“Doktor Ferhat Bâki! Doktor Ferhat Bâki! Danışmadan bekleniyorsunuz.”
Ferhat yemekhaneden çıkarken duyduğu bu anons üzerine odasına giden koridordan sola sapıp merdivenlere yöneldi. Bugün haftanın ilk günüydü ve on dakikalık molanın bitmesine iki dakika vardı. Hastalarını bekletmek âdeti değildi ve her zaman elinden geldiğince dakik olmaya çalışırdı.
Danışmaya gidince kendisini bekleyenin çocukluk arkadaşı Rıza olduğunu gördü. Bu onu daha da şaşırtmıştı çünkü Rıza'yı yıllardır görmemişti. Ne yer ne içer nerede yaşar ne iş yapar hiçbirini bilmiyordu. "Hoş geldin nerden çıktın sen ya? Nasıl buldun beni?" diye sorarken bir yandan da istemsizce boynuna sarıldı Rıza'nın. Rıza da ona sımsıkı sarılmıştı. "Benim adım Rıza. Bulurum" diye kesik bir kahkaha attı Rıza. "Niye haber vermedin geleceğini, iş yerimi öğrendiysen telefon numaramı da ele geçirmiş olmalısın” diye takıldı Ferhat. “Yalnız sana kötü bir haberim var beni akşam beşe kadar beklemek zorundasın. Bütün randevularım dolu bugün.” "Beklerim yahu sıkıntı olmaz kardeşim" diye samimi bir cevap verdi Rıza. Birlikte yukarı çıktılar. Kafeterya sağ tarafta orada bekle istersen, rahat edersin” dedi Ferhat. Ayrıldılar.
Ferhat odasına geldiğinde kapıda bekleyen hastası Eslem ile annesinden özür dileyerek onları içeri davet etti. Mutsuz bir kızdı Eslem. Ergenliğin kapılarını aralamış, iç dünyasındaki boşluğu internette saatlerce vakit geçirmekle doldurmaya çalışan binlerce genç kızdan biriydi sadece. Terapiye başlayalı iki ay kadar olmuş, ne yazık ki çok fazla yol kat edememişlerdi.
Eslem, mühendis bir anne ve üst düzey yönetici bir babanın tek çocuklarıydı. Maddi manevî bütün imkânlara sahipti. Ama mutsuzdu işte. Onu mutlu etmeyi o kadar çok istiyordu ki. Keşke bir makine icat olsa da mutsuz çocuklara mutluluk enjekte edebilseydi. Mutat konuşmalarını yaptıktan sonra Eslem ve annesi odadan ayrıldılar. Sonraki hastası Barış, KPSS'ye hazırlanıyordu ve iki senedir atanamamıştı. Bunun yüzünden arkadaşlarından ve ailesinden utanıyordu. Sürekli kendini suçluyordu. Anksiyete bozukluğu ile başlayan süreçte hastaneye gelmeye mecbur kalmıştı. Barış terapiye yalnız geliyordu. Sanırım anne babasının haberi bile yoktu. O'nunla yeni başladıkları yolda güzel günler göreceklerini hayal ediyordu Ferhat.
Nihayet mesai bitmişti. Rıza onu kafeteryanın kapısında bekliyordu. “Sana öyle bir yemek ısmarlayacağım ki parmaklarını yiyeceksin” dedi hastaneden çıkarken Ferhat. Yemek sözünü duyunca Rıza’nın gözleri parladı. Birlikte arabalarının olduğu tarafa yöneldiler. "Seninki kalsın tek araba gidelim" "Nasıl istersen."
Arabaya bindiklerine değmeyecek kadar bir yol gitmişlerdi ki sağa doğru yanaştı Ferhat. İşte burası, dedi. Rıza bu şehrin yabancısıydı, eli mahkum arkadaşının tercihlerini kabul edecekti. Birlikte lokantadan içeri girdiler. “Ooo Ferhatçığım, hoş geldin” dedi kasadaki adam yüksek bir sesle. "Eyvallah abi, hoş bulduk. Sana çok kıymetli bir misafir getirdim."
Yemekte havadan sudan konuştular. Rıza mahalleden taşındıktan sonra hangi okullara gittiğinden, hangi kızlara aşık olduğundan başlayarak anlattı her şeyi: "Şimdi de Mersin'deyim işte. Akkuyu'ya gönderdiler beni geçici görevle. Altı aydır oradayım." "Vay be, dedi Ferhat. Demek fizik mühendisi oldun. Çocukken veteriner olmak istiyordun oysa. "Rahmetli babam çok ısrar etti, ya doktor ya mühendis olmazsan sana hakkımı helal etmem, diye. Ben de mecbur mühendis oldum" dedi Rıza.
Yemekler bitmiş, tatlıya gelmişti sıra. İki farklı tatlı geldi masaya. "Bu ikisinden hangisi?" Dedi Ferhat gülerek Rıza'ya. Rıza çok şaşırmıştı. İki tatlı hakkında da hiçbir fikri yoktu. “Dur gözümü kapatıp da seçeyim bari” dedi. "Bu olsun" Ferhat kahkaha atarak, ballısın hadi en sevdiğim tatlıyı sen kaptın, dedi. Tatlıları da bir çırpıda yiyip bitirdiler. Müşterilerin tatlılarını bitirdiklerini gören garson masaya yaklaşıp, çay ister misiniz Ferhat abi, diye sordu. “Yok abicim, çayı da evde içeriz hadi kalkalım” dedi Ferhat. Kalktılar. Hesabı ödeme hususunda ben ödeyeceğim hayır ben diyerek tartıştılar ama kazanan Ferhat oldu. “Misafirimize yemek de yediremeyeceksek, ohoo” diye güldü.
