Tozla Hurdahaş Olan

Hacer Noğman

Hasibe, iki haftadır zahmetinden boynuna ağrılar veren tezgâhının başına geçti. Dörtte üçünü tamamladığı kilimini dokumaya devam etmeden önce ona uzaktan şöyle bir baktı. Yüzüne gülümseme yayıldı. Elini, kilimi okşar gibi onun üzerinde gezdirdi. Kardeşi Nesime odaya girdi ve sakince ablasına yanaştı. Hasibe tüm dikkatini kilime vermişti, kardeşinin geldiğini işitmedi. Nesibe ablasının arkasında durup henüz tamamlanmamış kilime baktı. “Bu ne berbat desen, ne olduğu belli değil. Kafana ne eserse onu yapıyorsun abla. Şimdi sen buna da motif dersin ama bir şeye benzediği yok. Bari döşemeden soğuk yemese ayaklarımız; o işe yarasa.” Hasibe kardeşine dönmedi, kilimin üzerinde elini gezdirmeye devam etti. “Az kaldı, bitince motifi çıkacak meydana.” Bunu derken derin bir iç çekti ve arkasına dönüp kardeşinin sol şakağına işaret parmağını götürdü. “Ama senin bu ahmak kafan onu anlar mı bilmem.” diye ekledi. Kardeşi Nesime omuz silkip çıktı odadan.

Tezgâhına döndü. Dokuduğu kilimin örneği olan kâğıdı tezgâhın üst kısmına, her zaman yerleştirdiği yere yerleştirdi. Küpe motifli bir kilimdi önündeki örnek. Eline mavi ipi alıp dokumaya kaldığı yerden devam etti. Sağ elinin orta parmağını arka tele, işaret parmağını da ön tele yerleştirdi. İşaret parmağı orta parmağına göre daha öndeydi. Sol eliyle mavi ipi arka tele içten yukarı olacak şekilde doladı. Sonra ipi dıştan aşağı olacak şekilde de ön tele doladı. İpin iki ucunu birleştirip tellerden aşağı doğru çekti. Diğer renklerin yanına indirdi mavi ipi ve kalan kısmını çakıyla kesti. İpi soluna bırakıp döşemeden kirkiti aldı, tellerden aşağı doğru çekti ve sıralı ipleri daha sıkı hâle getirdi. Bu işlemi defalarca tekrarladı.

Dışarıdan bakan biri motifin küpe olduğunu anlayacak kadar ilerlemişti Hasibe. Birkaç günden tezi yok, anne ve babasına açmalıydı bu meseleyi.

Hasibe bu yaşına kadar tek birini sevmişti. Böyle diyordu Yusuf'a yazdığı mektuplarda. Yusuf'un da onu sevdiğini düşünüyordu. Yusuf'un da bu yaşına dek sevdiği tek kız Hasibe'ydi diye düşünüyordu. Hasibe, özü pak bir kızcağızdı. Başına ne geliyorsa bundan geliyordu. Gelecekler de özünün pak olması hasebiyleydi.

Akşam yemeğinin bulaşıklarını yıkayıp tezgâhının başına geçti. Hemen yanındaki komodinin çekmecesinde dizili olan saman kâğıtlarından bir tane aldı. Kalemi de çıkarıp yazmaya koyuldu. Yusuf’um, bu yaşıma kadar bir tek seni sevdim, bilirsin. Yarın annemlere söyleyeceğim. Gel iste beni babamdan.” Duraksadı. Sesli biçimde düşündü: “Ya bizimkiler aksi bir şey derlerse. Yusuf’a, annesine, babasına rezil olurum. Olsun varsın, izzetinefsim sevda karşısında yerle yeksan olsa şeref duyarım.” Devam etti yazmaya: Sevdan, Hasibe’n. Kâğıdı ikiye katladı, saman kâğıdından yapılmış bir zarfa yerleştirdi; yarın kardeşi Osman’a vermek üzere çekmeceye koydu. Dokumaya devam etti. Bu gece kilimi bitirmeye gayret ediyordu.

