Sakın Arkana Bakma

Yasemin Çakır

Yüzüme vuran güneş ışıkları gözlerimi kapatmama neden oluyor. Büyükannemin yıllarca uğraşıp işlediği çiçek desenli yün battaniyeye sarılmış, küçük yeşil koltuğa kendimi sığdırmaya çalışıyorum. Annemin anlattığına göre büyükannem ben doğmadan çok daha önce bu battaniyeyi işlemeye başlamış. Ne yazık ki hayatımın her anında var olan, sıcaklığıyla, sevgisiyle her durumda iyi hissetmemi sağlayan bu battaniyenin asıl sahibini tanıma fırsatım olmadı. Düşüncelerimden sıyrılıp şömineden gelen, bir nefes misali nazikçe yüzüme değen sıcaklıkla kendimi uykuya bırakacakken yine o sesi duyuyorum.

‘Seni bekliyorum.’

‘Kim olduğunu bilmiyorum!’

‘Biliyorsun. Sadece hatırlamıyorsun. Düşün! Kimsin sen?’

Yine cevap vermeme fırsat vermeden gidiyor. Her seferinde ne demek istediğini anlayamadığım için kendime kızıyorum. Dediklerini yaparsam belki gider. Belki artık bu kabustan çıkabilirim.

Gözlerimi açtığımda, koltukta sızıp kalmış olduğumu fark ediyorum. Şöminedeki ateş, son nefesini verir gibi birkaç küçük hırıltı ile haber veriyor söndüğünü. Bir süre sessizliğin o huzur veren melodisini dinliyorum. Takılan plağın sesi kulak tırmalayıcı bir hal alana kadar usulca sönen ateşe bakmaya devam ediyorum. Derken bahçedeki demir kapının açıldığını duyuyorum. Kimin geldiğini görmesem de, gelenlerin anne ve babam olduğunu biliyorum.

Bunda özel bir şey yok, herkes anlar. Birileriyle birlikte yaşadığın zaman tüm sesleri beynine işler. İçeri ilk giren annem oluyor. Tahtaya basan ayakları, tahtayı incitmekten korkar gibi. Ağır ağır basıyor zemine. Hemen arkasından babam geliyor. Elinde bir şey var. Tahta her zamankinden fazla ses çıkarıyor. Bu kez bana ne getirdiler acaba? Bir çiçek, bir atkı ya da, ya da belki de istediğim o yavru köpeği sahiplenmişlerdir. Ama köpek olsaydı ses çıkarırdı. Annemin sesiyle tahminlerim yarıda kalıyor. Merakıma yenilip koşarak yanlarına gidiyorum. O an birisi daha giriyor eve. Tahtadan gelen gıcırtı tanıdık bir hal alıyor fakat tanıdığım kimse zemine bastığında bu ses çıkmıyor. O halde nasıl bu kadar iyi tanıyorum bu tınıyı?

Hızlı adımlarla yanlarına gidiyorum. Babam elinde küçük bir valiz taşıyor, gözleri dolu dolu. Annem. Annemin sesi fısıldar gibi geliyor. Ne dediğini anlayamıyorum. O an gözlerim arkalarında duran kadına kilitleniyor. Yüzü yara bere içinde. Sağ kolundan aşağı yavaşça süzülen kan dikkatimi çekiyor. Üzerindeki çamur lekelerinden giysilerinin rengini görmekte zorlanıyorum. Sonra gözlerine bakıyorum. Onun da gözlerini dikmiş bana bakıyor olduğunu fark ediyorum. Gözlerinden biri mosmor, ancak yarı açık bakabiliyor. Tüm bu rahatsız edici özelliklerine rağmen bana gülümseyerek bakıyor. Bir şey var gülümsemesinde. Tanıdık bir şey. Ağzıma gelen demir tadına anlam veremiyorum. Derken dişlerimi geçirdiğim yanağımın acısını hissetmeye başlıyorum. Yine de kafamdaki soruyu sormadan edemiyorum: ‘Bu kadın kim?’

