Sabriye

Emine Ecran Şenel

Kapı şiddetli bir şekilde vuruluyordu. Sabriye korktu. Yüreği ağzına gelmişti. Korkarak kapıya gitti. Kapıyı açtı. Muhtardı kapıdaki. “Sabriye Bacım...” dedi. Sonra birden her yeri toz bulutu kapladı. Muhtar kayboldu. Hiçbir şey görünmüyordu. Kulağına uğultu şeklinde insan sesleri geliyordu ama o insanların kim oldukları görünmüyor ve ne dedikleri anlaşılmıyordu. Sabriye ağzına gözüne dolan tozlardan boğulacak gibi oldu. Hızlıca kapıyı kapattı. Önce ne yapacağını bilemez hâlde sağa sola baktı. Yemenisini keçik yaptı. Sonra tezgâhın başına geçip yarım bıraktığı kilimi dokumaya devam etti. Her düğümü hasretle ve özlemle atarak işliyordu motiflerini. Eskiten ama eskimeyen dertler vuruyordu yüreğine. Yüreğinden gözlerine, gözlerinden kilime dökülüyordu. “Ey kundaktaki bebeğini hasret sularına bırakan Musa’nın annesini ...onu sana geri döndüreceğiz…[1] diyerek ve çok sevdiği Mekke’sinden ayrılmak zorunda kalan Habibini ...(Allah) dönülecek yere seni yine döndürecektir…[2] diyerek teselli eden Rabbim!...” dedi. İki sıra dokuduktan sonra yoruldu. Dizlerini ovuşturarak kalktı. Pencereden dışarıya baktı. “Ahh…” diye içini çekti. O esnada toz bulutundan kaçıp penceresinin önüne sığınmış bir güvercin gördü. İçeri almak istedi. Ürkütmekten korkarak pencereyi yavaşça açtı. Tüylerini kabartmış tir tir titreyen güvercinin de kaçacak hâli yoktu.

Güvercini iki eliyle kavrayıp içeri aldı. Dokuma tezgahının yanındaki kolinin içine yerleştirdi. Küçük bir kaba su, bir kaba da ekmek ufağı ıslatıp koydu. Kolinin kapağını kapatıp içeri hava girmesi için kenarlarına ufak delikler açtı. “Rasim’im olsa o da böyle yapardı.” dedi. Rasim’i hatırlayınca yine “Aahh… Ey kundaktaki bebeğini hasret sularına bırakan Musa’nın annesini ...onu sana geri döndüreceğiz… diyerek ve çok sevdiği Mekke’sinden ayrılmak zorunda kalan Habibini ...(Allah) dönülecek yere seni yine döndürecektir… diyerek teselli eden Rabbim! Döndür. Rasimimi de bana döndür.” dedi.

Rasim Sabriye’nin yirmi yıllık kocasıydı. Severek evlenmişlerdi. Kocası, hem öksüz hem yetim olan Sabriye’nin her şeyi olmuştu. Anası, babası, yâri, yareni… Her şeyi. Sabriye de Rasim’in her şeyiydi. Bir zamanlar en büyük korkuları ayrı kalmaktı. “Ecel gelecekse ikimize birden gelsin,” derlerdi. Gel gör ki felek öyle dememişti. Rasim, iki yıl önce çalışmak için yurtdışına gitmişti. Sabriye onu uğurlarken elini öptükten sonra küpesinin birini bir kutuya koyup vermişti. “Teki sende teki bende kalsın ki birbirlerini çekip bizi çabuk kavuştursunlar,” demişti. Rasim giderken sadece bir yıl çalışıp, bir miktar para biriktirdikten sonra geleceğini söylemişti ama iki yıldır kendisi gelmediği gibi ne bir telefon, ne bir mektup, ne bir haber, ne de bir selam gelmişti.

Sabriye kocası gittiğinden beri dokuduğu kilimleri satarak geçimini sağlamaya çalışıyordu. Kocasının başkasıyla evlendiği ya da gurbet ellerde ölüp kaldığı dedikodularını duysa da aldırış etmiyordu. Ümidini kesmeden, vazgeçmeden bekliyordu. Derin bir“Ahh” çekip “Yine gelmedi,” dedi. Güvercine hazırladığı küçük yuvacığın başından kalkıp tezgahın yanında duran kilimlerin başına geçti. Nişanlıyken ördüğü kilimleri okşadı. Onları satmaya kıyamıyordu. At üstünde insan silüeti olan kilime götürdü elini. Onu Rasim askerdeyken dokumuştu. Küpe motifli olanları da Rasim ve ailesi Sabriye’ye görücü geldikten sonra evlenmeyi kabul ettiğini belirtmek için dokumuştu. Bir de erkek ve kız motifli kilim vardı. Onu da evliliklerinin ilk yıllarında dokumuştu. Çocukları olunca onlara oda yapacaklar, bu kilimi de o odaya sereceklerdi. Gel gör ki Rasim ve Sabriye evlatsızlıkla imtihan olmuşlardı. Ana olamamak yetmiyor gibi bir de kocasının gidip dönmemesiyle dul kalmadan dul kalmış, sineye çektiği dertleri yüzünden yaşından önce yaşlanmış, ölmeden önce ölmüştü Sabriye.

Kilimleri bırakıp mutfağa geçti. Dışarıdan hâlâ uğultular geliyordu ama önemsemedi. Kapıyı açıp bakmadı. Zaten kapıyı açar açmaz toz doluyordu içerisi. Tozlar can yakıyor, nefes kesiyordu. Yıkadığı fasulyeleri düdüklüye koydu, üzerine su ekledi. Düdüklünün kapağını kapatırken “Rasimim de kuruyu etsiz sevmez ama napıyım, et yok,” dedi. Sonra “Rasim sever,” diyerek helva kavurdu.

