EKSİK BİR ŞEY Mİ VAR
Sinan yine gazetenin genel müdüründen aldığı işten atılma tehditlerinin ardından metroya binmiş, eve gidiyordu. Uzun zamandır kayda değer bir haber bulamadığı, bu işi beceremediği, gazetenin işe yaramayanlara harcayacak parası olmadığı gerekçeleriyle işinden olması an meselesiydi. İçini çekti. Başını havaya kaldırıp “Bir mucize. Lütfen. Çok ihtiyacım var,” dedi içinden. “Tam şu anda bir kavga çıksın, deprem olsun, yangın çıksın, birisi aniden düşüp ölsün… Bir şey olsun ve ben de haber yapabileyim” diye yalvardı.
O sırada bir adamın telaşlı telaşlı yaptığı telefon konuşmasını duydu. Adam çok çaresiz görünüyordu. “Ne yapacağımı bilmiyorum. İlacı içerken çok ümitliydim kesin işe yarayacağını düşünüyordum. Tersi de olsa önemli değildi. Kaybedeceğim bir şey yoktu ama şimdi korkuyorum. Çok korkuyorum. Yok olmak istemiyorum anlıyor musun?” diyordu. Sinan adamın sözlerinden çok dişine takılmıştı. Ön dişlerinden bir tanesi yoktu adamın. Grand tuvalet giyimine, sinek kaydı tıraşına, elindeki ben önemli birisiyim çantasına hiç de uymuyordu bu eksik diş. Ne olmuştu da dişini kaybetmişti acaba? Neden yaptırmıyordu?
Sinan, yanındaki adamın bisküvi ikram etmek istemesiyle bakışlarını ancak ayırabildi takım elbiseli adamın eksik dişinden. Bir tane bisküvi aldı. Teşekkür etmek için yanındaki adama döndü. Gülümseyerek “Teşekkür ederim” dedikten sonra yanındaki adamın “Rica ederim” demesiye donup kaldı. Çünkü onun da ön dişlerinden birisi eksikti ve takım elbiseli adamın eksik dişiyle yanındaki adamın eksik dişi aynı yerden eksikti. Fakat adamlar birbirinin farkında değillerdi.
Yanındaki adam kendi çocuğu olduğu anlaşılan kucağındaki çocukla oyunlar oynarken Sinan, “Dişinize ne oldu?” diye soracaktı ki başka bir adam sözünü kesti “Afedersiniz, ben uzun zamandır bu tarafa gelmiyorum da şu adrese gitmek için hangi durakta inmem gerekiyor?” diye telefonu uzattı. Sinan, yüzünde hiçbir kırışıklık olmamasına rağmen saçlarına aklar düşmüş, gözlerinde hüzünlü bir buğu olan bu adama cevap veremedi. İkinci kez donup kaldı. Çünkü onun da aynı dişi eksikti. Adres soran adamın sorusunu Sinan’ın yanındaki adam cevapladı. Ama adamlar benzerliklerini farketmediler.
Sinan, bir bilim kurgu senaryosu karakteri olduğunu ya da ülkedeki herkesin aynı dişinin aynı anda yok olduğunu ya da tek dişi düşmüş canavarlar tarafından kuşatıldığını düşündü. Bu düşüncelerinin saçma olduğunu bilse de diliyle ön dişlerini yoklamaktan kendini alamadı. İyice kontrol etti. Telefonun ön kamerasını açıp baktı. Eksik yoktu. Metrodaki diğer insanları inceledi. Konuşan, gülen insanların dişlerine baktı. Onların dişleri de tamdı.