Sorduğum soru önemsizmişcesine cevaplamadan odaya doğru ilerliyorlar. Kadın ışıldayan gözlerini ayırmadan bana bakmaya devam ediyor. Sorumu tekrarlıyorum. ‘Bu kadın kim?’

Cevap yok. Yine sessizlik kaplıyor her tarafı. Babam yanımdan geçip gidiyor. Annem kadını uyuduğum yeşil koltuğa yöneltiyor. Koltuğun üzerine bıraktığım battaniyeyi görür görmez kadın aniden annemin koluna tutunuyor. Sanki dengede kalamıyor gibi. Babam yeniden içeri giriyor, kollarında odunlar. Şömineye doğru ilerliyor. Annem, dokunsa kırılacak bir çiçek misali nazikçe kadının koltuğa oturmasına yardım ediyor. Ateşin sıcaklığı tüm odayı sarıyor. İçimden bir ses tam o anda soruma yanıt verebileceklerini söylüyor. Bir umut sorumu yineliyorum. ‘Bu kadın kim?’

Babam derin bir nefes alıyor, annemin açıklamasını ister gibi ona bakıyor. Annem onaylarcasına kafasını bir aşağı bir yukarı sallıyor.

‘Büyükannen…’

‘Ama öldü demiştiniz. Niye böyle bir yalan söyleyesiniz ki?’

‘Öyle gerekti.’ diyerek babam soracağım diğer soruların önüne geçiyor.

Kadın birkaç saat sonra tıpkı benim yaptığım gibi, kendisini uykuya teslim ediyor.

Birkaç saat ya uyuyor ya da uyumuyor. Hala yanında olduğumu görünce şaşırıyor. Gözleri anne ve babamı arıyor.

‘Mutfaktalar. Akşam yemeği için bir şeyler hazırlıyorlar. Ne seversin bilmiyorum. İstediğin bir şey varsa gidip söyleyebilirim.’

Gülümseyerek ‘hayır’ diyor.

‘Tıpkı onun gibisin.’

‘Kim gibi?’

‘Teyzen.’

‘Benim teyzem yok ki.’

Sessizlik.

Annem haber vermek için içeri geliyor. Kadının -büyükannemin- benimle konuşması onu endişelendirmiş gibi görünüyor. Bu kadar endişeleniyorsa onu niye bir anda ortaya çıkardılar?

Akşam yemeğinden sonra evdeki sessizliğin ağırlığına daha fazla dayanamayıp kendimi dışarı atıyorum. Kuşlar efil efil esen rüzgarın müziği eşliğinde şarkılarını söylüyor, yapraklar nazlı nazlı düşerken danslarını sergiliyorlar. Derken ay gururlu bir şekilde gökyüzünde beliriyor. Ayak seslerini duyuyorum. Kadın yanıma gelip bir süre sadece etrafa bakıyor. Kafamda kurduğum cümleleri söylemeye başlayana kadar öylece dikiliyor ayakta.

‘Doğadaki ritmi herkes fark edemez. Durup bakmazlar çoğu zaman. Sense sadece doğaya bakıyorsun. Çiçeklere, düşen yapraklara, çıkan tomurcuklara, rüzgara, kuşlara… Sen doğayla büyüyorsun. Onları sen büyütüyorsun.’

Söylediklerine anlam vermeye çalışıyorum. Belki de delidir. Bir hastanede tedavi görüyordu bunca zaman. Bu yüzden söylemek istememişlerdir bana. Belki kaçıyordu onu o yapan her şeyden.

‘Dinle onu. Anlayacaksın, bulacaksın yolunu.’

Yine o ses.

Ve yine sadece kendisi konuşup gidiyor.

Kadın gözlerini üzerimdeki çiçek işlemeli battaniyeye dikiyor.

‘Sen yapmışsın. Annem anlatmıştı. Çok uzun bir süre boyunca yaptığın tek şey bu çiçekleri işlemek olmuş.’

‘Bizim için özel bir battaniye o. Senin de bunu hissedebildiğini biliyorum. Çok yakında her şeyi anlayacaksın.’

