Süper Kahraman Süpür Kadın

Emine Ecran Şenel

Beni rüyasına misafir eden Zeynep Hanım’a ithaf

Süper Kahraman SÜPÜR KADIN

Psikiyatristim, çocukluğum denince ilk aklıma gelenleri sorduğunda; dağınıklığım, sümsüklüğüm, unutkanlığım, verilen görevleri aksatmalarım yüzünden ailemden işittiğim azarlar ve kuş beyinli oluşum, gerizekâlılığım, yapılmayan ödevlerim, eksik puanlarım yüzünden öğretmenlerimden yediğim dayaklar ayrıca tüm bu özelliklerim yüzünden arkadaşlarım tarafından gördüğüm aşağılanmalar ve dışlanmalar olduğunu söyledim.

Gençliğim denince ilk aklıma gelenleri sorduğunda ise ilk yarının sevdiklerimi yani ailemi ve öğretmenlerimi mutlu edemediğim için kendime olan, ikinci yarının sorunun bende değil onlarda olduğunu anladığım için onlara olan nefretim olduğunu, yani nefret olduğunu söyledim. Sevgi ve nefreti sonuna kadar tüketmiş başka bir duyguyu tanımayan, hissetmeyen, kalbinin yerini unutmuş birisi olduğumu da ekledim.

Şimdi beni hayata bağlayan bir şey, bir kişi ya da bir amacım olup olmadığını sorduğunda “İnsanlığı kurtarmak istiyorum,” dedim. “Sevgiyi tükettiğini söylüyorsun, insanları sevmiyorsun neden kurtarmak istiyorsun?” diye sordu. “İnsanlığı kurtarmak istiyorum, insanları değil,” dedim. Dudağının yarısıyla güldü. Sakinleştirici bir bitki çayı yazdığını söyleyerek bir kâğıt uzattı. Kâğıdı aldım. Yasemin çayı yazıyordu. Bir de kenarına küçük bir çiçek çizmişti. Bu basit çizimin özel bir anlamı var gibiydi. Kâğıdı tekrar doktora uzatıp gerek olmadığını, yasemin çayını eve dönerken bir aktardan alacağımı söyledim. Doktor “Lütfen,” deyip uzattığım kâğıdı geri çevirdi. Sonra da yazdığı bitki çayını almam için bir aktarın kartını verdi ve kâğıdı mutlaka aktara vermemi söyledi.

Klinikten çıkıp kartta yazan adrese doğru yürümeye başladım. Yolda gülen, konuşan, somurtan, ağlayan, yürüyen, koşan, araba kullanan bir sürü insan gördüm. Evet, gelirken de görmüştüm bu tür insanları ama bakmamıştım. Çünkü gelirken ben de onlardan biriydim. Dönüşteyse kendimi onlardan soyutlanmış hissediyor ve onlara, onların dışından bakıyordum.

Farklı yapılarda, farklı statülerde, farklı duygularda, farklı amaçları olan milyonlarca insan aynı dünyada, aynı ülkede, aynı şehirde, aynı evde hatta aynı odada yaşayabiliyorlar. Ben bunu anlamıyorum. Yani aslında iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin, adalet ile haksızlığın, sevgi ile nefretin, nezaket ile kabalığın aynı yerde olmasına katlanamıyorum. İnsanlar bunu normal görüyorlar. Kötü olmazsa güzel bilinmezmiş, öyle söylüyorlar. Yalan söylüyorlar. Kötülükleri makul görmelerinin üzerini örtmek için uyduruyorlar bunu. Kötülükten rahatsız olmayan insanları kurtarmaya çalışmanın hiçbir anlamı yok. İşte bu yüzden insanları değil, insanlığı kurtarmak istiyorum.

Etrafı izleye izleye nihayet aktara geldim. Tezgâhın arkasında burnunun ucuna yakın gözlüklerini takmış gazete okuyan ihtiyara yaklaştım. Hiçbir şey söylemeden elimdeki kâğıdı uzattım. Adam kâğıdı aldı. Gözlüklerinin üzerinden bakarak beni baştan aşağı süzdükten sonra tezgâhın arkasına çağırdı. Oturduğu yerden kalkıp beni oturttu. “Demek insanlığı kurtarmak istiyorsun,” dedi. “Siz nereden bili…” “Soru sorma. Kolunu aç, kan tahlili yapacağım,” dedi. Kolumu açtım. Kanımı elindeki küçük şişeye doldururken “Bakalım hazır mısın?” dedi. Ben hiçbir şey demedim. Şişeyi alıp içerideki odaya geçti. Biraz sonra elinde bir kavanoz kurutulmuş yasemin çiçeği ile geldi. Kavanozu bana uzattı. Adamın ben her şeyi bilirim diyen bakışları rahatsız ediciydi. Çayı alıp hızlıca çıktım.

