Dinler Misiniz?

Nur Sena Tınmaz

Patlama olabilir! Ek reaktörler devrede!

"Yine bağırıyor bu çocuk. Kabus görüyor herhalde, gidip uyandırsana. Daha dün altına işedi, yine bi vukuat olmasın. Tuhaf tuhaf şeyler sayıklıyor bir de, hep o karıştırdığı kitaplar yüzünden. Bu yaşta çocuk masal okur, ne bileyim karikatür falan sever. Reaktör neyse, traktör gibi."

Saat dörde geliyor, insan gözünü açar açmaz nasıl hiç sekmeden böyle konuşabilir diye karısına hayret etti. Yataktan kalkmıştı ama sesi hala yankılanıyordu kafasında. Acaba gerçekten söylenmeye devam mı ediyordu yoksa az önce kaydettiklerini mi tekrar tekrar çalıyor kafasındaki kaset bilemedi.

-Lütfen sus artık, lütfen biraz sus!-

Kerim gözlerini açmış şaşkın şaşkın bana bakıyor, yüksek sesle söyledim herhalde.

"hadi oğlum, kalk tuvalete"

İnsan bu saatte uyanınca dengesi şaşıyor, hem bir türlü sabah olmuyor hem bir asırdır uyuyormuş sersemliği. Yeni gün desen değil, önceki günün devamı desen hiç değil. Şimdiye kadar uyumamış olsam kafam yorgun olur, bayılır gibi düşerdim yastığın üstüne. Erken uyudum iş var yarın, uykumu alayım diye. Ne oldu şimdi? Yine uykusuzluk, hem de en fenasından. Aylin öyle mi, gözlerini açtı taramalı tüfek gibi sıraladı cümlelerini sonra dönüp uyumaya devam etti. Bazı insanların hayata karşı böyle bir bağışıklığı vardı. Her şeyi kolayca yapabilmek, yaşamak konusunda becerikli olmak. Uyandı, konuştu ve tekrar uyudu. Aslında bu, onun bir gününün kısaca özeti de. Her şey tabii haliyle akıyor onun dünyasında, olması gerektiği gibi oluyor, olması gerektiği için oluyor. Hayrete yer yok.

Güneşin doğmasına yakın sızmışım, alarmın sesiyle irkildim. Hazırlanmaya başladım, ütülenmiş kıyafetlerim asılı duruyor kapının arkasında, hızlıca giyindim. Aylin çoktan kalkmış mutfaktan sesler geliyor.

-Günaydın hayatıım.

-Günaydın, kalktın mı?

-Kalktım kalktım. Kahvaltı hazır mı, geç kalacağım işe.

-Hazır sayılır, çay biraz demini alsın otururuz. Kerim'i de kaldırır mısın, paşa hazretlerinin hazırlanması uzun sürüyor biliyorsun.

"Tamaam" diye seslendim odaya doğru ilerlerken, sanki Kerim sadece benim çocuğumdu. Böyle düşündüğüm için suçluluk hissediyorum zaman zaman karıma karşı, haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Bütün gün arkamızı toplayan o, evi bir gün temizlemese bok götürür buraları. Biliyorum oğlanın bütün işlerini o yapıyor, daha dün bütün yatak çarşaflarını yıkamak zorunda kalmış işte, bunlar az iş mi? Ütülü çamaşırlarım, sabahları hazır olan kahvaltılar, biliyorum. Biliyorum o böyle suyuma gitmese belki hep kavga edeceğiz. Bunlar değil ama. Yeterli değil. Nankörlük ediyorum. Daha ne istiyorum. Beni biraz anlasın istiyorum. Her zaman konuşacak bir şeyi var, dışarıya dair her şeye öyle hakim ki. İçeriden bihaber, içerisi yok gibi. İçin nerede senin Aylin? Benim de konuşacak şeylerim var. Benim konuşacak kimsem yok ama. İnsanın konuşacağı kimsesi yoksa, kimsesi yok demektir. Bunu söyleyebilmek bile ancak duyabilecek biri olduğunda mümkün, anlatabildim mi?

Kafa salladı aynadaki yüz. "Sağol" dedim "sen de olmasan"

Sofrada da bir şeyler anlattı durmadan. Çanta, ayakkabı vs fotoğrafları gösterdi "bu ikisinden hangisi?" gibi sorular sordu. "Sana hepsi yakışır" gibi yuvarlak cevaplarla geçiştirdim gücüm yettiği kadar.

İşe gittim. İşten geldim. Uyudum. Uyandım. Aylin konuştu. Ben sustum. Kerim büyüdü. Kaç yıl oldu bilmiyorum. Bir ömürdü galiba.

Bir dinleyen olsaydı soracaktım "ne yapmanız gerektiğini nereden biliyorsunuz?"