Uykulu gözlerle giriyorum dükkandan içeri. Dedem sobayı yakmış, çayı demliyor.
“Hoşgeldin paşa. Gel bakalım şu tarafa.”
Annem her zamanki gibi, aceleyle başlıyor komut vermeye:
“Baba, yedek kıyafetleri çantada. Şu çantada da kalemleri, kitapları var. Sıkılmasın oyalansın bunlarla. Yemeğini de güzel yesin n’olur. Çorba yaptım, tencerede. Isıtır yersiniz. Terlerse öksürüyor aman deyim dikkat et…”
Dedem dinlemiyor, kesiyor sesini. “Tamam tamam. Sen merak etme. Biz idare ediyoruz torunumla. Sen var git işine de haydi.”
Annem arkasına bile bakmadan çıkıyor dükkandan. Bu bir senedir böyle her sabah. Babam gittiğinden beri annem işe giderken beni dedemin halı ve kilim sattığı dükkana bırakıp işe gidiyor. Küçük yer burası, öyle bakıcı filan bulmak zor. Hoş annem de kimseyle geçinmeye meraklı değil ya. Sevmiyor buranın insanlarını. “Sıkışmışlar daracık dünyalarına. Ancak dedikodu yaparlar. Kim bilir bana ne diyorlar. Beğenmiyolar beni. Akılları sıra kibirli buluyorlar. Ahh! Sen bir büyü de hemen gideceğim buradan.”
Dedem aksi bir adamdı ama çok severdi beni. Hiç istememiş babamın annemle evlenmesini. “O kız durmaz oğlum buralarda. Sana yâr olmaz.” demiş ama dinletememiş tek oğluna.Yine de annemi hoş etmek için elinden geleni yapmış, Allah var.
Ben çok severdim dedemin dükkânını. Bütün gün dükkanın içinde koşuşturur, yorulunca da kıvrılıverirdim kilimlerin üstüne. Ahmet Abi vardı bir de. Dedemin çırağı. Sessiz sakin bir çocuktu Ahmet abi. Bütün gün dükkanda koşturur dururdu. Dedem kışsa sobanın başında; yazsa kapı önünde aynı taburede oturur, sürekli emirler yağdırırdı. En çok da temizliğe takardı. Tek bir toz tanesine bile tahammülü yoktu. Her müşteriden sonra kilimlerden bir toz kümesi yayılırdı ortalığa. Onlar gider gitmez dedem kendini dışarı atar bir taraftan da bağırırdı: “Süpür sil iyice her tarafı. Bu meret bu yaştan sonra öksürtüyor beni.”
Bir öğleden sonra dükkandan içeri genç bir kadın girdi. Kadın çok güzeldi. Uzun ve narin yüzünde utangaç, mahçup bir ifade vardı. Bir de kulaklarında inci küpeler. Dedem hemen buyur eti içeri. Kadın şöyle bir etrafı gezdirerek cebinden bir resim çıkardı:
“Ben eskilerden kalma bir kilim istiyorum. Bundan bulabilir miyiz.” dedi.
Dedem resme şöyle bir göz gezdirdi.
“Kızım bu eski bir model. Bizde yok ama istersen sorup soruşturayım. Etrafta muhakkak bulunur. Artık gençler bunları istemiyorlar evlerinde. Ben haber göndereyim eşe dosta.”
“Benim için çok önemli.” dedi genç kadın. “Annem bunun aynısını bırakmıştı ama o ölünce ablam bana vermedi. Ben de onu hatırlatsın istiyorum.”
Kadın bir taraftan da Ahmet abiyi süzüyordu. Yüzünde bir şey arıyormuş, birisine benzetmiş gibi gülümsedi.
“Sen ara ara gel sor bakalım.” dedi dedem. “İnşallah bir yerlerden çıkar da buluruz.”
Kadın gözlerini Ahmet abiden almadan “İyi günler.” diyerek çıktı dükkandan.
Dedem de Ahmet abi de birbirine bakarak hemen toparlandılar.
“Ne kadar güzel kadın değil mi dede?“ dedim “Aynı prenses gibi.”
“Hadi hadi sen çok konuşma bakem. Ahmet sil şuraları oyalanma. Sen de ver şu telefonu da ben bi sorayım bakayım.” dedi.
Genç kadın artık iki üç günde bir geliyor, kilimi soruyor, bu arada Ahmet abiyle sohbet ediyordu. Kadının kimliğini öğrenmiştik. İlçenin savcısının yeni karısıydı. Kadın da buralardan memnun değilmiş gibi duruyordu. Sanki sakladığı bir şeyler var gibiydi.
Aradan üç ay kadar bir zaman geçti. Kadının istediği kilim bir türlü bulunmamıştı. Dedem artık kadının gelmesinden de kilimi sormasından da mahcubiyet duyuyor, bir yandan da kadının gelişine kızıyordu.
Bir sabah dükkanın kapısına polisler geldi. Ahmet abiyi apar topar götürdüler. Neler olduğunu anlayamadık. Dedem beni yan komşu Hasan Amca’ya bırakarak peşlerinden gitti. Gün sonunda detaylar ortaya çıktı. Savcının karısı ortadan kaybolmuştu. Telefonunda en son Ahmet abiyle görüştüğü anlaşılmış, daha da kötüsü kadının küpeleri Ahmet abinin evinde çıkmıştı. Bir çift inci küpe; savcının evlenirken kadına aldığı düğün hediyesi...
Savcı her ne pahasına olursa olsun olayın çözülmesi için bastırıyordu. İlçe kaynıyordu. Her kafadan bir ses çıkıyordu. O güne kadar sessiz, kendine halinde yaşayan ilçe sakinlerine de gün doğmuştu. Ahmet abi ise ser verip sır vermedi. Ne kadınla olan ilişkisini, ne kadının küpelerinin kendinde ne aradığını, ne de kadının yerini... Hiç konuşmadan gözaltında tam bir ay kaldı.
Bir sabah savcının ilçeyi terk ettiği haberi yayıldı. Söylenenlere göre kendisini terk eden karısından bir mektup almıştı.
“Ben gidiyorum. Beni arama. Ben, senin yanın, yarama derman olur sanmıştım. Ama olmadı. Annemin zamansız ölümü, ablamın bize sırtını dönmesi ve abimin çekip gidişi… Elimde hiçbir şey kalmadı. Yine de bulsaydım o kilimi tutunacaktım. Anladım ki benim yurdum yok. Ahmet’e kızma. Küpeleri ona ben verdim. Kaybettiğim abime çok benziyordu ona bir hediyem kalsın istedim. Elveda.”
O senenin sonunda biz de ayrıldık ilçeden. Vedalaşırken Ahmet abi avcuma bir çift küpe bıraktı. “Al bakalım ufaklık. Prensesin küpeleri bunlar..”