İhtiyar, beni huzursuz etmişti. Eve gelene kadar sanki bir yerlerden hep beni izliyor, beni görüyor gibi hissettim. Bu rahatsız edici etkiden bir an önce kurtulmak istedim. Belki biraz rahatlarım diye eve gelir gelmez su kaynattım. Doktorun tavsiye ettiği şekilde çayı demledim. Sonra fincanı alıp salona geçtim. Bir süre suyun içinde dans eden yasemin çiçeklerini seyrettim. Her zaman koltuğun üzerinde duran çok sevdiğim battaniyeme sarınıp çayın mis gibi kokusunu içime çekerek yudumlamaya başladım. Her yudumda içimde değişik bir şeyler oluyordu. Sanki tüm iç organlarım zıplayarak dans ediyorlardı. Aniden kaslarımın şiştiğini hissettim. Taşı sıksam suyunu çıkaracaktım sanki. İçim müthiş bir enerjiyle doldu. Çay bittikten sonra fincanı mutfağa götürdüm. Mutfağa giderken sanki yürümüyor, uçuyordum. Fincanı bırakıp çıkacakken mutfaktaki çiçeğimi kaç haftadır sulamadığımı fark ettim. Çiçek kurumaya yüz tutmuş ve böceklenmişti. İşte bunu sevmiyordum. Çiçek ve böcek bir arada olamazdı, iyi ve kötünün bir arada olamayacağı gibi. Böcekler ve kötüler yok olmalıydı. Şiddetli bir nefret kapladı içimi.

O esnada salondaki battaniyemin uçarak mutfağa geldiğini gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışırken battaniye bir pelerin misali sırtıma konup iki ucunu boynuma doladı. Sonra kolumla dirseğimin birleştiği yerden elektrikli süpürge borusuna benzer şeffaf bir boru çıkıp bir nefeste böcekleri içine çekti. Ben de gayriihtiyari, süper kahraman edasıyla çiçeğe doğru derin bir nefes üfledim. Çiçek canlandı. Çok şaşırdım. Şok oldum. Süper kahraman mı olmuştum? Bunu içtiğim yasemin çayının yaptığını düşündüm. İnsanlığı kurtarmak için hazır mıydım? Süper gücüm olduğunu gözlerimle görsem bile yine de tereddütlerim vardı.

Daha biraz önce yaşadıklarımı sindiremeden bir kadın çığlığı duydum. Pencereden baktım. Karşı kaldırımda maskeli bir hırsız, bir kadının çantasını elinden almaya çalışıyordu. Battaniyemle uçarak aşağı indim. İlk defa uçtuğum için karşıya kadar uçmaya cesaret edemedim. Koşarak karşıya geçmeye çalışırken bir kamyonun kornasıyla irkildim. Çok yaklaşmıştı. Yolun tam ortasındaydım ve kurtulmam imkânsızdı. Tam da insanlığı kurtaracak bir süper kahraman olmuşken öleceğimi düşününce çok üzüldüm. Kamyonun üstümden geçerken oluşturduğu takırtı seslerini duydum. Bir süre kamyonun karanlığında kaldım. Sonra kamyon geçip gitti. Ama üstümden geçmesine rağmen bana hiçbir şey olmamıştı. Dimdik ayakta duruyordum. Kamyon bile beni ezemediğine göre artık halis muhlis bir süper kahraman olduğuma hiç tereddütüm kalmamıştı. Kamyonun arkasında yazan “Elif’in Ali’yi sevdiği gibi sev beni, Polat’ın Elif’i sevdiği gibi seveyim seni” yazısını okurken çantası çalınan kadının çığlığını yeniden duydum. Hırsız çantayı kapmayı başarmış, koşarak uzaklaşıyordu. Kolumdan boru çıkıp adamı içine doğru çekti. Fakat tabii ki adam büyük cüssesiyle borudan içeri geçemedi. Ağzı boruya yapışmıştı ve boru adamın içindeki kötülükleri çekiyordu. Yalan, hırsızlık, hile yazan kartlar şeffaf borunun içinde eriyerek yok oldular. Sonra ben nefesimi adamın yüzüne doğru üfledim. Üflememle birlikte yapraklarında doğruluk, dürüstlük, namus, haysiyet yazan çiçekler saçıldı. Adam elindeki çantayı kadına uzatıp özür diledi. Korkan gözlerle bana bakarak hızla oradan uzaklaştı. Adam gidince battaniyemin etek kısmındaki uçlarını bir iki kere çırptıktan sonra evime doğru uçtum. Ben uçarken kadının “Teşekkür ederim SÜPÜR KADIN. Minnettarım,” dediğini duydum.