Derin bir nefes alıyor. Yanımdaki diğer sandalyeye bırakıyor kendini. Bir süre sessiz kalıyoruz ikimizde. Sonra konuşmaya başlıyor.

‘Battaniyenin üzerindeki her çiçek bizden birini simgeler.’

Elini battaniyenin köşesine götürüyor. Alacalı yeşil bir çiçeğe dokunuyor yavaşça.

‘Küçük kardeşim.’ Gül kurusunu andıran bir rengi gösteriyor sonra. ‘Annem.’

Belki saatlerce belki daha fazla gözlerini battaniyeden ayırmadan tüm çiçekleri tek tek anlatıyor. Bir aralık gözleri bana ilişiyor.

‘Her birimizin aurasının bir rengi vardır. Aslında bir nevi güçlerimizin kaynağı. Senin rengini anlayamıyorum. Her baktığımda değişiyor.’

‘Üzgünüm ama hiçbir şey anlamadım.’

‘Anlayacaksın. Sadece dinle. Zamanı gelince kendini bulman gerekecek.’

‘Aynı onun gibi konuşuyorsun.’

Gözleri ışıltıyla parlıyor. Annemden bahsetmediğimi anlamış olmalı. Böyle bir şeyi ağzımdan kaçırdığıma inanamıyorum. Dolu gözlerle konuşmaya başlıyor.

‘Onunla… Onunla konuşuyor musun?’

‘Kiminle?’

‘Onunla işte. Seni hep çok severdi. Seninle konuşabileceğini bilmem gerekirdi. Başka ne diyor? Onu hiç görebildin mi?’

‘Kimden bahsettiğini bilmiyorum. Onun kim olduğunu da bilmiyorum. Sadece canı isteyince konuşup gidiyor!’

Yükselen sesimi duyan annem hemen dışarı bakıyor fakat kadının gitmesini işareten eden bakışlarını görünce, çaresizce içeriye geri dönüyor.

‘Senin özel olacağının hep farkındaydı. Biz aksini söylesek de onun tek söylediği şey buydu. Eğer seninle konuşabiliyorsa seni korumak içindir. Dinle onu. Asla sana zarar verecek bir şey yapmaz.’

‘O kim? Beni nereden tanıyor? Ailem neden senin öldüğünü söyledi? Neden evimize geldiğinde kan revan içindeydin?’

Sormaya devam ettikçe ortaya daha çok soru çıkıyordu ki tek bir el işareti ile susmama neden oldu.

‘Teyzen. Seni o büyütmüştü. En azından üç yaşına kadar. Seni o kadar çok seviyordu ki…’

Sessizlik.

‘Evet?’

‘Bu onun sonu oldu.’

Sessizlik. Sonrasında ne ben konuşabildim ne de o. Eliyle yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Parmaklarını saçlarımda gezdirmeye başladı.

İçimde taşıyamayacağım kadar çok acı hissediyordum. Gözlerimden yaşlar mütemadiyen akmaya başlıyor.

‘Bu anılar… Bunların hiçbirini ben yaşamadım. Niye hepsini hatırlıyorum? Çok fazla ses var! Çok fazla acı var! Durdur şunu n’olur?’

‘Bu sensin. Sen tüm bunlar sayesinde varsın. Herkes risklerin farkındaydı, sana onlardan daha çok ihtiyacımız olduğunun farkındaydılar.’

Ellerini saçlarımdan çektiğinde koşarak odama gidiyorum. Tüm o yaşanılanlar. Çok fazla. Hepsi benim için çok fazla. Belki birkaç dakika, belki de saatler sonra gözyaşlarım arasında uykuya dalıyorum.

Gözlerimi açtığımda, karşımda gözlerini dikmiş beni izlerken buluyorum onu.

‘Hazır olmak zorundasın.’

‘Söylediklerinin hiçbiri anlamlı değil!’

‘Doğru olduklarını biliyorsun. Bırak açıklasın sana.’

