Bir kazanda çivit, bir kazanda hatmi, ötekinde de fesleğen kaynarken çayı demledim. Tüpün altını kıstım. Goncagül, yeni uyanmış mahmur gözlerle yanıma geldi.
-Erken başlamışsın anne beni bekleseydin ya.
-Akşam Gülerlerin düğünü var ya kızım, işimiz geçe kalmasın diye erken kalktım. Bunlar usul usul kaynasın, daha boyası çıkmadı. Sen dünkü çileleri getir de onlarla başlayalım.
-Kaç günü var bunların bitirmek için, çıktı mı müşterisi?
-Çıktı çıktı. On günde bitiririz inşallah, öyle dedim adama. Ben altı yüz elli lira diye direttim ama o da sıkı pazarlıkçı çıktı. Mecbur beş yüze anlaştık. Abinin eline para lazım olmasa ben bir kuruş inmezdim de neyse.
-Anne para niye lazımmış abime, söyledi mi?
-Okul zamanı bir arkadaşından yüklü borç almış, çocuk da onu istiyormuş şimdi.
-On gün bekleyecek miymiş?
-Valla bilmiyorum, ben elimden gelenin bu kadar olduğunu söyledim.
-Ee okul biteli kaç zaman oldu, ne zaman işe başlayacak abim? Bizim kazandığımız zaten kaç kuruş şunun şurasında.
-Haklısın yavrum da bir çıkış yol görsem ben giderim ordan zati. Arıyorum anne diyor, her yere bıraktım numaramı ama dönmüyorlar diyor. Ben napayım.
-Gelsin burada bizimle kilim dokusun o zaman.
-Abin ne anlar kilimden. Hem boşuna mı okudu, dur bakalım zamanla bir iş kapısı çıkar karşısına inşallah.
Çay demini aldı. Goncagül de evden peynir, domates, bazlama getirdi. Hemen kendimize küçük bir sofra kurduk. Kahvaltıyı yaparken Goncagül “Anne akşam ne giyeceğiz?” diye sordu.
-Geçen yıl bayramda aldığımız elbiseleri giyeriz, olmaz mı?
-Olur. Anneannemden kalan küpeleri de taksana, onlar sana çok yakışıyor.
-Çok beğendiysen sana vereyim bugün, sen tak.
-Yok anne, sende güzel duruyor onlar. Hem ben altın takmam bu yaşta.
-Niye kız? Yaşı mı varmış altın takmanın?
-Ne bileyim, sevmiyorum ben öyle yeni gelinler gibi gezmeyi.
-Haspama bak. Güldürme beni hadi çay dök.
-Anne.
-Efendim.
-Anneannem sana küpeyle birlikte bir de kilim vermişti ya hani, biz onu neden hiç sermiyoruz? Benim çeyizime kadar saklayacak mısın?
Bu soruyu beklemiyordum. Birkaç saniye düşünüp oyalama bir cevap verdim.
-Hangi kilimden bahsediyorsun?
-Var ya hani akrep motifli olan, kenarları kırmızı içi yeşil renkli.
-Anneannen onu tam bir yılda dokudu, artık gözleri çok da iyi görmüyordu. Kıyamam şimdi ayak altına sermeye.
-Ama anneannem kullanılmadığını görse üzülmez miydi?
-Goncagül, sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın tamam mı kızım.
-Tamam, neymiş?
-O bahsettiğin kilim var ya, bizim dokuduklarımız gibi sıradan bir kilim değil.
-Nasıl yani, ne özelliği var ki?
-O kilim, üstüne basan kişinin niyeti iyi mi kötü mü hemen fark eder.
-Ne diyorsun anne Allah'ını seversen. Böyle bir şey nasıl mümkün olsun?
-Alaya alma beni, dinle. Anneannen onu dokuduktan sonra eve sermişti bir kere. Yepyeni kilim, daha üstüne ayak bile sayılı basılmıştı. O gün deden bir yabancı getirdi eve. Düşkün olduğunu söylemiş adam. Yiyecek ekmeğim, içecek suyum yok demiş. Deden de üzülmüş adama tuttuğu gibi eve getirmiş. Adam içeri girip de kilime adımını atınca kilimden sanki kırk yıldır yıkanmamış gibi bir toz kalktı. Biz ilkin ne olduğunu anlamadık annemle, birbirimize baktık. Ben bastım, annem bastı, babam bastı ayağını da bir şey olmadı. Adam basınca bu toz da nereden çıktı diye şaşırdık. O gece adam bizde yatıya kaldı. Sabah bir uyandık ki ortada ne adam var ne de babamın cebindeki paralar. Hırsız çıktı adam. Bizden sonra civar köylerde de aynı şeyi yapmış, sonradan haberini aldık.
