Masaya düşen ışık huzmeleri, zorlukla topladığı dikkatini dağıttı. Kendi hallerinde, büyük bir âhenkle bir o yana bir bu yana dans eden gölgelerden uzun süre gözlerini alamadı. Saatlerce bu manzarayı izleyebileceğinin farkındaydı. Etrafa iyice baktıktan sonra dikkatini verebileceği başka bir şey buldu: Bakır semâver.
Kendini bildi bileli bu semâver, ailesine aitti. Onlardan miras kalan bu dükkanda, yine onlardan geriye kalanlarla yetiniyordu. Oldukça eski fakat hâlâ sağlam semâvere bir kez daha alıcı bir gözle baktı. Onunla bile ne çok anısı vardı. Semâveri inceledikçe çocukluk anıları zihnine akın etti. Her güneşli günü fırsat bilen ailesi, bu bakır semâveri ve piknik sepetlerini de yanlarına alarak bahçelerine giderdi. Gün boyu çeşit çeşit çiçeğe ev sahipliği yapan bu özel bahçeyle ilgilenir, yanlarında getirdikleri yiyecekleri yer, odun ateşinde demledikleri çaylarını içerlerdi. Ağaca kurdukları salıncakta sallanırken attıkları kahkahaları ve yüzlerine düşen gölgeleri anımsayarak ah o günler diye iç geçirdi.
O günleri düşündükçe aklına gelen çayın leziz tadıyla masasındaki telefona uzandı.
‘’Günaydın Ahmet abi. Bizim dükkana şöyle güzel, tavşan kanı bir çay gönder de günümüz aysın.’’
‘’Günaydın yavrum. Çay biraz demini alsın. Diğer türlü sen içemezsin bilirim. Birazdan gönderirim bizim çırakla.’’
‘’Abi zahmet olmazsa senin çırak gelirken köşedeki büfeden bir de gazete alıversin bana. Gelince hepsinin ücretini veririm ona. Haydi hayırlı işler.’’
Telefonu kapatmasıyla içeriye giren genç çifti görmesi bir oldu.
‘’Buyrun hoş geldiniz.’’
‘’İyi günler. Hoş bulduk. Biz eskitme işlemi görmüş, sekoya ağacından yapılma bir çerçeve arıyoruz. Sorduk soruşturduk, olsa olsa sizin dükkanda olurmuş, öyle dediler.’’
‘’Çok bulunmaz öyle çerçeveler. Siz nereden duydunuz? Merakımı mâzur görün. Böyle şeyleri bilen insanlarla pek karşılaşılmıyor. Şu arka tarafta bir-iki tane olacaktı izninizle bir gidip bakayım. Hemen gelirim. Siz şöyle geçin oturun.’’
Arka tarafa vardığında çerçevenin nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı. Pencerenin köşesine iliştirilen raflardan birinde olduğunu anımsıyordu fakat hangisinde olduğundan emin olamadı. Güneş ışığının aydınlattığı odada uzun bir süre rafları incelemesine rağmen çerçeveleri bulamayınca içeriye geri döndü.
‘’Kusura bakmayın, hâlâ bir iki tane var diye hatırlıyordum. Gözümden kaçmış olmalı. İsterseniz şöyle yapalım. Şuraya size ulaşabileceğim bir numara yazın, ben bugün bir daha iyice bakayım, belki dikkatimden kaçmıştır. Bulabilirsem bu numaradan size ulaşırım.’’
‘’Yenisini getirtme şansınız yok mu? Gerçekten uzun süredir böyle bir çerçeve arıyoruz. Eşimin ailesi nadide eserlere karşı oldukça ilgiliydi. Geçtiğimiz yıl vefat ettiler. Onların anısını yaşatmaya çalışıyoruz. Resimleri bu çerçeveyle hayat bulsun istiyoruz.’’
‘’Yenisi getirilir. Getirilir getirilmesine de gelişi çok uzun sürüyor. Hele işlenmesi… Söylediklerinizden tüm bunları zaten bildiğinizi varsayıyorum. Önce bir arka tarafa yeniden bakayım. Eğer bulamazsam ve biz bekleriz derseniz hemen sipariş ederim.’’