Yusuf, babası tarafından, Peygamber adını düzgün taşıyamadığıyla suçlanıyordu. Yusuf bu meseleyi her işittiğinde “Ben mi dedim bana Peygamber adını verin, ha?” diye sitem ediyordu. Arkadaşları ona, babasının namaz konusundaki hassasiyetini bildiklerinden, beynamaz diyordu. Babası ona namazını kılıp kılmadığını sorduğunda cumadan cumaya gittiğini söylerken kelimelerdeki harfleri uzatıyor, vakit namazlarını kılmadığına dair cümleleri ise birer mırıltıya dönüşüyordu. Beldede izdivaç işleriyle ün salmış teyzelerin bulunduğu ortamlarda Yusuf’un bahsi geçtiğinde yüzler ekşiyor, ondan ne koca ne de baba olur sözleri yankılanıyordu. Kızların dilinden ise eksik olmuyordu Yusuf’un ismi. Birçok kızın ismi de Yusuf’un dilinden eksik olmuyordu. Fakat Hasibe farkılıydı, Yusuf’a gerçekten sevdalıydı. Yusuf’a gerçekten tek sevdalı olan kız Hasibe’ydi. Yusuf’un o dilinden eksik olmayan kız isimlerinin arasında Hasibe’nin de ismi vardı; diğerlerine nazaran daha az.

İmsak vakti girmişti. Hasibe, saatlerdir emek verdiği kilimi tezgâhından çıkardı. Çıplak döşemeye serdi, şöyle bir baktı ona. Bakışlarını derin bir sükûnet kapladı. Kilime baktıkça geleceğe dair hayaller kurdu. Hayallerinin ortasına Yusuf’u kondurdu, aman bir şey olmasın diye imtina ederek. Etrafını hayalleriyle döşedi. Pembe karlar yağdırdı, hafif yeller estirdi, bulutlardan sevgi yağmurları döktürdü. Kapı gıcırtısıyla kendine geldi. Apar topar kilimi katladı, odanın bir köşesine fırlatmadan hâllice koydu. Kapıya döndü, annesinin açmakta zorlandığı gözlerine baktı. “Kızım ne yapıyorsun bu saatte?” dedi annesi, beyhude bakışlarla. Hasibe bir cevap vermedi, annesi çıktı odadan. Namaz vaktinin girdiğini haber veren sesler dolandı evin içinde; sular akmaya, kapılar çarpmaya başladı.

Kahvaltı masasında annesi ve babasıyla oturuyordu Hasibe. Kardeşi Osman’ı bulmak için kalktı yerinden. Dış kapının önünde oynuyordu. Dün yazdığı mektubu alıp Osman’a götürdü. “Osman, bunu Yusuf abine verir misin? Ama hiç kimseye sende bir şey olduğunu belli etme, tamam mı? Bu görevini tamamlarsan güçlü bir çocuksun demektir.” dedi ve zarfı Osman’a uzattı. Osman’ın bakışları önce zarfa sonra ablasına gitti. “Gerçekten güçlü mü olucam?” Hasibe kafasını salladı. Osman zarfı alıp koşmaya başladı. Hasibe’nin bakışlarını kaplayan sükûnet yine geldi, buldu onu.

Masaya döndü Hasibe. “Kilimin bitti mi kızım?” diye sordu annesi, çayına şeker atarken. “Hı hı.” demekle yetindi Hasibe. Kafasında, olabileceklere dair olumsuz senaryolar kuruyor, evhamlanıyordu. Fakat mektubu yollamıştı, bir an önce anne ve babasına söylemeliydi, diye düşünüyordu. Ayaklandı, kilimi alıp mutfağa geldi. Çekimser hareketlerle yerdeki kilimin üzerine serdi. Gözleri anne ve babasındaydı. Babası annesine baktı. Annesi bakışlarını yerden kaldırıp eşine döndü. İkisi de kilimdeki küpe motifini fark etmişti.

Genç bir kızın, kilime küpe motifini işlemesinin anlamını bu beldede herkes bilirdi. Genç kızlar, evlenmek istediklerini kilime küpe motifi işleyerek aile büyüklerine belirtiyordu. Küpe motifi bir aracıydı.

Baba yutkundu, çayından bir yudum alıp masadan kalktı. Mutfak kapısında durdu, “Kim?” dedi. Hasibe kekeleyerek “Hasan amcanın oğlu Yu-yusuf.” dedi. Son kelime güç bela çıktı ağzından. Hasibe, babasının hareketlerinden anlam çıkarabilen annesine baktı. Annesi şaşkın, Hasibe’ye bakıyordu.

Hasibe’nin babası İbrahim dükkanına gitti. Çırağı dükkanda bırakıp iki sokak aşağıya, Yusuf’un babasının manavına gitti. “Kolay gelsin Hasan, nasılsın, ne var ne yok?” deyip tabureye oturdu. Hasan’ın bu meseleden haberi olup olmadığını yoklamaya gelmişti. “Elhamdülillah İbrahim, sende ne var ne yok?” Hasan’ı baştan aşağı süzdü, elmaları tezgâha diziyordu. “İyilik bizden de.” dedi. Günlük konuşma devam ettikçe İbrahim, Hasan’ın bu mesele üzerine bir malumatı olmadığını anladı. Selamlaşıp çıktı ordan, eve gitti.