O akşam bütün televizyon kanalları Ülkemizin süper kahramanı Süpür Kadın, bir kadının hayatını kurtardı şeklinde haberler yaptılar. Beni gören vatandaşların abartılı anlatımlarını sundular.

Sabah telefonun sesiyle uyandım. Arayan başkomiser olduğunu söyleyen bir adamdı. Denizden çıkan yerlilerin ellerindeki sivri uçlu mızraklarıyla halkı katlettiğini, insanların bana ihtiyaçları olduğunu söyledi. Telefonu kapatıp hemen battaniyemi omuzlarıma taktım ve uçarak aşağı indim. Çığlık atan, koşarak kaçan insanlar vardı. Beni görenler “Süpür Kadın yardım eeet!” diye bağırıyorlardı. Yerlilerin bana attığı mızraklar hiçbir zarar vermiyor, kırılıp yere düşüyorlardı. Gördüğüm yerlileri, ağızları boruya yapışana kadar çekip içlerindeki kötülükleri borunun içinde yok ettim. Nefret, savaş, intikam, kin, kan yazan kartlar borunun içinde eriyince nefesimle etrafa yapraklarında sevgi, barış, dostluk, vicdan yazan çiçekler saçtım. Fakat yerliler o kadar çoklardı ki hepsine yetişemiyordum.

İnsanlar akın akın ölse de ben yerlilerden kötülükleri alıp, etrafa iyilik çiçekleri saçarak insanlığı kurtarmaya çalışıyordum. Bu şekilde ilerleyerek sahile kadar geldim. Denizden yerliler çıkmaya devam ediyorlardı. O sırada sarı saçlı devlet başkanımız ve devlet erkânı at üstünde ellerinde kılıçlarla geldiler. Destek yardım geldiğini düşünüp sevinmiştim fakat başkan ve adamları ellerindeki kılıcı havada sallayıp, güneşin kılıçlarındaki parıltısını seyretmekten başka hiçbir şey yapmıyorlardı. Yerliler onları da öldürdüler. Nereden geldiğini anlamadığım “Kaç! Kaç! Uzaklaş oradan!” diyen bir ses duyuyordum ama kaçmayıp hunharca kötülükleri süpürmeye ve nefesimle iyilik çiçeklerini etrafa saçmaya devam ediyordum. Çünkü ben insanlığı kurtarmak istiyordum...

Birden kendimi koltuğumun üzerinde battaniyeme sarınmış, nefes nefese kalmış bir vaziyette buldum. Neler olduğunu anlayamıyordum. Rüya görmediğimden emindim. Her şey ben uyanıkken oldu bunu biliyordum. O sırada telefon çaldı. Telefonu açtım. Arayan arkadaşım Zeynep’ti. “Nasılsın Süpür Kadın?” dedi. “Ne?” dedim. “Seni rüyamda gördüm,” deyip yaşadıklarımı bir bir anlattı. “Ne? Ne diyorsun? Off. Beni bir daha rüyanda görmemeni rica edeceğim Zeynepciğim. Sayende çok yoruldum. Ayrıca biraz daha mantıklı ve sakin rüyalar görebilirsin. Ben Süpür Kadın olmak istemiyorum. Şimdi müsaadenle biraz yalnız kalıp dinlenmek istiyorum,” dedim. “Unutma! Bütün süper kahramanlar yalnızdır dostum,” deyip telefonu kapattı.

Balkona çıktım. Şehre akşamın sakinliği çökmüştü. Derin bir nefes aldım. Yüzüme vuran rüzgârın serinliği içimi okşuyordu. Tüm kalbimle huzuru hissetmişken aşağıdaki iki delikanlının kavga sesiyle irkildim. Birbirlerine attıkları yumrukların, tekmelerin ve küfürlerin ardı arkası kesilmiyordu. İçeri geçip polisi aramak istedim. Arkamı döndüğümde battaniyemin uçarak bana doğru geldiğini gördüm. “Hayır!” dedim. Kaçmak istedim. Fakat kaçamadım. Battaniye sırtıma kondu ve yine beni uçurmaya başladı. Bağırdım “Zeynep uyaaaaannn!...”

Emine Ecran Çeliksu