Hayal kırıklığını gizleyemeyen çift, teşekkür edip iyi günler dileyerek dükkandan çıktı.
Birkaç dakika ancak geçmişti ki dükkanın kapısı yeniden açıldı. Çaycı Ahmet abinin çırağı, bir yandan elindeki çay tepsisini diğer yandan kolunun altına sıkıştırdığı gazeteleri düşürmemeye çalışarak girdi dükkana. Küçük bir çocuk olmasına rağmen çok gayretliydi. Ailesi, madem okumaya gönlü yok biraz iş öğrensin, diyerek vermişti Ahmet abinin yanına. Kısa sürede tüm esnafların gözdesi olmuştu. Atom karıncayı aratmayacak çeviklikte bir ufaklıktı. Bir bakmışsınız orada bir de bakmışsınız ki diğer taraftaydı. Pek sıcakkanlı olan bu çocuk içeri girer girmez nefes nefese konuşmaya başladı.
‘’Kolay gelsin abla. Biraz geç kaldım kusura bakma. Yol üstünde bir iki yere daha çay bıraktım. Şöyle masana bırakıyorum senin çayı da. Afiyet olsun.’’
‘’Sağ ol Rıfat. Hiç de geç olmadı, sıkma canını. Gazete de aldın mı?’’
‘’Aldım aldım. Bu ikisinden hangisi? Büfeden bu ikisini verdiler. Hangi gazeteyi okuduğunu bilemedim. İstersen dönüşe yanlış olanı bırakırsın dediler. Yağmur yağacak gibi. Hangisini okuyorsan seç abla da bir koşu gidip diğerini bırakayım.’’
‘’İkisi de dursun Rıfatcığım bir de oraya uğrayıp geç kalma. Al bakalım gazetelerle çayın parası. Bu da senin harçlığın olsun. Yağmura yakalanmadan geri dön bakalım.’’
Çocuğun eline yalnızca birkaç kuruş tutuşturmasına rağmen çocuk minnet dolu bir bakışla koşarak dükkandan çıktı. Elinde gazetelerle masasına geri döndü.
Bir elinde gazetesi diğer elinde çayı, dışarıdan gelen yağmurun yağacağını müjdeleyen toprak kokusu... Daha ne isterdi hayattan.
Çayını yudumlarken, karşısındaki aynadan vuran ışıkla aydınlanan önündeki diğer gazetenin manşeti dikkatini çekti. Ek reaktörler devrede!
Bilime yeni bir soluk getiriliyor. Beklenen katalizörler ve reaktanlar ülkeye giriş yaptı. Çığır açacak bir proje gündeme geliyor. Sürekli karıştırmalı tank reaktörlerin kullanılacağı sıvı reaksiyonların sonucu merakla bekleniyor. Tam karışmanın elde edilebileceği düşünülen bu tepkimeler ülkenin gidişatını büyük ölçüde etkileyecek.
Haberin devamını 2. sayfada bulabilirsiniz.
Merakla gazeteyi eline alıp haberin devamını okudu. Her zaman yapılanların aksine bu haberin doğru olması umuduyla gazeteyi katlayıp masaya koydu. Haberi okumaya dalmışken içmeyi unuttuğu çayına üzülerek baktı. Ahmet abiye bir telefon uzaklıktaydı. Fakat yağan yağmuru görmezden gelemeyecek kadar da insaniyet sahibiydi. Bu yağmurda kimseyi sırf keyfi için dışarı çıkarıp sırılsıklam halde bırakamazdı. Ama hâlâ başkaları için yapabileceği bir şeyler vardı.
Kendisi için istedikleri olmasa bile her zaman başkalarının mutluluğu için yapılabilecek bir şeyler olduğu düşüncesiyle gülümsedi. Çiftin umutla beklediği çerçeveyi bulmak için arka tarafa geri döndü.