Bu İkisinden Hangisi?

Ayşenur Altun

Kapı çalıyor. Duyabiliyorum. Kalk öyleyse. Hadi ya. Yorganı sağ tarafından arkana doğru at. Başka? İlk göreceğin şey dolap olmalı. Evet, sen de haklısın. Terliklerini giymeyi ve birkaç ufak egzersiz hareketi yapmayı unutma. Sen ciddi misin? Hıhı. Kapı çalıyor. Önce kapı deliğind…

-Buyur Ramazan Amca.

-Günaydın kızım, dün istediğin siparişlerde eksikler vardı ya onları getirdim.

Ne tuhaf adam bu da. Ne kadar ayıp.

-A! Ne iyi yapmışsın Ramazan Amca. Allah razı olsun, çok teşekkür ederim.

-Ne demek kızım, işim bu benim.

Herhalde işin başka ne olacaktı. Kötüsün.

-Nasılsın? Hâlin, sağlığın, işlerin iyidir umarım.

Gerçekten çok mu umrunda? Susar mısın? Elini kapı kolundan çek. Neden? Poşeti diğer eline al.

-Çok şükür, önceden nasılsa şimdi de öyle. İnsan belli bir yaştan sonra hâli kötüye gitmesin istiyor sadece. Buna da şükür.

-Allah âfiyet ve kolaylıklar versin Ramazan Amca.

-Sağ olasın kızım, haydi sağlıcakla kal.

-Sen de Ramazan Amca, görüşmek üzere.

Eminim görüşmek isteyeceksindir zaten. Yalancı mısın sen? Ne kadar ayıp!

Kapı kolunu elinle aşağı indirerek kapat. Çok ses oluyor diğer türlü değil mi? Evet, öyle yap. Yaptın mı? Hıhı. Önce poşetleri bırak. Hemen şu duvarın yanına. Her zaman oraya bırakırım zaten. E yani. Susmayacaksın değil mi? Belki sonra.

Pencereme bir kuş kondu. Bir arkadaşını arar gibi evi gözlüyor. Tedirgin. Şşt, burada mısın? Ses yok. Hıh sonunda. Ses var ama az. Bazen böyle kısılıyor sesi içimin. Bir şeylere yaklaşınca böyle oluyor. Bir şeylere, başka bir şeye… Benden başka bir şeye sanki. Neye? Bulacağım bunu. Onunla yaşamaya alıştım ama onun varlığına hâlâ alışamadım. Böyle bir varlığı olduğu gibi nasıl kabul edebilirim ki? Alışmaktan nefret ediyorum, bunu söylemiş miydim? Sesten de nefret ediyorum. Neredeyse hiç susmuyor. Yapacağım her şeyi planlıyor. İki dakika sonra ellerimin nerde duracağını bile hesaplıyor ve ben de ona uyuyorum. Başka bir şansım da yok zaten. Yani uydurulmuş, yapmacık, samimiyetsiz bir insan olmaktan başka bir şansım… Yok mu gerçekten?

Birileriyle konuşsam susar mı? Beşbinaltıyüzsekseniki kez denedim bunu. Yine deneyeceğim. Başka ne yapabilirim bilmiyorum. Çay suyunu koy. Demliği sol elinle almalısın. Ocağı yakarken hafifçe gülümse ve Serdar’ı düşün. Çay suyu koyayım başka ne yapayım zaten. Serdar’ı düşünme fikri iyi. Telefonun masanın üzerinde olduğunu biliyorsun ama önce bilmiyormuş gibi etrafa göz gezdir bakalım. Beni yoruyorsun. İnsan kendini yorar evet, başka işi ne! Daha havalı duruyor işte etrafa biraz göz atmak. Filmlerde hep öyle olur unuttun mu? Filmlerden bize ne? Serdar iştedir herhâlde. Saat 12’ye geliyor. Birazdan öğle arası olacak. Yaptığım yemekleri beğenir umarım. Ahaha. Ne? Beğenir tabii, senin için kötü. Senin için kötü. Telefonla konuşacağım, susacaksın değil mi? Hıhı.

Dıt dıııt dıı… -Ek reaktörler devrede! Abi devam edebilirsiniz siz. Eyvallah sağ olasın. Ha hayatım kusura bakma arkadaşlarla konuşuyordum.

