Kör Testere

Ahmet Kırtekin

notlar:

1. pir ile paşa kurgunun konusu olarak kullanılmıştır.

2. kelimeler: hece, kilo, testere

3. ek zorluk, doğuştan görme engelli biri başkarakter olarak seçilmiş ve hikaye onun ağzından anlatılmıştır.

yüce başkanım, karşınızda olmaktan büyük bir gurur ve mutluluk duymaktayım. pek az fâniye nasip olan bu şeref, ne yazık ki beni aynı zamanda zor bir durumda bırakıyor. sizin gibi bir söz sultanı karşısında ne söylesem eksik ve yanlış kalacak. ben sıradan bile sayılamayacak, âciz, kendi hâlinde birisiyim. bildiğiniz üzere doğduğumdan beri göremiyorum. hayata tutunduğum ilk çığlık elimdeki yegâne sermaye. onu da sizin gibi büyük bir şahsiyet önünde sergileme fırsatı bulduğum için ne kadar şükretsem az. ama haddimi biliyor ve idam edilmeden önceki son sözlerimi söylerken bile sözlerimin beyhudeliğine üzülüyorum.

buraya gelirken tamamen masum olduğumu uzun uzun anlatmak istiyordum. olaylar henüz başlamamışken bile sonumun bu olacağından şüphem yoktu. uzun yıllar boyunca savunmamı düşünüp durdum. görmeyen biri ne kadar meşgul olabilir, biliyorsunuz. kıymetli varlığınızla şereflendirdiğiniz hanenize adım attığımda ise yıllardır nakış gibi zihnime işlediğim masumiyetimin bir anlamı olmadığını fark ettim. sözlerim güzel değilse de doğrudur. beni sadece bunun için dinlemenizi ve tüm âcizliklerimi mazur görmenizi diliyorum.

siz uzak diyarlarda seferdeyken y. şehrinde acı olaylar yaşandı. sizin yokluğunuzu fırsat bilerek şehirdeki görevlileri âciz gören ilahiyat, iktisadi idari bilimler, eğitim ve fen edebiyat fakültesi mezunları eski devrin adamları etrafında birleşerek düzeni yeniden tesis etmek için ortaya atıldılar. onlara göre düzen bozulmuş ve çürümüştü. siz yokken kadim düzeni tesis etmeleri gerekiyordu. bunun için kendilerine makamlar uydurdular, makam araçları kiraladılar, hızla binalar yaptırdılar. sonra şehrin sokaklarını afişler, pankartlar kapladı. insanlara neler vaat ettiklerini söylemekten haya ediyorum. bunun için de şehrin ilçe ve kazalarını talan ettiler. divanınıza gelen arzuhallerde detayları vardır, erkek çocuklar dağa kaldırıldı, genç kızlar kaçırıldı, evler yakıldı, dükkânlar yağmalandı. önce vergilerle başladılar, sonra popüler kültür, derken çağın gerekleri diye tutturdular. nice hane tarumar oldu bu kasırgada.

ben kendimi bildim bileli pir'in yanında çalışırım. elleriyle odunlara şekil verir, rızkını kazanır. evinin kapısı yoktur, elindekini herkesle paylaşır. konuştuğu pek az görülür. şehirdeki pek çok kimse ocağında kaynayan çorbadan içmiştir. sevilir, sayılır. fakat zamanla değişti insanlar. başıbozuklar güç kazandıkça budalaya çıktı pir'in adı. kimse yüzüne söylemedi ama çorbasını içen, hanesinde geceleyen de sabah olup yola düştüğünde yermekten geri durmadı pir'i.

bozguncuların tarumar ettiği köylerden birinden bir gün üstü başı perişan bir demirci geldi. heybesinde atölyesinden geriye kalan son birkaç maden parçası vardı. pir'in önünde çözdü gönül yükünü. yeri, yurdu tarumar olmuş dünyada kimsesi kalmamıştı. bitirene kadar hiç bölmedi pir. sonra tek bir hece söyledi: hû! ve ekledi: dert senin midir, sen midir, bilmek için zaman gerek. nefse öğüt gerekirse de heybem boş. elimde bir heceden fazlası yok. olanı sunsam sana, bu ancak bir davettir. kişiye kendi hecesini bulması gerektir. var bul heceni. o zaman belki yeniden geliriz karşı karşıya. ama doğru seçmelisin. çünkü nefsin gibi nefesinle beraber haşrolursun.

