldu da en ufak bir doğaüstü güçten bile mahrum kaldı diye hep merak etmişti. Makinenin ayarlarını yaptı ve bekledi. Motorlar devreye girdi. Sesler yükseldi sonra da alçaldı, motorlar kapandı. Tekrar denedi ama makine hareket etmedi. Önce makinenin arıza yaptığını düşündü, kontrol etti, bir aksaklık göremedi. Belki de başka bir zamana gitmeyi denemeliyim dedi. Ayarlar kısmına doğduğu tarihi yazdı: 03.05.2415.
Babasının evindeydi, çocukluğunun geçtiği evdeydi. Dolabın görünmezliğini aktif hâle getirdi. Kalbi gümlemeye başlamıştı, ölen babasını göreceği için mi yoksa kendi bebekliğiyle karşılaşacağı için mi bu kadar heyecanlandı bilemedi. Anne ve babasının odasına doğru yürümeye başladı. Kapı aralıktı. İçeri girdi. Ama içeri girdiğini kimse fark etmedi. Herkes üzerinde papatyalar işli mavi bir battaniyeye sarılı bebekle ilgileniyordu. Bebek babasının kucağındaydı, annesi köşede oturuyordu ve hiç de mutlu görünmüyordu. Babasının asistanı Roby ve dadısı Minerva da bebeğe bakıp gülücükler saçıyordu. Roby "çok şaşırtıcı, gayet sağlıklı görünüyor," dedi. Minerva "onu neyle besleyeceğiz," diye sordu. Babası "normal bebekleri neyle besliyorsanız bunu da öyle," dedi. Sonra bebeği alıp annesine verdi, kadın zoraki gülümsedi ve battaniyeyi Profesör'e uzattı ve "o kadından kalma göreceğim tek şey bu çocuk," dedi. Profesör kafasını salladı kapıya doğru döndü. Doktor'la göz göze geldiler, kaşlarını çattı, "sen kimsin," diye sordu. Doktor afalladı; "şey… şey ben…" diye ağzında bir şeyler geveledi. Profesör "seni Wulfric mi gönderdi," dedi. Doktor telaşla "evet, evet efendim," dedi, Wulfric'in kim olduğunu bilmiyordu.
Profesör, Doktor'un omzundan tuttu ve "benimle gel," diyerek dışarı çıkardı onu, koridora çıktıklarında şaşkınlıkla bakan adamın kulağına eğildi ve "yanlış yerdesin evlat" dedi. Doktor'un her geçen saniye şaşkınlığı katlanıyordu. Hiçbir cevap veremedi, doğru yer neresi diye soramadı. Sadece bakmaya devam etti, Profesör gülümsedi ve hâlâ elinde tuttuğu battaniyeyi Doktor'un avuçlarına bıraktı. "Sıfırüçsıfırbeşikibinikiyüzdoksandokuz batı kampı," dedi. Doktor'un gözlerindeki hayret yerini iki damla yaşa bıraktı. Profesör "Hadi git," dedi.
Doktor dolabına koştu, nefes nefese kalmıştı, elindeki mavi battaniyeye bakıp babasının söylediklerini tekrarladı. Ve ayarlar kısmına "03.05.2299 batı kampı" yazdı.
***
Dolap batı kampının üst sınıf mahallesinde durdu. Doktor, dedesinin tek katlı evini daha önce fotoğraflardan görmüştü ama yine de evi bulması yirmi dakikasını aldı. Eve geldiğinde kapıda bir sağa bir sola yürüyen yirmi beş yaşındaki babasını gördü. Babasına fark ettirmeden arka duvarın dibine geçti. Kafasındaki sesleri susturmaya çalıştı. Saniyeler içinde bulunduğu anın sesleri doldurdu kulağını. Yaslandığı duvardaki pencereden bir kadının acı içinde inlemesini duyuyordu. Pencereye yöneldi ve içeri baktı. Kadının kucağında şu an sağ elinde sıkıca tuttuğu battaniyeye sarılı bir bebek vardı. Karşısındaysa bir adam…
Yüz on beş yaşındaki Profesör'dü bu. Üzerindekiler, Doktor'un az önce yanından ayrıldığı gündeki giysileriydi. Gözlerinin içine bakıp "hadi git," diyen adam, aynı kılıkta ama başka bir zamanda karşısına çıkmıştı. Kapının önünde telaşla bekleyen genç adamınsa hiçbir şeyden haberi yoktu. Doktor bütün dikkatini içerideki konuşmaya verdi. Profesör "başka şansımız yok Lilly onu götürmek zorundayım," dedi. Kadın kolları arasındaki bebeği bırakmadı. Adam "eğer onu götürmezsem burada ölecek," dedi. "Anla beni, onun ve Dünya'nın bir şansa daha ihtiyacı var. Benim hatalarımı ancak o telafi edebilir. " Kadın bir şeyler mırıldandı ama Doktor ne söylediğini anlamadı. Profesör ağlamaklı bir sesle "olmaz Lilly, olmaz seni götüremem," dedi. Kadın bebeğe daha sıkı sarıldı, burnunu bebeğinin alnına götürdü. Derin bir nefes aldı. Derin bir nefesi verdi. Ve öylece kaldı. Bebek ağlamaya başladı. Profesör'ün dengesi sarsıldı, yatağa düşecek gibi oldu. Sonra kendini toparladı, eğilip kadının saçlarını öptü, mavi battaniyeye sarılı bebeği kucaklayıp çıktı odadan.
Doktor, bebeğin ağlama sesi uzaklaşıp tamamen kesilene kadar yataktaki benzi solgun kadına baktı. Buradan gitmeliydi. Battaniyeyi sıkıca saran parmaklarını gevşetti, gömleğinin cebindeki papatyayı eline aldı, kokladı ve çiçeği pencerenin önüne bıraktı.