-İyi de anne bir adam basınca toz kalktı diye kilime böyle tılsımlı gibi davranılır mı? Öyle denk gelmiştir belki.
-Sadece bu adamda değil, daha sonra da oldu aynı şey. Eve teyzemler, dayımlar gelirdi. O kadar çoluk çocuk oynardı üstünde bir tane toz çıkmazdı kilimden. Üstelik çırpardık da sürekli, tozlanacak kadar bekletmezdik. Bir gün bizim uzak akrabalardan Şehriyar teyze geldi oturmaya. Uzun zaman olmuştu görmeyeli, birden gelince şaşırdık. Tabi buyur ettik. O adımını atınca da bizim kilimden yine bir toz çıktı ki sorma, sanki üstünde at tepinmiş. O gün Şehriyar teyzenin niye geldiğini sonradan anladık. Yengemlerle arası açılmış bunun, bizim de aramızda fitne çıkarmak için iftira attı onların üstüne. Arkanızdan şöyle şöyle konuşuyorlar, dedi. Neyse ki biz kadının niyetini anladık da gidip yengemlerle konuştuk, olayın aslını öğrendik. Anlayacağın bunun gibi daha birçok kişide bunu yaşadık. Kilim kime toz çıkarırsa sonradan gördük ki onda bir iş var, niyeti hayır değil. Ölmeden önce de annem kilimi bana emanet etti. Atma bu kilimi, tılsımı var bunun günü gelir lazım olur. Senden sonra da Goncagül saklasın, dedi. Sen sormasan kim bilir ne zaman anlatırdım bunu, demek ki şimdi nasipmiş.
Goncagül’ün gözleri fal taşı gibi açıldı.
-Vay beee, masal gibi. Bunu senden başkası anlatsa inanmazdım anne.
-Görmesem ben de inanmazdım, haklısın. Hadi sofrayı toplayalım da kilimlerin başına geçelim artık. Sen elindekini bitirirsin bugün, ben de bir karış yer yapsam kâfi. Sonra düğün yerine geçelim de ayıp olmasın, yapılacak bir şey varsa yardım ederiz.
-Tamam anne, sen başla ben toplarım sofrayı.
Goncagül malzemeleri eve götürdü. Ben de tezgâhın başına geçtim. Biraz mavi, biraz kırmızı, biraz yeşil. İpleri geçirdikçe gençliğim gözümün önüne geldi. Goncagül gibi anamın eteğinin dibinde bu işi öğrendiğim günleri hatırladım. İncecik parmaklarımın bu iş için yaratıldığını bilmezdim. Bu işin ekmek kapım olacağını, genç yaşta eşimi kaybedeceğimi, oğlumu bu tezgâh sayesinde okutacağımı, Goncagül’ü bu kilimler sayesinde büyüteceğimi bilmezdim. Rızkımın bu iplerden geçeceğini düşünmezdim. Yıllar parmaklarımın arasından bu ipler gibi kayıp gitti. Ömrüm sanki şu kazanın dibinde hatmi ve çivitle birlikte, kaynadı bitti. Kaynadıkça onların rengi mavi çıktı, pembe çıktı, mor çıktı. Benimki kazandan da kara, öylece gitti. Goncagül büyüyor, gelinlik kız olma vakti geldi sayılır. Yarın bir gün evlenip gidecek. Bana yine ne kalacak geriye, bir avuç sarı çile, bir avuç kırmızı. Bir koca tezgâh, bir de anısı. Oğlanın evlenmekte gözü yok zaten, bana bir hayrı da yok. Okusun adam olsun, bizim gibi ömür çürütmesin buralarda diye dişimden tırnağımdan neler neler artırdım da gönderdim ona. Okulu okudu güya ama kim bilir nasıl okudu, iki yıldır daha elle tutulur bir iş bulamadı kendine. Benim de gücüm bir yere kadar yetiyor, gözüm eskisi gibi iyi görmüyor. Altı saatten fazla otursam şu tezgahın önünde belim dayak yemiş gibi ağrıyor. Şimdi bir de bu borç meselesi çıktı. Bana “Çok fazla değil, sen kilimden ne kadar gelirse ver bana üstünü bir şekilde tamamlar veririm ben.” dedi ama çok inanasım gelmedi. Kilimden gele gele beş yüz lira gelecek. Beş yüz lira için bu kadar sıkıntıya sokmaz kendini o, biliyorum. Daha çok borcu ama ne kadar, söylemiyor ki! Ne için almıştın diyorum, “Geçmiş vakit lazım olmuştur anne nereden hatırlayayım?” diyor. Korkuyorum, para kazanacağım diye kötü işlere bulaşmış olmasın bu oğlan.