Hasibe, annesiyle konuşuyordu. İbrahim, hanımını mutfağa çağırdı, Hasibe’nin içinde velvele hasıl oldu.

“Hanım, Hasan’ın bir şeyden haberi yok. Yusuf anasına babasına bir şey dememiş mi? Bizim kız kendi kendine mi gelin güvey oldu?” dedi kaşlarını çatmış vaziyette. “Bey, kızla konuştum. Yusuf’a demiş lâkin Yusuf ailesine dememiş henüz. Ama Yusuf da niyetliymiş, kız öyle diyor.” İbrahim yutkundu. ”Çağır bakayım Hasibe’yi.” dedi elini alnına götürürken. Biraz sonra Hasibe’yle geri geldi annesi. “Kızım, Yusuf’un ailesinin haberi var mı?” diye sordu İbrahim. “Yok galiba baba. Ya-yani bilmiyorum.” Bugün Yusuf’a mektup yolladığını söylemek istemiyordu. Hasibe, yaptığının doğru olmadığını düşünüyordu. “Bekleyelim bakalım.” dedi bu kez İbrahim.

Günler geçti. Osman, mektubu Yusuf’a vermişti fakat dönüş alamamıştı Hasibe. Geceleri ağlıyor, Yusuf’un artık onu sevmediğini düşünüyordu. Babasıyla konuşmaya utanıyor, annesi ne sorsa kaçamak cevaplar veriyordu.

Günler geçti. Geçen günlerin sonunda, bir gün Osman ablasına bir zarf getirdi. O an Hasibe’nin kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Odasına gidip zarfı açtı. Dörde katlanmış kâğıdı çıkardı zarftan, kâğıdı açtı. Bu akşam seni istemeye geleceğiz. Yusuf. Kâğıtta yalnızca bu yazıyordu. Kaşlarını çattı, “Hani sevdiğim yazmamışsın.” dedi sitemkâr çıkan sesiyle, kimsenin onu duymadığını bilerek. Tekrar okudu kâğıda yazılanı. Defalarca okudu. İşin ciddiyeti, Hasibe’nin içine bir ukde olarak yerleşti.

Annesinin yanına, bahçeye gitti. Çamaşırları mandallıyordu annesi. “Hasibe şu eteği uzatır mısın?” dedi mandalı ağzından çıkardıktan sonra. “Anne…” “Hadi kızım, ver şu eteği.” “Anne akşam Yusuflar gelecekmiş.” Annesinin eli serenin ipinde kaldı, Hasibe’ye baktı. Sükûnetle cevap verdi: “Yusuf mu haber gönderdi?” Hasibe kafasını salladı. “Koş Osman’ı çağır, babana haber versin.” dedi çamaşır leğenini kucaklarken. “Hazırlık yapmak lâzım. Hay Allah… Eskiden ev büyükleri haber verirdi. Şimdi devir değişti. Çocuk haber veriyor beni istemeye gelecekler diye.” Sitem ederken içeri girdi, Hasibe annesinin ardında, onu takip ediyordu. “Ben, beni istemeye geldiklerinde babanın yanına gitmedim. Yanına gitmeyi bırak onu görmedim bile.” Leğeni banyoya bırakıp mutfağa geldi. Hasibe onu takip etti. “Allah’ım, daha neler göreceğiz? Hadi kızım yardım et de bir şeyler yapalım.” Buzdolabının kapağını açtı, Hasibe mutfak kapısının yanında durmuş, öylece yere sabitlemişti bakışlarını. “Sanki beni istemeye gelecekler.” dedi annesi. Toparlandı Hasibe, annesine yardım etmeye başladı. “Osman’ı babana yolladın mı?” dedi Hasibe’ye bakarken. Hasibe’nin gözleri irileşti, oturduğu yerden fırladı. Osman’ı bulup babasına haber yolladı.

Akşam ile yatsı arasıydı. Kapının tokmağı varlığını ispatlar gibi, sesini evin içine doldurdu. İbrahim ayaklandı, Hasibe’nin odasından ses geldi, kapı gıcırtıyla kapandı. Başı önünde, salonda bekliyordu Hasibe. İbrahim kapıya yanaştı, ardında hanımı, onun ardında da Hasibe. Önde Hasan, ardında hanımı ve onun arkasında Yusuf, elinde çikolatayla içeri girdi. Hasibe başını kaldırmıyordu. Yusuf’un uzattığı çikolatayı alıp mutfağa gitti. Yanakları birer alev topuna dönüştü. Kalbinin yerinden çıkacağını düşünüyordu.