-Önemli değil hayatım, kolay gelsin. Nasılsın?

Burada gülüyorsun değil mi? Saçlarını da hafifçe geriye at. Hıh tamam.

-İyiyim teşekkür ederim, uğraşıyoruz işte. Sen nasılsın?

Oturduğun yerden birkaç cümle söylemek ne zamandan beri uğraşmak acaba? A, delirmiş. Reaktör meaktör ne bunlar. İnsan bilmediğine düşman vallahi. Sanki boş konuşuyor oturduğu yerden. Kolaysa sen konuş. Aman ne hoş.

-İyiyim ben de, az evvel uyandım. Saate bak çabuk saate bak. Yemekleri beğenirsin umarım, afiyet olsun. Çayı demledin mi? Hadi yavaştan onu demlemeye kalkalım.

-Beğenirim elbette, ellerine sağlık. Şimdi benim gitmem lazım arkadaşlar çağırıyor konuşuruz yine.

Kız bana baak, bu işte değil mi? E yuh ama artık. Vallahi ben bilmem. Şüphemi atmış olayım da. Gerisi beni ilgilendirmez. Sen de ne safsın. Sen çok kötüsün. Sen çok kötüsün.

-Tamam hayatım görüşmek üzere.

-Görüşürüz.

Niye hayatım demedi? Aynı zamanda delisin evet. Birbirinizin hayatı olmak bu kadar kolay mı ya? Hayatım canım bilmem ne. Eminim öyledir. Tutarsızsın da. Hıhı.

Sürekli yorgun düşüyorum. Sürekli başım ağrıyor. Mutlak sessizliği bulamıyorum, asla susmuyor. Benim için yazılmış şeyleri mi yaşıyorum, bir saniye sonra yaşayacaklarım o an mı yazılıyor hesap edemiyorum bazen. Bu ses sadece bende mi var merak ediyorum bir de. Umarım başka insanlar da duyuyordur kendince kötü şeyler. Nasıl kurtulacağım? Ölünce mi? Uykudayken de duymuyorum sanırım. Hep uyuyacak değilim ama. Henüz ölmedim. O da hâlâ konuşuyor. Bir de bi’ ses daha konuşuyor sanki. O daha çok benim sesim. Gündelik işlerimi bu sesle hallediyorum. Ama diğer sesin yap dediği her şeyi yapıyorum. Kötü fikirleri zihnimi çok fazla işgal edemiyor. Sadece duyuyorum onları. Ama bana yapmamı söylediği her şeyi bir köle gibi sorgusuzca yapıyorum. Farklı “dünya” görüşüne sahip iki ses işte. Hangisi benim peki? Bu ikisinden hangisi?

Uyandığımdan beri bir araba dayak yemişim gibi yorgunum şimdi. Yemek için bir şeyler hazırlamalıyım artık. Çay biraz demini alsın. Sanki demli içiyorsun çayı, ne gerek var? Tek kişi için çay demlemişsin bir de. Ama sen? Her dediğimi yapacak mısın sen? Ne? (nE?) Lalaalalaalaay… Saçmalık.

Evden çıksam dışarıda daha çok uyaranla karşılaşırım ve bu ses biraz olsun susar belki. Biraz olsun. İçimde başka bir ses daha var mı acaba? Belki vardır ve bu sesi çok çıkan yüzünden duyulmuyordur. Beni bekliyordur belki onu duymam için. Ya da ben onu bekliyorum kimseye fark ettirmeden. Hiçbir şey göründüğü gibi değildire inanıyorum. Bir şeyler oluyor içimizde. Allah’a da inanıyorum. Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan diyor. Vallahi o da haklı. Sınırda yüzüstü düşecek ama haklı.

Aynaya bakalım şimdi de çıkmadan son bir kez. Hıığhh tamamdır. Filmlerde böyle oluyor değil mi? Tabii ki de tatlım, rujunu da hafif bi’ kontrol etmen lazım ama sürmüyorsun. Ne yapalım eksik kalsın o da. Bana bi’ bunu yaptıramayacaksın herhalde. Sen varya, aslında pek bir şey değilsin. Çok kısık aslında sesin. Kedinin gölgesine bakıp kendini aslan sanması gibi bir şey bu. Ben yanılmak için yaratılmışım. En çok da sana bakıp yanılıyorum. Kötü bir iç ses… Eminim herkeste vardır. Her şeyi planlayan bir iç ses… Sadece bende olmuyor biliyorum. Ayy içim şişti, çıkacak mıyız artık? Çıkalım yahu, sen de haklısın.