Yeniden içeri geçti. Pencereden dışarı baktı. Toz bulutu devam ediyordu. Pencerenin önündeki ağacı bile göremiyordu Sabriye. Sanki dünya, dünya olmadan önceki toz bulutu hâline dönmüştü yeniden. “Ey kundaktaki bebeğini hasret sularına bırakan Musa’nın annesini “...onu sana geri döndüreceğiz…” diyerek ve çok sevdiği Mekke’sinden ayrılmak zorunda kalan Habibini “...(Allah) dönülecek yere seni yine döndürecektir…” diyerek teselli eden Rabbim! Döndür, Rasimimi de ban...” deyip ağlamaya başladı. Dönmüyordu Rasim. Ne bir haber ne bir selam gelmiyordu. Sabriye birden öfkelendi. Neye ve kime kızacağını bilemedi. Kadere kahredecekti, “Töbe,” dedi. Rasim’e küfredecekti, gönlü el vermedi. Nişanlıyken dokuduğu kilimleri hışımla eline alıp makasla parçaladı. Sobaya attı. Kibriti çakıp kilimlerin üzerine bıraktı. Sinirini alamadı, duvarda asılı duran, çeyizinden kalma yirmi yıllık aynayı yere çarpıp paramparça etti.

O sırada kapı çaldı. Sabriye birden duruldu. Aynanın kırık parçalarına bakınca utandı. Kendine yakıştıramadı bu hâlleri. Yıllardır bir kere of bile dememişti. “Sabriye. Kızım napıyon? Aç hadi kapıyı.” Komşu Ayşa Aba’nın sesiydi bu. Kapıyı açtı. Dışarıda hâlâ toz bulutu vardı ve hâlâ insan sesi uğultuları geliyordu. Sabriye yine ağzına dolan tozlardan boğulacak gibi oldu. Ayşa Aba’nın kolundan tutup içeri çektikten sonra hemen kapıyı kapattı. “Sen nası geldin Aba? Toz zehir gibi boğuyor insanı,” dedi. Ayşa Aba içeri geçerken “Ne tozu gızım?” dedi. “Görmüyon mu Aba? Toz bulutu var dışarıda,” dedi Sabriye. Ayşa Aba, Sabriye’nin kolundan tutup mindere oturttu. Köşede duran çalı süpürgesiyle ayna kırıklarını süpürürken “Bi senin başına gelmiyo, bak ben de on yıldır dulum. Dünya bura, her şey olur. Allah beterinden saklasın.” dedi. Sabriye’nin sakin ve soğuk hâline bakıp “Kendini niye bastırıyon, ağla,” dedi. Sonra düdüklünün fıslama sesini duyunca “Ocakta ne var?” diye sordu. Sabriye “Fasulye koyduydum. Rasim seviyo diye. Et yoktu ama olsun,” dedi. Ayşa Aba “Ahh kızım, ahh Sabriye’m. Çilekeşim,” diyerek mutfağa geçti.

Sabriye o esnada pencereden duvara yansıyan güneş ışığını fark etti. Ayağa kalkıp dışarı baktı. Neşeyle “Gitmiş. Toz bulutu gitmiş. Güneş açmış,” dedi. Hemen güvercini koliden çıkardı. “Bak!” dedi “Bak! Eskiten ama eskimeyen dertler nasıl vurursa yüreğe, öyle vurmuştu zalim toz bulutu güneşin güzelliğine. Ama vazgeçmedi güneş, çekip gitmedi. Bak! Şimdi kuşlar tezahürat yapıyor, gökyüzü güneşi tüm maviliğiyle destekliyor. Böyledir, sabredene Ebabiller gibi gönderilir destekçiler, vazgeçenlerin yoluna toz bulutu gibi çöker filler. Güneşin masalı bu. Bu masalla büyüt umutlarını, sevdalarını, değerlerini. Bu masalla uyut dertlerini, hüzünlerini, kederlerini,” deyip avucundan gökyüzüne bıraktı güvercini.

Güvercin uçarken kanatlarının arasından pencerenin önüne bir küpe düştü. Bu küpe Sabriye’nin küpesinin eşiydi. Sabriye “Rasiiim! Rasimiiim!” diyerek kapıya koştu. Kapıyı açtığında kapının önünde bir tabut gördü. Köylüler bahçeye toplanmıştı. Muhtar ve imam Sabriye’nin yanına yaklaşıp “Cenaze işlemleri tamam bacım. Öğleden sonra gömeriz mevtayı.” dediler. Dizleri tutmadı Sabriye’nin. Olduğu yere çöktü. Tek damla gözyaşı dökmedi. Ah demedi, of demedi. “Bastırma kendini. Ağla,” dedi Ayşa Aba ama Sabriye ağlamadı. İnadına bastırdı, inadına tuttu kendini. Kendini tuttu, aklını saldı.

Sabriye o günden sonra elinde bir asayla köyün sokaklarında kendi kendine masallar anlatarak, şiirler okuyarak gezer oldu. Köyün Sabriye Bacısı artık Deli Sabriye olmuştu. Her şeye rağmen yine de kilim dokumaya devam ediyordu. Köyde en güzel kilimi Deli Sabriye dokuyordu. Bazen de bağıra bağıra “Ey kundaktaki bebeğini hasret sularına bırakan Musa’nın annesini ...onu sana geri döndüreceğiz… diyerek ve çok sevdiği Mekke’sinden ayrılmak zorunda kalan Habibini ...(Allah) dönülecek yere seni yine döndürecektir… diyerek teselli eden Rabbim!...” deyip kulaklarındaki küpeleri çekiştiriyordu…

Emine Ecran Çeliksu

________________

[1] Kasas sr. 7

[2] Kasas sr. 85