Sinan eve geldiğinde metrodaki eksik dişli adamları düşündü. Bu olayı yazmalıydı. Her biri için ayrı hikayeler kurguladı. Önce takım elbiseli adamın hikayesini yazdı;
Adam aylardır istediği ilacı elde etmek için çalışıyordu. Gecesi gündüzüne karışmıştı. Malzemeleri reaktörün tepesinden boşaltmadan önce olası bir aksiliğe karşı diğer reaktörlere baktı. “Ek reaktörler devrede” diye kendisini rahatlattı. Malzemeleri boşalttı. Oluşan karışımı kalıplara döktü. Nihayet ilaç hazırdı. Bu ilaç tam bir gençlik iksiri olacaktı. İlacı içtikten bir saat sonra içen kişinin bedeninde oluşan kırışıklıkları gidererek gençleşmeyi sağlarken çoğu hastalığı da tedavi edebilme özelliğine sahip bir ilaç olacaktı. Lakin ilaç istenilen etkiyi göstermezse içen kişinin birer birer uzuvlarını kaybedip eriyerek yok olma tehlikesi vardı. Bu yüzden adam ilacın hangi yönde tesir ettiğini anlamak için önce fare üzerinde deneyecekti. Kalıptan bir tablet çıkardı. Kafese yaklaştı. Fareyi eline aldı. Okşadı. Tam ilacı içirecekken vazgeçip kendisi içti. Zaten yalnız bir adamdı. Hayatta yapmak istediği her şeyi yapmıştı. Ölse de kaybedeceği bir şey yoktu. İçince tatlı bir uyku kuşattı bedenini, yatıp uyudu. Uyandığında iki saat geçtiğini fark etti. Hemen holdeki boy aynasına koştu. Kendisinde hiçbir değişiklik göremedi. Ne gençleşmişti ne de herhangi bir uzvunda bir eksiklik vardı. Adam önce şaşırdı, sonra sinirlendi. Nerede ne hata yaptığını düşündü. Lavaboya gitti, yüzünü yıkarken her şeyin rüya olmasını temenni etti. Aylardır yaptığı bütün çalışmalar boşa gitmiş olamazdı. Aynaya baktı. Rüyada değildi. Evet, aylardır bu ilaç için çalışmış fakat ilaç ne olumlu ne de olumsuz hiçbir etki göstermemişti. Aynaya karşı “Lanet olsun!” diye bağırdı. Bağırırken dişlerinden birinin eksik olduğunu fark etti.
Sonra baba olan eksik dişli adamın hikâyesini yazdı;
Adam eline iki tane ayıcık aldı, minik oğlunun yanına çöktü. “Bu ikisinden hangisi?” diye sordu. Çocuk sağ elindeki ayıcığı seçti. Adam ayıcığı yumrukladıktan sonra “Yum oğlum parmaklarını. Bak şöyle. Şimdi heeyyt deyip vur” diyerek oğluna yumruk atmayı öğretmeye çalışıyordu. Eşi kızarak “Yaa öğretme şöyle şeyler. Şu kadarcık çocuğa yumruk atmayı öğretmek nereden çıktı Allah’ını seversen. Arkadaşlarının üstünde deneyecek sonra.” dedi. Adam “Kendini korumayı bilecek benim oğlum. Değil mi aslanım? Ali Can'a da vur tamam mı?” dedi haylaz haylaz gülerek. Eşi ters ters baktı. Adam yeniden gösterdi oğluna “Yum parmaklarını oğlum. Şimdi vur hızlıca. Heeyyt de vur,” dedi. Çocuk parmaklarını yumdu. Minicik sesiyle “Heeyt,” diye bağırdı. Tüm gücüyle diğer elindeki demir arabayı babasının ağzına geçirdi. Adam acıyla ayağa fırladı. Eşi kahkahalarla gülerken “Kanıyor, kanıyor,” dedi. Adam lavaboya koştu. Kanayan ağzını yıkadı. Aynada ağzını kontrol etti. Dişlerinden birinin eksik olduğunu fark etti.