İşi bitirdik, hazırlanalım diye eve geldik. Goncagül’e geçen bayram beyaz bir elbise almıştım onu giydi. Kır papatyalarından bile güzel, maşallah. Bana da dolaptan mavi bir elbise seçti. Bunu giy anne, dedi. Giydim.
-Hadi küpelerini de tak anne, nerede ben getireyim.
-Sandıkta küçük bir kutu olması lazım, onun içine koymuştum. Kilimin olduğu sandık. Anneannenin tüm hatıraları orada.
-Anne, hazır sandığı açmışken kilimi de çıkarıp serelim mi birkaç günlüğüne? Çok merak ettim, hem belki yine biri gelince toz kalkar görmüş olurum. N’oluuur.
-Kilimin sırası mı şimdi Goncagül?
-Ya anne ne olacak sanki, bir hafta dursun geri kaldırırız.
-İyi tamam tamam. Ver küpe kutusunu da sonra çıkar onu alttan.
-Vaaay, kutusu bile ne güzel. Dur açayım.
Aynadan Goncagül’ü görebiliyordum. Kutuyu da. Goncagül kapağını açtı. İlkin ne yapacağını bilemedi, sonra seslendi.
-Anne sen küpelerini başka yere koymuş olabilir misin?
-Hayır oraya koydum. Zaten neredeyse bir yıldır hiç takmadım bile, yerinde olması lazım.
-Küpeler yok ama burada.
Evet, küpeler yoktu. Goncagül almadığına yeminler etti. “Senin almayacağını biliyorum kızım.” dedim, suçlanmasın diye. Goncagül gizli saklı iş yapacak bir çocuk değildi, ondan böyle bir şey beklemiyordum zaten. Ama evime gelip gidenlerin de almış olacağına inanmak istemiyordum. Görmediğim bir şey için kimi suçlayayım? Elimdeki kutunun üstüne gözümden dökülen yaşlar düştü. Anneme ihanet etmiş gibi hissettim. "Doğru dedin Goncagül." dedim. "Belki de başka bir yere koyup unuttum. Düşüneyim bir, elbet aklıma gelir."
Goncagül önce güzelce çırptı, sonra mutfağın girişine serdi kilimi. Üstüne bastı, toz çıkmadığı için sevindi. Saat altıya geliyordu, düğün yerine gitmek için evden çıkacaktık. O sırada oğlum geldi.
-Oo nereye böyle, hazırlanmışsınız.
-Gülerlerin düğünü var ya bugün, sen gelmeyecek misin?
-Ben yorgunum anne ya, odama geçeyim.
-İyi, sen bilirsin. Karnın açsa yemek var, ısıt da ye.
-Abi, sana bir şey soracağım.
-Sor Goncagül.
-Annemin küpeleri vardı ya hani, gelsene ya şöyle ne eşikte duruyorsun, hani altın küpeler, anneannemden kalan?
-Evet, ne olmuş onlara.
-Onlar kaybolmuş, bulamadık. Sen gördün mü?
-Görmedim Goncagül, ben nereden bileyim.
Bunu söylerken gerildi, sesini yükseltti. “Bir su içeyim.” diyerek mutfağa girdi. Adımını atınca kilimden toz kalktı, genzimizi tıkadı. Oğlan “Yahu hiç süpürmüyor musunuz buraları?” diye çıkıştı. Sonra dönüp odasına gitti. Goncagül dehşetle bana baktı. Dizlerimin bağı çözüldü sandım.
“Anne bu gerçekse” dedi Goncagül, sesi titredi. Ağladı ağlayacak.
İçimde kopan tüm fırtınaları dindirerek sesimin gerisinde;
“Hadi geç olmadan gidelim kızım” dedim, “Hava kararacak.”