Tekrar arabaya bindiler. “Benim ev hastaneye biraz uzak. Ama büyükşehirde uzak yakın kavramı çok başka tabii. Bizim oralara pek benzemiyor” dedi Ferhat. Çok geçmeden eve ulaştılar. Eve vardıklarında hayli geç olmuştu. Hemen mutfağa girip çaydanlığa su doldurdu. Ocağın altını yaktı. Sonra da odasına girip Rıza için rahat bir şeyler aradı. “Al bunları giy kardeş, rahat edemezsin o pantolon gömlekle bütün gece” dedi. Benim evim senin evin lütfen çekinme, diye de ekledi. Rıza gülümseyerek eşofmanları aldı.
O arada mutfaktan oturma odasına geçen Ferhat: "Çay biraz demini alsın. Bu arada sen de şu Akkuyu meselesini anlat biraz." Dedi. "Ya benimki uzun mesele. Okul bitti ben iki yıl işsiz kaldım. Bir sürü şirkete başvurdum, devlet özel hepsine. Bir türlü doğru düzgün bir iş nasip olmadı. Sonra Twitter'da gördüğüm bir ilan sonucu bir firmaya başvurdum. Orada üç seneye yakın çalıştım. İşimi, ortamı ve arkadaşlarımı çok seviyordum. Kendimi geliştirdim.
Bir gün müdür bey gelip “Mersin Akkuyu’da kurulacak olan nükleer santralde çalışmak için görevlendirme yapılacak. Ben senin de bu görevlendirmeye katılmanı istiyorum. Senin için uygun mu?” diye sordu bana. Ne diyeceğimi bilemedim. Çok şaşırdım çünkü böyle bir teklifi hiç beklemiyordum. Düşündüm taşındım kabul etmeye karar verdim. Bir haftaya kalmadan uçak biletimiz masamızdaydı. Akkuyu şu an faaliyette olmadığı için o kadar yoğun çalışmıyoruz. Biliyorsun 2023'te resmî açılışı olacak. Toplam dört reaktör faaliyete geçecek. Yalnız geçen ağustos ayında Rusya'dan bazı ekipmanlar geldi. 17,5 ton ağırlığındaki parçaların geldiği gün bizi görmeliydin. Ne kadar da heyecanlanmıştık.
“Çaylar da geldi. Ben sana açık koydum ama sormadan, eskisi gibi içiyorsundur diye, dedi Ferhat. “Açık açık, unutmamışsın” diye güldü Rıza. Ferhat üç bardak, Rıza da iki bardak çay içmişti ki, ikisi de oldukları yerde uyuklamaya başladılar. Ferhat misafir odasındaki kanepeyi, üzerine yatılacak hale getirip, üzerine temiz nevresim serdi. “İki yastık koydum bak, yüksek seversen” diye seslendi. Bu sırada Rıza da odadan çıkmış, Ferhat’ın yanına gelmişti. “Hadi Allah rahatlık versin kardeşim.” “Sana da”
Çay bardaklarını mutfağa götürüp özenle yıkayıp tezgâhın üzerine kapattıktan sonra odasına geçti. Yatağına yatınca uykusu dağıldı. Rıza’nın anlattıklarını düşündü bir bir. Tabii ya; reaktör. Ben bunu niye daha önce düşünmedim ki. Kendi kendine konuştu durdu. Sonunda uykuya yenik düştü.
İşe geç kalmıştı. Koşa koşa hastaneden içeri girdi. Eslem ve annesi muayenehanenin önünde bekliyorlardı. Eslem’in annesi heyecanla söze girdi. “Ferhat Bey, istediğiniz gibi çok mutlu bir kız bulduk. Eslem’in sınıf arkadaşı Pelin. Bakın. Ne kadar da mutlu siz de fark ettiniz değil mi? Bugün tedaviye başlayabilir miyiz” dedi. Eslem’in annesinin neden bahsettiğini anlayamamıştı Ferhat. Odasına yaklaştı. Kapının yanındaki tabelada “Ferhat Baki. Duygusal Reaktör Uzmanı” yazıyordu. Şaşkınlığı daha da arttı. Odasına girince pencerenin yanında bir alet dikkatini çekti. Fotokopi makinesi ile ultrason makinesi karışımı bir şeydi bu.
Şimdi mutsuz bir çocuğun duyguları ile mutlu olanın duygularını karıştırıp tedaviye başlayabilirdi. Eslem ile Pelin’i aceleyle odaya aldı. İkisini karşılıklı yatırıp damar yolu açması için Nursel hemşireyi çağırdı. Hemşire bir anda yanında beliriverdi. İkisine de damar yolu açıp tüpün içinde bulunan mavi sıvıyı aynı anda enjekte etti.
Mavi sıvılar önce çocukların boyunlarına, oradan da beyinlerine gidecek, bu reaktör sayesinde birbiriyle duygu tepkimesinde bulunacaktı. Eslem de mutlu bir çocuk olarak hayatına devam edecekti. Tam o anda makineden dumanlar çıkmaya, cızırtılı sesler yükselmeye başladı. Aman Allahım, neler oluyordu. “Hayır hayır olamaz” diye bağırırken Eslem ve Pelin’in “Ek reaktörler! Ek reaktörler” diye çığlık attıklarını duydu. O an gözlerini açtığında dudaklarından dökülen söz:
“Ek reaktörler devrede” olmuştu.
Melike Aydın