demirci günlerce sustu, yükünü hiç yere indirmeden. sonra bir gün ocağın başına çöktü. dizleri pir'in dizlerine değiyordu. odunların çatırtısından duyamadım ne dediğini. sonra odun istediler benden, taşıdım, bitap düşene kadar taşıdım. duman nefesimi kesti, kulaklarım yoruldu dövülen demirden. suyun acı çığlıklarını duydum.

görmeyince görülmez oluyor insan başkanım. ben görmediğim için yok gibi yaşadım senelerce. gezdiğim yerlerde bir taşa takılıp düşmem yetti insanlara varlığımı unutturmak için. bazı yerlerde pir aşkına dedim bazı yerlerde başkan aşkına. hep elimden tuttular. ancak pir hiç öyle davranmadı bana. görmek nasıl bir şey bilmedim hiç ama onun varlığını hep duydum yanımda yöremde. bildi kulaklarımın keskinliğini, elimin inceliğini. ruhumu da görmüş olsa gerek, hiç engellemedi beni. demirci ile işleri bitince çağırdı beni. elime ağırlıklar koydu. farklı olanı ayırmamı istedi. iki takım ağırlık yapmışlardı. parçaların ve bütünün ağırlıkları eşitti. her bir kilo diğerini tam karşılıyordu. terazinin kefesi rüzgâr olmasa hareket edemezdi. neden teraziye değil de bana sordular, o gün anlamadım. sonra takımların birini sarıp bana emanet etti. diğerini demirci yüklendi. pir, yıllardır kullandığı ve artık körelmiş bir testereyi de hediye etti. ayrılırken bu sefer demirci ünledi: hû! seçtiği hece bu değildi bildim. onca kiloyu aylarca sürecek bir yola çıkarken boşuna vurmamıştı sırtına.

yıllar sonra bir paşa geldi y. şehrine. bozguncular her yerde at koşturuyordu. şimdiye kadar gelen her paşa bu başıbozuklar elinde oyuncak oluyordu. bir süre sonra da geçiyorlardı aynı safa. halk dilsiz ve perişan hayatta kalmayı maharet sanıyordu. fakat bu yeni paşa tuhaf bir adamdı. kolluk kuvvetlerine cülus, çarşıya söylev vereceğine aldı maiyetini yanına çarşıya indi. tek tek elden geçirdi tartıların hepsini. ne kadar elektronik terazi varsa yasakladı. iki kefeli düzen geri geldi. mühlet verdi temin edilsin diye gerekli âlât. sonra tekrar teftişe çıktı. yırtık bir heybe içinden çıkardığı kiloları tek tek denedi. ölçüyü yanlış yapanı uyardı, düzeltmesi için mühlet verdi. dinleyenlere ilişmedi, ısrar edenlerin tezgâhını dağıttı. onu önemsemedi bozguncular ilkin. kilonun doğruluğu derdine düşmüş bir saf diye bellediler.

bense çarşıda dolaştıkça başka bir şeyin kaynadığını gördüm. insanlar değişiyordu. gördüklerine inanmaya alışık olduklarından seslerin, sözlerin değişimini anlamakta zorlanıyorlardı. çok sürmedi, bozguncular nasıl olduğunu anlamadan derdest edildiler. sonra hiç beklenmedik bir kazan kaynamaya başladı. pir, demirci ile ayrıldığı günden itibaren çarşıda sadece onun döktüğü kilolar ile alışveriş yapardı. kiloları hileli olan bir esnaf paçayı kurtarmak için çare ararken ona el altından kilo temin edebileceğimi söyledim. karşılığında utanç verici şeyler aldım. pir, elbet fark etmedi yaptığımı. bir gün çarşıda heybesinden ağırlıklarını çıkardığı vakit artık çok geçti. pir'in kiloları paşa'nın kilolarından daha ağırdı. ne diyeceğini bilemeyen pir, bir şey almadan, vermeden ayrıldı çarşıdan. bir daha da inmedi. ne istediyse ben alıp götürdüm. kendi heybesini de kaldırdı ortalıktan.