‘Sadece kendi istediğinde gelip olabildiğince az konuşup gidiyor. O bana hiçbir şey açıklamaz. Her seferinde yaptığı tek şey düşünmemi söyleyip gitmek oluyor.’

‘Hazır olduğunda, gelip seninle konuşacaktır. Vakit azalıyor. Kendini hazırlaman gerekiyor.’

Sonra odadan çıkıp gidiyor.

Sonraki günler kimseyle konuşmadan geçiyor. Anne ve babamın yemek yedirme ve beni konuşturma çabaları sonuçsuz kalıyor. Günlerce sadece neye hazır olmam gerektiğini düşünüyorum. Derken bir gün sonunda hazır olduğumu düşünmüş olacak ki konuşmaya başlıyor.

‘Yıllar önce sadece insanlar yoktu. Dünyamız yüzlerce farklı türe ev sahipliği yapıyordu. Fakat bir gün çok, çok büyük bir savaş başladı. Türler arasında büyük bir anlaşmazlık çıkmıştı ve gün geçtikçe daha da büyümüştü. Özellikle iki tür vardı ki en bilge, en güçlü, en becerikli türün kendileri olduklarını düşünüyorlardı. Ve bu düşünce onları savaşa sürükledi. Uzun yıllar boyunca tek yaptıkları barış isteyenleri öldürmek oldu. Ta ki geriye yalnızca onlar kalıncaya dek. Artık savaşacak kimse kalmadığını fark ettiklerinde mızraklarının uçlarını birbirlerine doğrulttular. Janýarlar ve insanlar. Birlikte yaptıkları onca katliamı artık birbirlerine karşı yapmaya ant içtiler. Yıllar boyu süren savaşın sonunu getirebilen kişi bir melez oldu. Janýar ve insan soyunun tüm özelliklerini taşıyan bir kız çocuğu. Bu kız öyle büyük bir güce sahipti ki başlangıçta karşı çıkmaya çalışanlar korkunç sonlarıyla yüzleştiler ve kıza boyun eğmekten başka şansları kalmadı. Yıllar boyu barış içinde yaşamalarına rağmen kızın ansızın gördüğü görü her şeyin değişmesine sebep oldu. Görüde kaç yıl geçerse geçsin, her ne olursa olsun savaşın asla son bulmayacağını, kendisinin bu dünyadan göçeceği gün savaş tohumlarının yeniden filizleneceğini gördü. Böylelikle yapılabilecek tek şeyi yaptı ve ona sadık askerleri de yanına alarak uzun bir yolculuğa çıktı. Dünyanın her yerine kendi gücünü aktardığı tohumları ekti ve her ektiği tohuma birer bulut yöneltti. Her tohumun başına bir askerini bıraktı ve tohumların çiçek açtığını gördüğünde bir sonrakini ekmek için yoluna devam etti. Aylar sonra tüm dünyayı tohumları ile sarmaladığında geriye yapması gereken tek birşey kalmıştı. Vakti geldiğinde yaptı da. Kendisini barış için feda etti.’

‘Savaş düşüncesinin hala var olduğunun farkındasın değil mi?’

‘Ektiği tohumlardan birisi diğerlerinden farklıydı. Bu tohum büyüdüğünde çiçek açmayacaktı. Ona bakan askeri de diğerlerinden farklı kılan buydu. Tohum filizlendiğinde başka bir tohum ortaya çıkaracaktı. Bu yüzden tohumun başına en sadık kadın askerini koydu. Tohum ortaya çıktığında asker tohumu yutacak ve tohum doğrudan rahmine düşecekti. Bu askerin yetiştireceği muazzam güçler taşıyan bir çocuk. Ayrıca kız, tohumu ekerken nesilden nesile geçmesini ve tohumun güçlerinin yalnızca zamanı geldiğinde ortaya çıkmasını garanti altına aldı. Ve şimdi zamanı geldi.

Melezin tohumları birer birer söküp atıldı. Savaş filizleri çiçek açtı, kötülük özgür kaldı. Melezin yaptığı fedakarlığın yeniden yapılması gerekiyor. Sen o’sun. Tohum sensin. Dünyaya yeniden nefes verensin.’