Son olarak da adres soran hüzünlü ve eksik dişli adamın hikâyesini yazdı;
Adam oturduğu yerden gökyüzüne baktı. Yağmur yüklü bulutlar şehrin tavanını kapatmıştı. Belki de kar yüklü bulutlar. Ne farkeder, hava bulutluydu işte. Bulutlu ve kasvetli. Önceden bu havalarda yazmayı severdi ve yazmayı yarım bıraktığı bir romanı vardı. Romanı, hayatının takılıp kaldığı yerde kalmıştı. Hayatı, annesinin öldüğü yerde. Annesi, adamın dişinin kırıldığı yerde kalmıştı. Takılıp kaldığı yerden çıkmak istiyordu. Duvardaki saatin pilini takıp çalıştırdı. Kaza yaptıkları günde kalan takvim yapraklarını yırttı birer birer. Çay demledi. Çay biraz demini alsın, hayatını yeniden başlatma kararları alırken oturup içecekti. İşte hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Çayını içtikten sonra dışarı çıkıp eskiden arkadaşlarıyla takıldığı kafeye gitmek istedi. Dolabından en sevdiği kazağı ve pantolonunu çıkarıp giydi. Saçlarını taradı. Paltosunu da giydi. Dışarı çıkmak için hazırdı artık. Bir kez daha aynaya baktı. Uzun zaman sonra kendini ilk defa iyi hissetti. Aynadaki kendine gülümsedi. Eksik dişini fark etti. Dişi, annesinin öldüğü yerde kalmıştı…
Yazdığı hikayeyi kaliteli bir edebiyat dergisine gönderdikten sonra yatağına gitti. Başını yastığına koyduğunda bardağa dolu tarafından bakmaya çalıştı. Belki de işten atılması meşhur bir yazar olmasının yollarını açacaktı. Belki de dergiler yazılarını yayınlamak için yarışacaklar, insanlar kitap imzalatmak, fotoğraf çekinmek için kuyruklara girecekler, konuk olduğu televizyon programlarında son olarak söylemek istediği bir şey olup olmadığı sorulduğunda “Bugünlere gelmemi sağladıkları için beni üzen herkese teşekkür ediyorum,” diyerek patronundan komşularına, ev sahibinden ilkokul arkadaşına kadar herkese laf dokundurarak sözlerine son verecekti.
Sabah genel müdürden gelen telefonun sesiyle uyandı. Genel müdür, patronla yaptıkları küçük bir toplantı neticesinde Sinan’ın artık işe gelmesine gerek olmadığını söyleyip telefonu kapattı. Sinan, belki dün gece kurduğu hayaller sayesinde belki de uzun zamandır aldığı kovulma tehditleriyle kendisini bu duruma zaten alıştırmış olması sebebiyle kovulduğuna üzülmedi. Her zamanki gibi kalkar kalkmaz televizyonu açtı. Kahvaltısını hazırlarken haberleri dinlemeye başladı. Spikerin sesi rüya gibiydi ya da kâbus gibi.
METRODA TEK DİŞİ EKSİK ÜÇ ADAM GÖRÜLDÜ. AKILLARA DURGUNLUK VEREN BU OLAY BERABERİNDE AKILLARA PEK ÇOK SORU GETİRDİ. TEK DİŞİ OLMAYAN BU ADAMLAR KİM? YOKSA DİŞLERİ DÖKEN YENİ BİR VİRÜS MÜ ÇIKTI? VATANDAŞ TEDİRGİN! VATANDAŞ TELAŞLI!
Sinan kulaklarına inanamadı. Televizyonun ekranına baktığında eksik dişli üç adamı gördü. Kanal değiştirdi. Bütün kanallarda aynı haber vardı. İnsanlar arasında kimden geldiği bilinmeyen sesli uyarı mesajları gidip gelmeye başlamıştı bile. Gerekli bakanlıklar vatandaşlarını dikkatli olmaları hususunda uyarıyordu. Şeyhler müridlerine olası kötü durumlardan korunmak için bilmem kaç bin tane çekilmesi gereken zikirler tavsiye etmeye başlamışlardı ve insanlar bu zikirleri sosyal medya aracılığıyla birbirlerine ulaştırarak ne kadar duyarlı olduklarını gösteriyorlardı. Adı daha önce duyulmamış profesörler söyleşi programlarına katılıp olay hakkındaki tezlerini açıklıyorlardı. Sinan ağzından taşan küfürler eşliğinde televizyonu kapatıp kumandayı karşı duvara fırlattı.
O esnada mail adresine bir mesaj geldi. Mesaj, hikayesini gönderdiği dergidendi; Merhaba. Öykünüz yayımlanmaya uygun görülmemiştir. İyi çalışmalar.
E.Ecran Çeliksu