heybenin ağzı açılmıştı bir kere. paşa'nın kulağına neler gitti neler. kendisi haram yermiş, doğruluktan şaşmış bir güç budalasıymış. ne başkan, ne adalet umrundaymış, gün gelecek bozgunculara rahmet aratacakmış. paşa'dan rahatsız ne kadar insan varsa hepsi birden pir âşığı oluverdiler. olmadık şeyler söyleyip paşa'ya işittirdiler. sonunda mecbur kaldı paşa pir'in kapısına varmaya. beraber terledikleri ateşin başında oturdular, heybelerini boşalttılar. hakem olarak ben vardım yanlarında. ellerim zerrelerine varana kadar hatırlıyordu ölçüleri. çaldığım ve değiştirdiğim kilolar elimdeydi. ne eşit ne denklerdi artık. ben demeden ikisi de anladı. bozulmuştu denge. bir de kör testere var bize şahit olan. paşa'nın heybesinde yola çıkan ama artık pir'in heybesinde olan. haram, artık her yanda. adl'in yerini zulm almış, bir de ortada hırsızlık var. söylenecek bir şey kalmamıştı. paşa tek hece söyledi: adl. pir tek hece ile karşılık verdi: hû!

sabah ezanı okunmadan idam edilecekti pir. meşaleler sabah meltemi ile oynaşırken içimde büyüyen bir sıkıntı vardı. kiloları değiştiren, testereyi çalan bendim. kör testere ile kesilecek olan yıllarca bana himmet etmiş pir. emri veren şehri düzelten paşa. durmak, durdurmak istedim. bunca yıl herkesin görmezden geldiği birini bu anda dinleyecek bir kul yoktu. pir'den hû dışında bir ses çıkmadı. kalabalık ise geceyi yırtan bir çığlığa dönüştü. ne zalimliği kaldı paşa'nın ne hainliği. cülus alamamış memnuniyetsizler de böyle bir fırsat bekliyordu. o gün iki masumun kanı aktı. çarşıda tartılar hemen değişti, bozguncular yeniden türedi.

peygamberi az bir bedele askerlere ihbar etmiş bir günahkâr gibi gezinip durdum. ne bir çöl bulabildim, ne çöle sürgün edilmiş bir keçi veya eşek. vardım vicdanlı birine derdimi açtım. divanınıza yazdı da huzura geldim. daha yola çıktığımda boynumda asılıydı fermanım, biliyorum. ancak şimdi çok üzgünüm.

buraya geldiğimde bir saray ve içinde kudretli bir başkan bulmayı bekliyordum. gözlerim görmüyor başkanım, ancak kulaklarım duyuyor. sözleri ayırt etmek için bu yeter aslında. ve gördükleriniz çoğu zaman yanıltıcıdır. bunca yıl aç, açıkta böyle hayatta kaldım. sarayınıza adım attığımda anladım ki size mal edilen hiçbir söz size ait değil. ya bu sarayda herkes yalancı ya da sizin tek bir sözünüz yok. dilsiz olduğunuzu bilmezdim başkanım. benim gibi insanlara üstten baktığınızı tahmin edemezdim. bu yüzden bütün savunmamdan vazgeçtim. her şeyi olanca açıklığı ile anlattım. şimdi anlıyorum pir'in neden bir seçtiğin heceye dikkat et dediğini. ben ki bir hece ile yetinemedim. siz ise bir hececik olsun seçemediniz. altın kafesteki dilsiz bir kuşsunuz siz başkanım. ben birazdan idam edileceğim gerçeği kimse öğrenmesin diye. pir de yüceltilsin, paşa da. y. şehri tarihinde altın bir sayfa açılsın. insanlar bakıp ibret alsınlar, düzen sürüp gitsin. ben hâlâ masumum, biliyorsunuz siz de. pir de paşa da olan biteni biliyordu. ben ufacık bir sinektim ateşin etrafında. kalabalık denilen o azgın ve arsız at ise durmayacaktı. belki bunu anlatırım da anlarsınız, müdahil olursunuz, ferman verirsiniz diye umuyordum. ama artık biliyorum ki ben idam edildikten sonra da bitmeyecek sizin esaretiniz. en azından son dileğim olarak şu kör testereyi kabul buyurun, üzerinde asla söyleyemeseniz de seçtiğiniz hece yazılı: güç.