Pazar sesleri, ağaç dalını kıpraştıran birkaç kuş, parktaki salıncağın gıcırtısı… Ne çok ses var dünyada. Bu seslerden ikisi de bana ait. Şimdilik iki tabii. Yoksa insanın âlemden farkı ne ki? Bende de çok ses vardır elbet. Parka yakın bir ev tutmakla ne iyi etmişiz, değil mi? Yaa sorma, çocuk bağırışı dinlemek kolay sanki. Tamam yani biraz zor ama yine de çok güzel. Sen nerden anlayacaksın hem. Ne zaman “çocuk” desem kalbimin titrediğini sen de duyuyorsun, biliyorum. Çekiniyorsun, merdivenin altına pısan bir kedi gibi kalıyorsun öyle. Mırr mırr incecik geliyor sesin. Sen yüzünü kötü olana dönmüş bir şeysin, ses. Benim içimdesin. Senden başka bir şeyi duymak ne kadar zor. Senden başka bir şey duyurulsun bana. Allah’ım…Bu da yeni bir dua etme şekli mi?

Çocukların oyunlarını görebileceğim bir banka oturmalıyım. Hıh burası güzelmiş. Çantamda kalmış bir kitabım olacaktı. Evet, nerede kalmıştık? “İçimde benden daha akıllı birisi konuşuyor sanki, ama ben onun kadar akıllı olmadığım için ne dediğini anlamıyorum.” İşte bir yazarın içindeki ses! İçimizdeki ses, akıllı ses, anlamsız ses, şeytan her neyse… İçindeki sesi ifşa etmek ona karşı kazanılmış 1-0’lık bir galibiyet.

Nasıl da koşturuyor çocuklar. Düşüp bir yerlerini incitmezler inşallah. Demeye kalmadan biri önümde düşeyazıyor.

-Aman! Tuttum seni.

-Teşekkür ederim abla. Ayakkabımın bağcıkları açılmış.

-Hmm, evet. Onlara basmış ve takılmışsın. Bağlamamı ister misin?

-Olur abla ama hadi acele et arkadaşlarım bekliyor.

-Tamam tamam. Gel bakalım. Adın ne senin?

-Meryem.

-Meryem, adaşız demek. Çok memnun oldum. Ayaklarını biraz yukarı kaldırır mısın?

-Adaş ne demek abla?

-Yanii, aynı isme sahip insanlara adaş diyoruz. Senin ismin de Meryem, benim ismim de.

İsimleri aynı yazılsa da iki farklı anlamı olan sesteş insanlar. Ne? Ne dedin sen? Sen o sesi çok çıkan ses değilsin. Evet, değil. Bir şeylere yaklaştıkça susuyor demiştim ya. Öyle oluyor şimdi yine. Bir şeye yaklaştıkça, bir şeye…

-Çok güzelmiş abla, iyi ki isimlerimiz aynıymış.

-Evet ben de çok sevindim buna. Ayakkabı bağcığını böyle bağlıyorsun işte. Bir düğüm attıktan sonra bir ipin ucunu diğerinin üzerinden geçirip oluşan halkadan geri çekip ipi sıkıştırıyorsuun. Nasıl, kolay değil mi?

-Biraz kolay biraz zor.

Hep öyle olur, her şey öyledir biraz.

Günahsızlık özlemi. Yaklaştıkça sesi susturan şey bu. Günahı olmayan bir şeye bakmak. Hem de dünya şartlarında. Yanılalım diye gönderildiğimiz dünyada hiç yanılmamış insanlar görmek yani çocukları mesela. Bir de konuşmak onlarla. Masumluk üsleri. Baktıkça içimize dolan bir şey. O şey doldukça içimizden uzaklaşan bir şey. Dünyada dünyalık olmayan bir şey. Ben Allah’a da inanıyorum.

Ayşenur Oskan