Hasibe ezilip büzülerek salona gitti. Annesinin yanına, ikili koltuğun köşesine oturdu. Nasılsınızlar, iyiyizler, daha daha nasılsınız kelamları salonu doldurdu. Hasibe o esnada bakışlarını yerdeki kilimin desenlerinde gezdiriyor, katiyen Yusuf’a bakamıyor, konuşulanları pür dikkat dinliyordu. Yusuf’un annesi çantasından çıkardığı şişleri yanına bırakıp elini tekrar çantasına daldırdı. Kadının hareketlenmesi Hasibe’nin dikkatini çekmişti. İbrahim ve Hasan sohbete devam ediyordu. Hasibe ise kaynana adayının hareketlerini takip ediyordu.

Beyaz yün yumağını çantasından çıkarıp başladı örmeye. Hasibe Nerden çıktı bu örgü? diye düşündü. Üstelik yeni başlayacak, diye de ekledi düşüncelerine. Başını annesine çevirdi, olanlara nasıl tepki veriyor, görmek istedi. Kafasını tekrar beyaz yumağa çevirdi. Kadın örmeye başladı.

Yumak kadının kucağından düştü. Kadın yumağı almak için uğraşırken yumak oturduğu koltuğun altına yuvarlandı. Kadın ipi çekti, yumak gelmedi. Tekrar çekti, yine gelmedi. Biraz uğraştıktan sonra alabildi yumağı. Hasibe kadını izliyordu. Kadının gözleri elindeki yumaktaydı. Yüzü buruştu. “Yerler ne kadar kirliymiş! Yumağım hep toz oldu. Böyle kız gelin alınır mı Hasan Bey! Kalk allah aşkına.” deyip kalktı. Hasibe, başından aşağı kaynar sular dökülüyormuş gibi oturduğu yerde kalakaldı.

Hasibe’nin annesi ayaklanıp kendini müdafaaya kalkıştı: “Hanım, ne tozu! Daha bugün sildik. Bir yanlışın var.” Hasibe kendine gelemiyordu. Evlenemeyeceğiz. Büyük sevdalar kavuşamaz derlerdi de inanmazdım Yusuf’um. Sevdamız ne denli büyük ki kavuşamayacağız, diye düşünürken babasının sesiyle kendine geldi. “Senin zampara oğluna kız verilir mi hanım? Efendiliğimizden sustuk sustuysak. Evimi terk edin. Hadsizler! Benim gül gibi kızıma kurban olun! Terbiyesizler!” İbrahim, dünür adaylarının cevap vermelerine müsaade etmeden onları kapı dışarı etti. Salona geldiğinde burnundan soluyordu. Hasibe’yi odasına gönderdi.

Ah Yusuf’um, ederi bir avuç olmayan tozun bizi getirdiği hâle bak. Tozların bizi getirdiği hâle bak, tozların bizi getirdiği hâle bak... Ağlamasının aralarına son dediği cümleyi serpiştiriyordu. Saatlerce ağladı. Ağlamaktan bitap düşünce uykuya daldı.

Hasibe ertesi gün dokuduğu kilimi yaktı. Küllerini çöpe atıp hayatına kaldığı yerden devam etmeye çalışacaktı. Fakat beynini kemiren düşüncelerden sıyrılamayacaktı. Sevdasını hançerlediğini düşündüğü tozlar onda büyük bir temizlik hastalığı bırakacaktı. Tek toz tanesi görmeye dayanamayacak, tozların sevdalıları ayırdığına inanacaktı. Yıllar ilerledikçe böyle de oldu.

Hasibe şimdi kırk beş yaşında. Evlilik defterini o tozlarla birlikte yıllar öncesinde bıraktı. Yusuf onun için düşlenesi bir hayalden ibaretti artık. Annesiyle birlikte yaşıyor. Cuma günleri annesiyle birlikte babasının kabrini ziyarete gidiyor. Sevdaya hasım bellediği tozlarla, onda hastalığa dönüşen durumla yaşamaya devam ediyor; günde beş defa her yerin tozunu alıyor. Bu işi yaparken de şu kelamı dilinden düşürmüyor: Tozların bizi getirdiği hâle bak.