Tüm bu anlatılanlar üzerimde hissettiğim ağırlığın daha fazla artmasına neden oluyor. Duvarlar üstüme üstüme geliyor. Nefes alamadığımı hissedip dışarı çıkıyorum.

Güneş yavaş yavaş krallığına çekiliyor. Yarın savaşa kaldığı yerden devam edecek. Peki ya ben? Ben bu savaşı istiyor muyum?

3 yıl sonra-Büyükannenin ağzından hikayenin devamı;

Yıllardır tek kelime etmeden öylece yaşıyor hayatı.

Uyandığında yediği birkaç lokma ile kendini dışarı atıyor, hava kararıncaya dek eve geri dönmüyor. Bir gün gizlice nereye gittiğini takip etmeye karar verdim fakat tüm çabalarıma rağmen beni fark etmiş olacak ki hemen yolunu değiştirdi.

Her geçen gün daha farklı biri haline geliyor. Annesi ve babası perişan halde. Tüm bu hikayelerden haberdar olduklarını öğrendiği gün onlarla konuşmayı da bıraktı. Gözü artık kimseyi görmüyor. Gerçek benliğini, amacını bulmaya başladığını düşünüyorum. Gün geçtikçe savaş haberleri artıyor. Eve döndüğünde yaptığı tek şey savaşları tekrar ve tekrar incelemek oluyor. Zaman hızla geçiyor. Tüm bunların yakında son bulacağını ummaktan başka bir seçeneğim kalmadı.

Ertesi gün-Büyükannenin ağzından hikayenin devamı;

Kaçtı gitti evden. Uzun süre geri dönmeyecek, biliyorum. Herkesin bu durumu kabullenmesi gerektiğinin farkına varmış olmalı. Yakında tüm bu savaşlar son bulacak.

4 Ay sonra-Büyükannenin ağzından hikayenin devamı;

Geri döndü. Yanında bir de kız var. Taşıyıcı, bekçi... Ne derseniz artık. Benden bir şey yapmamı istedi. Yapabilir miyim bilmiyorum ama yapmak zorunda olduğumun farkındayım. Yarın tüm savaşlar son bulacak.

Ertesi gün-Büyükannenin ağzından hikayenin devamı;

Uzun süredir ilk defa konuşuyor.

‘Ne olursa olsun, ne söylersem söyleyeyim bunu yapmak zorundasın.’

Onaylarcasına kafamı aşağı yukarı sallıyorum.

Kızı yanına alarak ormana götürüyor. Onu, gerçekleri öğrendikten sonra yıllarca gittiği yere götürdüğünü düşünüyorum.

Geri döndüğünde dediklerimi kanıtlar nitelikle, yalnız.

‘Hazır mısın?’ diyor. Hazır olmak zorunda olduğumu biliyor.

‘Hazırım’ diyorum ‘ver’

Bana uzattığı hançeri elinden alıyorum. Dimdik duruyor karşımda.

‘Bu fedakarlığı yapmaya gönüllü müsün?’ diye soruyorum.

‘Gönüllüyüm’ diyor. ‘Yaptıktan sonra…’ Cümlesini tamamlamakta zorlanıyor.

‘Sakın arkana bakma!’

Tek bir hareket. Elimdeki hançerin kalbine saplanışı. Yüzüme vuran o son nefesi…

Gözlerindeki ışıltının yavaş yavaş sönmesini izliyorum.

Battaniyedeki yerini alıyor. Fakat o tek bir çiçek değil. O, şimdiye kadar var olan tüm çiçekler. O, tüm renkler.

Son görevimi de yerine getirip onu henüz bitmeyen yolculuğuna uğurluyorum.

Meleklerin kanat sesleri ninni olsun sana. Unut olanları doğ yeniden hayata.

Meleklerin kanat sesleri ninni olsun sana. Unut olanları doğ yeniden hayata.

Meleklerin kanat sesleri ninni olsun sana. Unut olanları doğ yeniden hayata.